ÂDİLE SULTAN DîVÂNI’NDA MÛSİKÎYE DAİR*
Osmanlı hanedanı içerisinde dîvân sahibi tek kadın sultan şair olan Âdile Sultan, Osmanlı padişahlarının otuzuncusu olan II. Mahmut’un kızıdır. Yaşadığı beş padişah döneminde pek çok hadiseye şahit olmuştur. Şiirlerinde dönemin sosyal olaylarını yansıtmış olmasının yanı sıra, Osmanlı saray erkânı hakkında bilgi edinilmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca sarayda düzenlediği dinî ve ilmî sohbetlerle de tanınan Âdile Sultan, bu konularda saraydaki kadınların ve hatta saray dışındaki kadınların da bilgi ve görgülerini artırmalarına ve hatta sosyalleşmelerine öncülük ettiği bilinmektedir.
Âdile Sultan, dîvân oluşturacak kadar şiire merak duymuş, dîvânında aruz vezniyle yazmış olduğu şiirlerinde Şeyh Gâlip’i, hece vezniyle yazdığı şiirlerinde ise Yunus Emre’yi örnek almaya çalışmıştır. Kültür ve sanata olan katkılarının yanı sıra, mimari alanında da bazıları günümüze de ulaşmış olan çeşme, kütüphane, medrese, kasır, sarnıç, şadırvan… gibi birçok eser yapılmasına vesile olmuştur.
Bu çalışmanın amacı, Osmanlı tarihinin güçlü ve çok yönlü hanım sultanlarından biri olan Âdile Sultan’ın edebi kişiliğinin yanında mûsikî bilgisine de sahip olduğunun altını çizerek mûsikîşinas yönüne dikkat çekmek ve Âdile Sultan’ın dîvânında bu mûsikî unsurlarını ne şekilde ele aldığının belirlenmesinin yanında özellikle 19. yüzyıl mûsikîşinas dîvân şairleri arasında dikkate değer bir yer ve öneme sahip olduğunun vurgulanmasıdır.
SUMMARY
Among the Ottoman dynasty, the only female poetess Âdile Sultan was the daughter of II. Mahmud, the 30th sultan of Ottoman. During her period including five sultans she encountered a lot of events. Besides, she pointed out lots of social happenings on her poems, she helped the people to gain about Ottoman palace life and structure. Then, Âdile Sultan, who was known with her religious and scientific speech in palace, was on pioneer to the females to develope their knowledge, experiences and social activities.
Âdile Sultan was interested in poetry. In her own poems she tried to model her own prosody metre poems on Şeyh Galib but her own syllabic metre poems on Yunus Emre. She also caused so many renovations, cultural activities, art and a lot of work to be done such as library, medresse, buildings, cistems and fountains, some of them can be seen in our age as architectural buildings too.
The aim of this study is to evaluate Âdile Sultan’s educational personalities and musical knowledge and experience, to indicate her all performance with poems and to remind her value among the collegues, musicians and poets in 19th century.
*Bu çalışma, Sakarya Üniversitesi tarafından düzenlenen Uluslararası Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi’nde (5-7 Mart 2009) bildiri olarak sunulmuştur.
‘ Sakarya Üniversitesi Türk Dili Öğretim Görevlisi / erturk@sakarya.edu.tr
GİRİŞ
19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin bir önceki dönemde başlayan çöküşünün (yapılan tüm yenilikçi girişimlere-ıslahatlara rağmen) hızlanarak devam ettiği, dışarıda bir yanda Rus istilaları, diğer yanda Batılı devletlerin tehdidi devam ederken, içeride de Fransız İhtilali’nin etkisiyle ayaklanmaların, isyanların çoğaldığı bir dönemdir. Bu yüzyıl III. Selim idaresinde başlayıp, IV. Mustafa, II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murad ve II. Abdülhamit gibi padişahların idaresindeki dönemi kapsamaktadır. Siyasi alandaki istikrarsızlığa karşın kültür ve sanatta ilerlemelerin kaydedilmiş olması göze çarpmaktadır. Bir önceki, adına Lâle Devri de denilen dönem, sosyal hayatın yanında farklı alanlarda da yeniliklerin olduğu bir dönemdir; şiir, mûsiki, hattatlık, mimari, çiçekçilik başta olmak üzere askerlik ve pozitif ilimlerde de çalışmaların yapıldığı, İstanbul’da matbaanın açıldığı, yurt dışına elçilerin gönderildiği, kültürel alanda hızlı gelişmelerin yaşandığı bir dönem olup 19. yüzyıldaki ıslahatlara zemin hazırlamıştır. III. Selim ile aynı reformcu fikirleri paylaşan II. Mahmud tüm Osmanlı kurum ve toplumunu kapsayan reformlar oluşturmuştur (Shaw, 2006: 25).
1. Adile Sultan’ın Hayatı
Sayısı oldukça çok olan şair ve bestekâr Osmanlı padişahlarının meydana getirmiş oldukları eserler şiir ve mûsikînin güzel örneklerini oluşturmaktadırlar.1 II. Mahmud da sanata ve sanatçıya değer veren bir padişah olup kendisi de bizzat şiirle ve mûsikiyle ilgilenmiştir. Hattat ve bestekâr olan II. Mahmud “Adli” mahlasıyla şiirler yazmıştır. II. Mahmud, Zer-Nigâr adlı eşinden 1826 yılında doğan (Banarlı, 1997: 841) en küçük kızına kendisinin de mahlas olarak kullandığı “doğruluğu gösteren” anlamına gelen Âdile ismini koymuştur.
Topkapı Sarayı’nda doğan Âdile Sultan’ın, çocukluğu Dolmabahçe Sarayı’nda gençliği ise Beylerbeyi Sarayı’nda geçmiştir. Âdile Sultan, dört yaşına geldiğinde annesini, on üç yaşına geldiğinde ise babasını verem hastalığı neticesinde kaybetmiştir (Sakaoğlu:2007: 225). II. Mahmud vefatından önce terbiyesiyle ilgilenmesi için başkadını olan Nevfidan Kadın’ı görevlendirmiştir. Âdile Sultan özel hocalardan din, edebiyat, mûsikî dersleri almış ve hattat Ebubekir Mümtaz Efendi’den ta’lik yazısını da öğrenerek dîvân oluşturacak kadar şiirler yazmıştır. Yetişme döneminde kuvvetli bir dil ve edebiyat kültürü edindiği şiirlerinden bellidir (Mazak, 2000:18, Banarlı, 1997: 841)
II. Mahmud güvendiği ve kabiliyetli bulduğu mabeyncisi Mehmed Ali Paşa’yı Nizîb’deki orduyu teftiş ile görevlendirmiş, bu vazifeyi yapıp döndüğünde kızı Âdile Sultan ile evlendirebileceğini vaad etmiştir. Mehmed Ali Paşa geri döndüğünde II. Mahmud’un ölüm haberini alır. Yerine II. Mahmud’un oğlu, Âdile Sultan’ın ağabeyi olan Abdülmecid geçmiştir. Kardeşini himaye eden Abdülmecid, birkaç yıl sonra babasının vaadini yerine getirerek o sırada Tophane müşiri olan Mehmed Ali Paşa ile kızkardeşini evlendirmeyi uygun görerek Hatt-ı Hümâyûnu Bâb-ı Âli’ye yollar. Âdile Sultan yirmi yaşına geldiğinde Haydarpaşa Çayırı’nda yapılan görkemli bir düğünle evlenmiştir. Komaski’nin havalandırdığı balon, bunun İstanbullulara yaşattığı heyecan ve Boğaziçi’nin iki taraflı sahilhânelerine asılan kandiller, geceli gündüzlü bir hafta süren eğlencelerle unutulmaz bir düğün olmuştur. Âdile Sultan, mükemmel bir alayla kendisine hediye edilen Neşadâbâd Sâhil Sarayına getirilmiştir. Evlendikleri yıl eşi Kaptanıderyalığa atanmıştır (Mazak, 2000: 26, Sakaoğlu, 2007: 226). Evliliği süresince dört çocukları olmuş ancak Hayriye Hanım Sultan dışındakiler çok yaşamamıştır. Hayriye Hanım Sultan ise birinci eşinden kısa bir zaman sonra ayrılarak 1866’da ikinci evliğini yapmış, üç sene gibi kısa bir zaman sonra ince hastalığa yakalanarak vefat etmiştir (Uluçay, 1992: 136). Ardından 1868 yılında eşini kaybeden Âdile Sultan, hissettiği derin üzüntülere şiirlerinde yer vermiştir.
Âdile Sultan güzel yüzlü, nârin, orta boylu, kumral, mavi-ela gözlü, nûranî, asaletini gösteren hal, hareket ve terbiyeye sahip olup, alaturka giyinen, ağabeyi Abdülmecid’den sonra Âl-i Osman Hânedânlığı’nın en yaşlı ve kıdemlisi olması sebebiyle, “Erkek olsa idi saltanat ve hilâfet makamında bulunacak bir Sultanefendiydi” diye anılmıştır (Mazak, 2000: 39). Osmanlı hânedanının sorunlarıyla da ilgilenen Âdile Sultan, padişahlara gerekli uyarılarda bulunmaktan da çekinmemiştir. Hatta I. Abdülmecid’in 1847 yılındaki köle ticaretini yasaklama kararında Âdile Sultan etkili olmuştur (Kolçak, 2005: 82). II. Abdülhamid halasını her zaman saygıyla karşılamış hatta çok sevdiği kahvesini ve nargilesini kendi eliyle önüne koyduğu söylenegelmiştir. (Sakaoğlu, 2008: 81) Abdülhamid’in Âdile Sultan, saraya kendisini ziyatere geldiğinde asker dizdirip, muzıka çaldırarak Sultan’ı bir hükümdar gibi kabul ettiği de bilinmektedir (Kemal, 1969: 15).
Âdile Sultan, Osmanlı’daki kadınların zaten varolan hak ve sorumluklarının ağırbaşlılıkla saray ve evleri dışına taşımalarına yardımcı olmuş, evlerinden dışarı çıkmaları sınırlı olan kadınlar, Boğaziçi’ni, mesire yerlerini, yalıları tanıma olanağını onun öncülüğünde bulmuşlardır. Abdülmecid’in getirdiği yeniliklerle aynı tarihlere rastlayan bu gezintiler bazı çevrelerce hoş karşılanmasa da Âdile Sultan’ın dindarlığı ve ağır kişiliği bu kişilerin tepkilerini ortaya koymalarını engellemiştir. Âdile Sultan sarayında, acemiler işlerini bitirdikten sonra uzun etekli entarilerini giyerek çalgı çalacaklar meşkhâneye, yeni derse başlayacaklar hocanın odasına, orta tahsil derecesinde olanlar da Hacı Nasuh Efendi tarafından sarf, nahiv dersinden tarihe kadar çeşitli dersler almışlardır. Saraydaki kızlara bunun dışında çalgı, şarkı, müsamere, teşrifat, giyim gibi çeşitli dersler de verilmiştir. Böylece Âdile Sultan sarayında irfan sahibi, iyi eğitim almış birçok genç yetişmiştir. Bunlardan bazıları padişah sarayında hizmet etmiş bazıları da padişah zevcesi olmuştur (Mazak, 2000: 42). Âdile Sultan’ın Çerkez cariyelerinden olan ve lavta çaldığı bilinen Zihniyâr Kalfa (Tanrıkorur, 2004:) sultanın sarayında aldığı mûsikî eğitimiyle de daha sonra Türk mûsikîsi için önemli bir isim olan oğlu Tanburî Cemil Bey’i yetiştirmiştir.
Âdile Sultan sarayı, her düzeyden insana özellikle kadınlara açık olmuş, onların görgü ve bilgilerini arttırmalarına ve sosyalleşmelerine yardımcı olmuştur. Âdile Sultan sarayı dönemin müzisyenlerine, edebiyatçılarına ve siyasetçilerine açık olmuştur. Saraylarında bulundurduğu sâzende ve hânendeleri ünlü olup Tanzimat döneminin en renkli ve eğlenceli geceleri bu saraylarda yaşanmıştır. Kuruçeşme sarayında alaturka saz takımı ve alafranga orkestra bulunmuştur. Saray mutfağının İstanbul’a has en lezzetli yemeklerinin sunulduğu sofraların ardından, mekanın sâzende ve hânendeleri davetlileri mest etmiştir (Kolçak, 2005: 82, Mazak 2000: 43). Âdile Sultan’ın sarayında zaman zaman vakit geçirme imkânı bulan Leyla Saz’ın saray ziyaretlerinden aktardığına göre, Âdile Sultan piyano çalmayı bilmektedir. Hatta bir gün sultanın kendisine piyanoda polka çalmasını öğrettiğinden bahsetmektedir (Kolçak, 2005: 89). Muntazam olarak piyano ve ud çalan Âdile Sultan, hüzünlü olduğu zamanlarda kendince küçük besteler yaparak yanından hiç ayırmadığı gümüş muhafaza içindeki yazı takımıyla şiir yazar içini mısralara dökmüştür (Eraslan, 2007: 155)
Âdile Sultan sultan şiire meraklı olduğundan, şiir söyleyen hanımları saraya getirerek, şiir meclisleri tertip etmiştir. Bunun yanında din ve tarikat ehli insanları, âlimleri saraya çağırarak dînî-ilmî sohbetler düzenlemiştir. O zamanın Râbiat-ül Adeviyyesi kabul edilmiştir. Kânunî Sultan Süleyman’ın “Muhibbi” divânını ilk kez 1890 yılında bastıran ve saray halkına dağıtan da Âdile Sultan olmuştur (Mazak, 2000: 41)
Eşini ve kızını kaybettikten sonra Nakşibendi şeyhi Ali Efendi’ye intisap etmiş ve bundan sonra evine çekilerek kendini daha çok ibadete ve hayır işlerine adamıştır (Mazak, 2000: 48).
12 Şubat 1899 tarihinde 75 yaşında vefat eden Âdile Sultan’ın cenaze töreni büyük bir halk kitlesi ve çeşitli görevlerdeki insan kalabalığıyla hüzün alayına dönmüştür. Türbesi Eyüp Sultan Camii yakınında sahilde Bostaniskelesi mevkiindedir. Âdile Sultan sandukası, eşi Mehmet Ali Paşa ve çocuklarının sandukası ile aynı türbe içinde yer almaktadır (Mazak, 2000: 67, Özdemir, 1996: 41).
Âdile Sultan İstanbul’da faklı mekanlarda yaşamış ve pek çok çeşme, medrese, kütüphane, hayrat yaptırmıştır:
Âdile Sultan Sıbyan Mektebi: Küçük Mustafa Paşa’daki bu bina bugün de “Âdile Sultan Çocuk ve Halk Kütüphanesi” olarak kullanılmaktadır. Galata Arap Camii Mektebi, Âdile Sultan tarafından mektep olarak yaptırılmış ancak günümüze ulaşamamıştır. Anadoluhisarı Mektebi’nin ise sadece vakfiyede adı geçmektedir. Âdile Sultan’ın büyük meblağlar harcayarak yeniden yaptırdığı Silivrikapı’da bulunan Seyyid Nizâmeddin Dergâhı, Üsküdar Dudullu mevkiinde babasının ruhunu şad etmek için yaptırdığı Âdile Sultan çeşmesi, babasının ve kocasının sık sık ziyaret ettiği Galata Mevlevîhanesinde yaptırmış olduğu Âdile Sultan sarnıcı ve Şadırvanı, eşi Mehmet Ali Paşa’nın ruhunun şad olması için Galata’da Arap cami avlusunda yaptırdığı bir başka sarnıç ve şadırvan, bu gün maalesef yerinde olmayan ancak Altunîzâde civarındaki İsmail Paşa Mahallesindeki korulukta bulunan Âdile Sultan Namazgâhı, 1947 yılında yandığı için şimdi yerinde Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bulunan gelin geldiği Âdile Sultan Yalısı, Koşuyolu-Altunîzâde arasında bulunan Âdile Sultan Yazlık Kasrı, yıkıldıktan sonra tekrar inşa ettirilen Silivrikapı’daki Bâlâ Camii, Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabrinin sağ yanında bulunan ve muhtelif zamanlarda bakımını yaptırdığı tamir ettirdiği Âdile Sultan İtifak Odası, Abdülmecid’in Âdile Sultan için yaptırdığı Kandilli’deki Âdile Sultan Sarayı ölümünden önce isteği üzerine kız mektebi olarak kullanılması için Milli Eğitim’e bağışlanmıştır. Sarayda meydana gelen yangından sonra restorasyon yapılmıştır. Bugün eğitim ve kültür merkezi olarak kullanılmaktadır. Çok sayıda vakfiyeleriyle sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamıştır. 19. yüzyılda kurulan 72 sultan vakfından 45’i beş kadın Sultan tarafından yaptırılmıştır. I. Abdülhamid’in kadınları Ayşe Sîneperver Vâlide Sultan ve II. Mahmud’un annesi Nakşidil Vâlide Sultan, II. Mahmud’un kadınları, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan ve Pertevniyâl Vâlide Sultan’dır (Özdemir, 1996, Mazak, 2000). Âdile Sultan bu beş kadın sultan içerisinde yer almaktadır.
2. Âdile Sultan’ın Edebî Kişiliği
Osmanlı Hânedânı içinde divân sahibi tek kadın şaire olan Âdile Sultan’ın şiirlerinde sade, edebî sanatlardan uzak bir dil kullanmayı tercih ettiği görülmektedir. Şiirleri teknik bakımdan eksik görülse de samimi olarak kabul edilmiştir. Şiirlerinde genellikle Allah ve Peygambere olan ilahî aşkını, yaşadığı olayları, babasının, eşinin ve kızının vefatının ardından duyduğu derin üzüntüyü konu edinmiştir. On iki tarikatın şeyhinden ayrı ayrı bahsedecek kadar tasavvuf bilgisine de vakıftır. Hece vezni ile yazdığı şiirlerinde Yunus Emre etkisi, aruz ile yazdığı şiirlerinde ise Şeyh Gâlib etkisi hissedilmektedir. Zaten 19. yüzyıl divân şiirinin genel atmosferine baktığımızda da orijinal söyleyişlerin pek olmadığı görülmektedir.
Âdile Sultan’ın bu yüzyılda tekkelerde Yunus tarzı ilahîler söylenmesinden (Banarlı, 1997: 843) etkilenmiş olması da muhtemeldir.
Banarlı, Âdile Sultan’ın Tahassürnâme ve İftiraknâme isimli mesnevi şeklindeki manzumelerinde kendi hayatı hakkında değerli bilgiler verdiğini kaydederek, Sultan Abdülaziz’in ölümünden duyduğu acıyı belirttiği bir şiirinde hükümdarın intihar ettiği veya öldürüldüğü konusundaki tereddütlere ışık tutacak mısralar söylediğini belirtmektedir (Banarlı, 1997: 841).
Divân’ının; Millet Kütüphanesi’nde Ali Emiri Nüshası, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Nüshası, Topkapı Sarayı’nda üç farklı nüsha mevcuttur. Divânında; gazeller 2388, münacat 103, tevhid 88, na’at 302, mersiye 54, bahariye 12, mehdiye 20, murabba 264, müseddes 108, terkib-i bend 328, kıt’alar 240, mesnevi 488 ve tuyug 20 beyit halinde yer almaktadır.
Âdile Sultan’ın edebiyata tek katkısı sadece yazmış olduğu divânı değildir. Aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın “Muhibbi” mahlası ile yazdığı divânını ilk kez bastırmıştır (Bayraktar, 2019:30).
3. Âdile Sultan’ın Musikîşinaslığı
Çok yönlü ve kültürlü bir Sultan olan Âdile Sultan’ın şiir dışında mûsikiyle de yakından ilgilendiği, piyona ve ud çaldığı günümüze aktarılan bilgiler arasındadır. Ayrıca “Gizlice Şâh’a buyur, Hâne-i tenhâya buyur” mısralarıyla başlayan Sofyan usûlünde bestelediği bir Hicaz Hümâyun İlâhi mevcut (Mazak, 2000: 128) olan güftesi Âdile Sultan’a aid olan; Düyek usûlündeki Sabâ İlâhi Dursun Çakmak tarafından, Düyek usûlünde Hüzzam İlâhi Hacı Faik Bey tarafından ve Evsat usûlündeki Şehnâz (Tevşih) yine Hacı Faik Bey tarafından bestelenmiştir (Ergen, A., Türk Mûsikîsi Nota Programı, Erenköy-İstanbul). Âdile Sultan’ın bestelenen ve iyi bilinen şiiri “Merhaba ey fahr-i âlem merhaba” adındaki Hacı Faik Bey tarafından bestelenmiştir.
Klâsik Türk şiirindeki, mûsiki sadece seste yani âhenkde kalmamış, mûsikî terimleri (çalgı, makam, usûl, form ya da mûsikî ile ilgili müteferrik unsurlar) bir çok şaire ilham kaynağı olmuş, çeşitli tasavvur ve tahayyüllerle kullanılmıştır; Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’sinin ilk on sekiz beyitinde “ney” in bir metafor olarak kullanılması, sonrasında Dede Ömeri Rûşeni’nin “Neynâme” isimli bir mesnevi oluşturması, Ahmed Daî’nin Çengnâme adlı eseri, Şeyh Gâlib’in “ney” ve “tanbur” redifli beyitleri bunun en güzel örnekleridir.
Âdile Sultan Dîvânı’ ndaki mûsikî ile ilgili tasavvur, tahayyül ve kullanımlara gelince şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
1. Mûsikîyi tanımladığı beyitleri
2. Mûsikî makamlarının isimlerine yer verdiği beyitleri (Uşşak, Hicaz, Isfahan, Sûz-ı dilârâ, Evc)
3. Mûsikî usûllerinin isimlerine yer verdiği beyitleri (Zencir)
4. Mûsikî çalgılarının isimlerine yer verdiği beyitleri (Ney, Tanbur, Kûs, Tabl, Kanun?)
5. Mûsikî ile ilgili diğer unsurlara yer verdiği beyitleri (Âhenk, Mutrip, Nağme, Nevâ, Perde, Sazın teli)
Âdile Sultan’ın, Dîvânı’nda mûsikîyi tanımladığı, “mûsikî” redifli toplam yedi beyiti mevcuttur.
Mûsikî redifli gazelinde Âdile Sultan mûsikînin; aşk ehlinin canına zevk, kalbine şevk verdiğini, bunun da müminin arzu ettiği bir keyif olduğunu (G. 158/1), her anı bir çeşit bayrama dönüştüren ve aşığı yükselten rüzgarın mest olmuş kulağına, cânın Sûr sesi gibi geldiğini (G. 158/3), Aşkın mutribinden ve âhenginden işitilen, dönen raks dediği semaya götüren bir can izi (G. 158/6), Evc makamında Sûz-ı dilârâ’ya yol, bu hikmeti ve minneti bildiren (158/5) ve aşk hastasına yürüyen ruh olabilecek mûsikînin niteliğinin defter ve dîvânlara sığmayacağını (G. 158/7) belirtirken mûsikî sevgisini de dile getirmiştir.
Ehl-i ‘aşka şevk-i kalb ü zevk-i cândır mûsikî
Hoş hevâdır mü’mine hâlet-resândır mûsikî (G. 158/1)
‘Âşıkı eyler sa’id her bir demin bir gûne ‘id
Gûş-i sermest-i Sabâ’ya Sûr-ı cândır mûsikî (G. 158/3)
Bu ne âhenk kim götürür Raks’a çarhı ‘Âdile
Mutrıb-ı ‘aşkı işit cândan nişândır mûsikî (G. 158/ 6)
Râst’dır Sûz-ı dilârâ’ya makâm-ı Evc’de
Ol zehî minnet zehî hikmet beyândır mûsikî (G. 158/5)
Mûsikî tavsife sığmaz defter ü divânlara
Hasta-i ‘âşka ‘aceb rûh-ı revândır mûsikî (G. 158/ 7)
Uşşâk perdesinde Hicâz makamını yakıcı eyleyen mûsikînin, Acem mûsikîsindeki başlıca sazlardan biri olan Çeng ve de Isfahân makamının âhengi olduğunu ifade ederken Hicâz, Uşşâk, Isfahân, Perde, Çeng kelimleriyle tenasüp oluşturmuştur (G.158/2), Uşşâk, Perde, Ney, Nevâ kelimeleriyle tenasüp oluşturduğu bir başka şiirinde derdinin iniltisinin göklere eriştiğini, âhının da Uşşâk makamında perde perde olduğunu ve inlemeyi feleğin sazendesi olan Zühre duysa durmadan döneceğini, gönülün bu anlarda aşk neyinin nağmesini duyduğunu ifade etmiştir (Tahmis-i Gazel 5) Böylelikle görülmektedir ki Sultan’ın eserlerinde kaleme aldığı beyitleri dua niteliğindedir.
Sûznâk eyler Hicâzî perde-i ‘Uşşâk’dan
Ceng-i A’cem ü Nevâ-yı Isfahân’dır mûsikî (G.158/2)
Mihr-i Mevlâna oğunca evc-i sinemde tamâm
Sûz-nâkim şöyle kânûn-ı muhabbetde müdâm
Nâlemi duysa döner Zühre ilâ yecmi’l-kıyâm
Ah u zârım perde perde tutdu Uşşakı makâm
Dil semâ’ etdi bu demlerde Nevâ-yı nay-ı ‘aşk (Tahmis-i Gazel 5)
Peşrev, beste ve kârlarda kullanılan 120 zamanlı büyük usûllerden biri olan Zencîr usûlüne (Özkan,1987: 685) ilâhî aşkı dile getirirken yer verdiği beyitinde, kendisinin yarin zülfüne bağlı bir divâne haline geldiğini ve aşkın zencir bestesiyle perişan âşık olduğunu dile getirmektedir:
Zülf-ü yâre bağlı bir divâne oldun ‘Adile
Beste-i zencir-i ‘aşk üftâde ser-gerdân mısın (G. 132/7)
Âdile Sultan’ın şiirlerinde adını en çok zikrettiği mûsikî çalgısı ney olup ney-âşık (insan-ı kâmil), ney-gönül, ney-aşkın sazı gibi benzetme ve tahayyüllerle karşımıza çıkmaktadır.
Ney, dîvan şiirinde ney ile ilgili rivayete binaen metafor olarak kullanılagelmiştir. Âdile Sultan bu beyitinde Mesnevî’nin ilk beyitine telmihte bulunarak “Dinle” lafzıyla beyitine başlamakta ve âşıkların semâya ayak basmasıyla, neyin feryadının bu aşıklara hoş safâ olacağını söylemektedir. (G. 158/4) İnsanın göğsünde delikler açılması acı verici gibi görünse de, sonunda her ikisi de ilâhî sadâyı aksettirmek gibi mutlu bir amaca ulaşacağından bu acılar bir bakıma vecd, coşku ve zevk kabul edilebilir (Demirci, 1997: 71). Aşkın nağmelerini, kalbinin neyindeki o şevki, mutrip, tanbur ve saz dinlese inler, ney ilâhî aşkın şevki, bezmdeki diğer sazlar neyin sesinden etkilenerek inleyenler olarak tasvir edilmiştir (G. 30/10).
Dinle ‘âşık hoş safâdır cânlara feryâd-ı ney
Kim semâ’ içre kudûm-ı ‘âşıkândır mûsikî
Gûş etse nây-ı kalbimden nevâ-yı ‘aşkımı
Mutrib ü tanbûr u sâz ol şevk ile nâlan olur (G. 30/10)
Ney aşkın sazıdır ve bu özelliğinden dolayı dinleyenleri mest eder. Âdile Sultan aşağıdaki beyitinde âşığa, gel boş gezme, cihanda aşkın sazı olan neyi sessiz ve mest olmuş olarak dinledikten sonra gönül ile gezinelim demektedir:
Gel sâz-ı ‘aşkı eyle gûş neyden olup mest ü hamûş
‘Âşık cihânda gezme boş cân ile seyrân edelim (G. 120/7)
Eserinde dinî-tasavvufî etkinin açıkça görüldüğü Âdile Sultan’ın Ehl-i beyte ve Hz. Peygambere olan sevgisini dile getirdiği gazelindeki bir beyitinde, Feleğin mutribinin nağmeleri başlayınca tanbur olup, gönlüm ney misali ah eder (Na’t 21/5) derken bir başka beyitinde âşık ney misali ayrılık acısıyla inleyendir, âşık gerekli mertebeleri geçip Hakk’a eremeyince geceleri âhı artmakta gözyaşı dökdüğü bu gecelerde, gönlü ayrılık acısıyla ney gibi inlemektedir:
Firkatinle cân ağlar ney gibi inler gönül
Vasla âşık ermeyince âhı artar geceler (G. 37/5)
Nevâya mutrib-i çarh eyledikçe âgâzı
Misâl-i nây ederem âh-ı dil olup tanbur (Na’t 21/5)
Bir bahar günü kaleme aldığı muhtemel olan, baharı tasvir ettiği aşağıdaki beyitinde ise, tanbur ve bülbülün nağmeleriyle safa bulduğunu ve cennete dönen gönlünde sevdiğinin güllerinin yeni açtığını ifade ederken tanbur sesinin safa verdiğini dile getirmektedir (G. 165/9)
Nağmede tanbûr u bülbül hem safâda Âdile
Cennet-i sînede taze açdı cânân gülleri (G. 165/9)
Bir diğer beyitinde, özellikle Osmanlı Mehter Mûsikîsi’nin önemli vurmalı çalgılarından birisi olan köse yer vermiştir. Hâkimiyetin sembolü kabul edilen köse “yüceliğin kösü” ifadesini kullanmış ve onun her an çalınmasını ve ses vermeye devam etmesini dilemiştir. Şair ayrıca âşık olana geceler en mutlu bayram gibidir, diyerek gece gündüz ve bayram günlerinde nevbetlerde çalınan köse telmihte bulunmaktadır:
Çalınıp versin sadâ her demde kûs-ı rif’ati
Âşıka bayram günüdür kadr-i es’ad geceler (G. 37/4)
Türk milli çalgılarının en eskisi kabul edilen davul, Arapça’da “tabl” olarak geçmektedir (Öztuna, 2000). Mehterin fetihlerde de vurduğu davulun sesini, geceler redifli gazelinde Âdile Sultan vuslata eren âşık için safa verici olarak nitelendirmektedir:
Gevher-i la’li safâsı bağ-ı ‘aşka goncadır
Kim sadâ-yı tabl feth-i kal’a-i vuslat gönül (G. 100/3)
İlâhi aşkı dile getirdiği bir başka beyitinde ise, aşk kanûnunun sesi ile gazel okuduğunu ve yardım dilediğini söylemektedir:
Alıp fermânıla kânûn-ı ‘aşkı dest-i ta’lime
Gazel okudum ol şâha ‘Arapça (huz yedi seydi) “beyim elimden tut” (G. 161/4)
Saz, mûsikî çalgılarının tümüne verilen genel bir addır. Âdile Sultan Şeyh Gâlip’tekine (Ş.G., Kıt’a 37) benzer bir tahayyülle bu unsura yer vermekte ve aşk sazının sesi ile çoşarak mest olduğunu, safa denizinin incilerini çoşkun dalgalarla saçtığını dile getirir. Şair bir diğer beyitte ise gönül sazının teline bir kere dokunsan, bozulunca bin türlü iltifatta da bulunulsa bir daha düzelmez diyerek uyarıda bulunmuştur (G.144/6) Bir Başka beyitinde ise bazen mutrip ve bazen saki gibi görünen sırın daima meclis, yaşam ve gücün sahibi olan Allah’ta olduğunu dile getirmektedir (G. 1/5)
Hurûş ile sâdâ-yı sâz-ı ‘aşka mest olup cümle
Coşup emvâc ile bahr-ı safa incilerin saçdı (G. 161/5)
Bir kere tokunsan teline sâz-ı derûnun
Bin dürlü nüvâziş ile düzelmez bozulunca (G. 144/6)
Onundur bezm-i bâki ‘ayş-i bâki kudret-i bâki
Gehi mutrib gehi sâki olur bir sırrıdır mâhzâ (G. 1/5)
Sonuç
Şiir ve mûsikî yaşadığı dönemin sosyal hayatından izler taşır. Bu iki unsurun birlikteliği 19. yüzyıl boyunca da devam etmiş, güftelerin dîvân şairlerinin şiirlerinden seçilmiş olmasının yanında şairler de mûsikî terimlerinden faydalanmış, bu mûsıkî terimlerine çeşitli tahayyüllerde yer vermişlerdir.
Şiir mûsikî, mûsıkî de şiir için oldukça önemli olup birbirini besleyen ve kültürün tamamlayıcısı olan iki disiplindir. Bu sebeple şairlerin söz varlıkları kültürün parçası olarak kabul edildiğinde, bu yaklaşımdan yola çıkarak mûsikînin kavramlar dünyasını anlamak ve bu anlamda yapılacak olan çalışmaların artmasının bütünü anlayabilmek adına bir kapı aralayacağı düşüncesindeyiz.
Genel bir araştırma yaptığımızda 19. yüzyıl sosyal değişimlerinin zeminini hazırlayan 18. yüzyıl dahilinde de erkek şairlerin şiirlerinde mûsıkî unsurlarına sıklıkla yer verildiğini biliyoruz. Ancak Âdile Sultan hem Osmanlı sarayı mensubu, hem şair, hem de mûsikîşinas ve elbette Osmanlı Sarayı’nın güçlü kadınlarından olması hasebiyle dikkat çekmektedir. Gerek şiirlerinden gerekse hakkında bilgi veren kaynaklardan hareketle Âdile Sultan’ın sanata karşı ilgisi olan, mûsikîye yatkın, kültürlü ve çok yönlü bir kadın sultan olduğunu söylemek mümkündür. Şiirlerindeki mûsikî unsurlarından hareketle yaptığımız bu tespit ve tahlil çalışmasında Bu çalışmada, Osmanlı kadını olan Âdile Sultan’ın gözünden sarayın edebiyata, sanata ve tasavvufa bakış açısından kesitler sunmaya çalışılmıştır.
Mûsıkî tarihinde bilindiği gibi 19. yüzyıl tekke mûsikîsinde özellikle Mevlevî mûsikîsinde gelişmenin kaydedildiği bir dönemdir. Geçmiş yıllara oranla bu yüzyılda çok daha fazla âyin bestelenmiştir. Kaynaklarda, Nazarî alandaki çalışmaların arttığı da belirtilmiştir. Bu konuda III. Selim ve II. Mahmut gibi bizzat mûsikî ile uğraşan ve mûsikîşinasları teşvik eden padişahların etkisinin olduğu kabul edilmektedir. Diğer yandan kadın sultanlardan Âdile Sultan’a baktığımızda onun da mûsıkîyi teşvik ettiğini söylemek mümkündür; gerek evinde tertiplediği mûsikî meclisleri gerek sarayında bulundurduğu incesaz grubu gerekse yanındaki kızların eğitimlerinde ve mûsikî öğrenimlerindeki titizliği dikkate değerdir. Kendisi de bizzat mûsikî ile ilgilenip; piyano ve ud çalarak etrafındakilere örnek teşkil ettiği gözardı edilmemelidir.
Âdile Sultan’ın, Hikmet Özdemir tarafından çalışılmış olan dîvânını incelediğimizde mûsikî terimlerinden Uşşak, Hicaz, Isfahan, Sûz-ı dilârâ ve Evc makamını, Zencir usûlünü, Ney, Tanbur, Kûs, Tabl, Kanun adlı çalgıları, Âhenk, Mutrip, Nağme, Nevâ, Perde, Sazın teli gibi diğer mûsikî unsurlara çeşitli tahayyül ve benzetmelerle yer verdiği görülmüştür. Bu, Âdile Sultan’ın hem iyi bir musikişinas olmasının yanında Osmanlı Türkçesi’nin inceliklerine ve edebiyatına hâkim olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda bu beyitler onun hal dilinin vücud bulmuş şeklidir.
Osmanlı Devleti’ndeki kadın sultanlar içerisinde dîvân sahibi tek kadın olmakla beraber mûsikîye olan ilgisiyle de farklı bir yere sahip Âdile Sultan, yaşadığı acı ve hüzünlerin de yol açtığı ruh haliyle aynı zamanda Osmanlı aydın kadınının en güzel temsili olmayı başarmıştır.
KAYNAKLAR
BANARLI, Nihad Sami (1997) Resimli Türk Edebiyatı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
BAYRAKTAR, N. (2019) Âsâr-ı Bakiyye, (Haz. İ. Dağdelen,H. Türkmen),Hiperyayın 332, İstanbul.
DEMÎRCÎ, Mehmet (1997) Mevlânâ’dan Düşünceler, Akademi Kitabevi, İzmir.
ERASLAN, Sibel (2007) Osmanlı Sarayında Kadın Sultanlar, Selis Yayınları, İstanbul.
DEVELİOĞLU, Ferit (1993) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara.
ERGEN, Aytaç, Türk Mûsikîsi Nota Programı, Erenköy-İstanbul
KEMAL, Mahmud İbnülemin (1969) Son Asır Türk Şairleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, c. I, İstanbul.
KOLÇAK, Aynur (2005) Âdile Sultan, Kastaş Yayınevi, İstanbul.
MAZAK, Ferda (2000) Sultan II. Mahmud’un Kızı Âdile Sultan, Çamlıca Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, İstanbul.
ÖZDEMİR (1996) Âdile Sultan Dîvânı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
SAKAOĞLU (2008) “Âdile Sultan” Osmanlılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yayınları, c.1, İstanbul.
SAKAOĞLU, Necdet (2007) Osmanoğullarının Ünlü Kadın Sultanları, Creative Yayıncılık, İstanbul.
SHAW, J. STANFORD, SHAW, EZEL KURAL, (2006) Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye
TANRIKORUR, Cinucen (2004) Türk Müziği Kimliği, Dergah Yayınları, İstanbul.
ULUÇAY, M. Çağatay (1992) Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
YILMAZ, Nilüfer (2002) Âdile Sultan Dîvânı’nda Dînî- Tasavufî Unsurlar, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski Edebiyat Bilim Dalı, Basılmmaış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya.