Töre’de Kılınç Üzerine

Dîvânü Lügât-it Türk’te kılınç sözü “ahlak, huy” izahıyla karşılanıyor. Ancak Kaşgarlı edgü kılınç yani “iyi ahlak” tamlamasına dayanarak “Bunun zıddına da kılınç denir.” açıklamasını ekliyor. Biraz erken davranarak sözlük bilgisi bağlamında baktığımızda bile kelimenin hem olumlu hem de olumsuz anlamlara kapı araladığını görüyoruz. Ki bu durum kelimenin, bağlamını içinde taşıdığı anlamına da gelir. O halde ele aldığımız kelimenin sözlük çerçevesinde dahi bir kavram olarak belirginleştiğini söyleyebiliriz.

Türkçe, hikmetli bilgi medeniyetinin kendini ifade ettiği bir felsefe dilidir. Bu açıdan baktığımızda Türkçede; karşımıza çıkan her unsurun, etrafında devasa bir anlam heyetiyle yürüyen başlıklar halinde ele alınmasını zorunlu kılıyor. Öyle ki söz dizimindeki en küçük eleman bile çoğu zaman bir kavramdan türer. Misal olarak “ile” bağlacının ilk hali “birle”dir ve kökünde “bir” sözü vardır. “Bir” kelimesinin ise Türk varlık edebiyatının en temel kavramlarından olduğunu biliyoruz. Biraz daha ileri giderek Türkçede kelime kökünün tek ses olduğuna özel bir dikkatle bakalım. İşte o tek ses dahi Türkçe mânâ ummanında karşımıza birtakım mefhumların kökeni olarak çıkar. Bu duruma örnek olarak Türkçe varlık işaretleyicilerini gösterebiliriz. Dilimizde ba- ve yo- sesiyle başlayan kelimeler varlığın çeşitli durum ve biçimlerini ihtiva eden kavramların açılış kapısıdır. Ba– sesinden b/var, varlık, varmak, bakış, bakım, barış ve benzeri kelimeler türemiştir. Bu kelimelerin varlık, bilgi ve duyuşumuzun önemli kavramlarından olduğunu hayranlıkla görüyoruz. Yo– sesinden ise varlığın, içinde bulunduğumuz an itibarıyla görüş mesafemiz dışında kalan biçim ve durumlarını içeren sözlerle karşılaşırız. Örnek olarak yok, yoğun, yoklama, yoğurt ve benzeri kelimeleri gösterebiliriz. Türk aklının icadı olan Türkçenin marifetleri tabii ki anlatmakla tüketilemeyecek kadar zengin bir çeşitliliğe sahip.
Bu yazıda kılık ve kılınç sözlerinden yola çıkarak Töre’de ahlak anlayışını, yine Töre’nin dili Türkçe üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.
Orhun Yazıtları’nda kıltım, kılmış, kıldı, kıldım, kılındukta, kılınmaduk, kılınmış sözleri sıklıkla kullanılır. Bu kelimeleri günümüzde de neredeyse değişmeden aynı anlamlarda kullanmayı sürdürüyoruz. Kılmak bir eylem olarak; bir işi, bir ödevi yapmak, …yerine getirmek, özel bir seçicilikle bir şeyi ona uygun bir yere konumlandırmak anlamlarına geliyor. Dîvânü Lügât-it Türk’te kıl- maddesi iki başlık altında açıklanmış. Birinci maddede “kıl; insan vb. kılı” ikinci maddede “er işi kıldı” misali verilerek “adam işi yaptı” açıklaması getirilmiş. Kaşgarlı’da kılgan; yapan çalışan, kılk; huy, kılmış; yapılmış, kılturmak; yaptırmak, izahları var. Kılış maddesi bir işi yapmakta yardım etmek olarak açıklanır. Kılıç sözünü ise hala aynı anlamda kullanıyoruz. Kılmak, yapmak ve etmek eylemlerinde özel seçiciliğe yönelen tutumlara vurgu yapıyor. Kaşgarlı’da Kıldruk kelimesi buğday başağındaki kılçığa verilen ad olarak geçer. Günümüzde küçük boy balıkların ince kemik yapılarına kılçık diyoruz. Argoda gereğinde fazla titizlik göstermek “kıllık” olarak adlandırılır. Yine argoda herhangi bir konuya gereksiz müdahaleler için de “kılçıklık yapma” deyimi kullanılır. Fasulye ve benzeri sebzelerin yeşil kabuğunda ve ekin başaklarında bulunan sert ve kıl gibi uzun liflere de “kılçık” diyoruz. Gerek balıklar ve gerekse bazı bitkilerin esnek yapısının dayanıklılığını sağlayan sert unsurun kılçık olarak adlandırıldığı görülüyor.

Kaşgarlı’nın, iyi kılınç olduğu gibi kötü kılıncın da olabileceği açıklaması çok dikkat çekicidir. Kelimenin kökü dikkate alındığında davranışlarda ölçünün kaçırılması, onun esnek hoşgörüsünün istismarı anlamına gelmektedir. Kılıncın (ahlakın) olumlu ve olumsuz yönelişlere açık esnek yapısı, onun dış müdahalelere de açık olduğunu gösterir. Zaten esnek sözü “bir dış gücün etkisi altında uzama, kısalma, eğrilme vb. biçim değişikliklerine uğradıktan sonra, etkinin kalkmasıyla eski biçimini alabilme” anlamına gelmektedir. Kelimenin kökünden hareketle gerek kılınç (ahlak) gerekse kılık (huy) iyi iken kötü duruma, kötüyken de iyi duruma geçebilecektir. Kavramın bu karakteri ise onun işlenebilir, eğitilebilir ve terbiye edilebilir olduğunu da gösterir. Kılınç sözü kavramsal olarak temel bir başlık olmasına rağmen bilgi kuramı bağlamında tepkisiz anlam zeminine oturur. O halde kavram, onu tahrik eden bir tamlamayla açıklanmaya muhtaçtır. Ayrıca öncesi ve sonrasıyla tutarlı bir bağlama kavuşmalıdır.

Kutadgu Bilig’de “İnsan Oğlunun Değerinin Bilgi Ve Akıldan Geldiğini Söyler” başlığı altında geçen aşağıdaki beyitler, Türk ahlak kuramı hakkında çok önemli ipuçları vermektedir.

“köñül bérdi hem me yorıttı tilig
uwut bérdi kılk hem kılınçı silig”
Ona hem gönül verdi hem de onun dilini açtı; ona utanma duygusu, güzel huy ve temiz ahlak ihsan etti.

“bilig bérdi yalñuk bedüdi bu kün
ukuş bérdi ötrü yazıldı tügün”
Ona bilgi verdi ve insan bugün yükseldi, ona anlayış verdi ve böylece düğümler çözüldü.

“Bayat kimke bérse ukuş ög bilig
üküş edgülükke uzattı elig”
Bayat (Tanrı) kime anlayış, akıl ve yüksek bilgi-hikmet verirse, o pek çok iyiliklere elini uzatır

Töre ahlak anlayışına göre güzel huy ve temiz ahlakın, utanma duygusuna bağlanması çok dikkat çekicidir. İnsan ahlaki yönelişlerinin dış etkenlere açık yapısı, utanma duygusuyla kendine özgü bir bağışıklık sistemine işaret eder. Ayrıca alışkanlıklarla şekillenen insan karakteri, davranışlarını hayâ duygusuna sığınarak mutedil bir çizgiye oturtabilecektir. Ancak Türk terbiye yöntemi, temel ahlaki bilgiyi ve anlayışı gerekli kılmaktadır. Burada bilginin, aynı zamanda hikmet manasını da içerdiğini görüyoruz. Töre düşüncesinde akıl, anlayış ve hikmetin kut kazandıran özelliklerden olduğuna da özel bir dikkatle bakmamız gerekir. Dolayısıyla akıl-bilgi-anlayış = ut-kılınç-kılık birliği kişiliği biçimlendiren temel bir değer olarak öne çıkıyor. Kaşgarlı’nın sözlüğünde geçen edgü kılınç tamlamasına Kut Bilgisi’nde on beş ayrı yerde rastlarız.

“Kim edgü kılınç tutsa boldı tirig,
kim isiz kılık tutsa öldi tirig”
Kim iyi ahlaklıysa, o diridir; kimin huyu (karakter, tabiat) kötü ise, o daha hayatta iken, ölmüş sayılır.

Eski Türkçede edgü sözü sadece iyi değil, aynı zamanda güzel anlamına gelmektedir. Esasen iyinin tabiatı güzel olarak görülür. Ki bu tavır Türk duyuşunda bakışın niteliğine dair bir yöneliştir. Buna göre güzel bakan, yalnızca güzel görmekle kalmayacak; aynı zamanda iyi bir tutum sergilemiş olacaktır. Dolayısıyla edgülük (iyilik) hem duyuş hem de ahlak felsefesinin önemli bir başlığı olarak karşımıza çıkar.

Dîvânü Lügât-it Türk’te ed- kökü ile başlayan kelimelere baktığımızda bir nesne ya da olgunun, bir üst niteliğe terfi ederek yararlı duruma geçişine yönelik anlamlarla karşılaşırız. Meselâ edgülük; iyilik, edlendi neŋ; nesne mala dönüştürüldü ve yüzüstü bırakılmadı, edlik neŋ; yararlanılan şey, ol edledi neŋin; o bir şeyi imal etti, edletmek; bir şeyin ihmal edilen kısmını kullanmak, edleşmek; birbirine saygı göstermenin yollarını aramak. Görüldüğü gibi Kaşgarlı’da geçen açıklamalara göre, ed- köküyle başlayan sözlerde hep bir faydalılık ve daha iyiye yöneliş anlamları vardır. Diğer taraftan bugün kullandığımız et-mek fiili de aynı ed- kökünden türetilmiş olsa gerektir. Aynı sözlükte et- madde başlığı geniş bir açıklamaya bağlı tutulmuş ve “Teŋri meniŋ işim etti” ibaresi “Allah benim işimi yoluna koydu.” şeklinde izah edilmiş. Kaşgarlı, Oğuzların bazı durumlarda “kıldı” fiili yerine “etti” fiilini kullandıklarını söyler. Ayrıca “etilge” sözü bir yan anlam olarak dirlik düzen manasına gelirken “etilgen-ol” ifadesi bir işin yolunda gitmesi anlamına geliyor. Bir işin düzelmesini emretmek ise “ettürmek” sözüyle karşılanıyor.

O halde Türk aklı edgü kılınç derken bir ahlak felsefesinin başlığını koymuş olmaktadır. Kılınç kelimesinin kökü, insan tabiatının ahlaki tutumlar açısından çevresel etkilere açık, eğilebilir yönüne işaret eder. Edgü sözünün dayandığı kök ise hep iyiye, düzeltmeye ve gerekirse onarmaya yöneliktir. Dolayısıyla olumlu ve faydalı manaları içeren sözlere kaynaklık teşkil eder. Esasen Türk aklının ahlak anlayışının adı olarak edgü kılınç ifadesi dinamik bir kişilik sürecinin de göstergesidir. Tabiatın her unsurunda olduğu gibi kişinin huy ve ahlakı da her zaman çevre etkenlere açık olarak yaşayabilmektedir. Türk aklı bu durumda hep bir bozulma, çürüme ve yozlaşmanın olabileceğini teslim eder. Ancak düzeltme, onarma, iyileştirme ve hatta diriltme imkânlarının kişi kabiliyetinde her zaman var olduğuna da gönderme yapar. Anlaşılan o ki Töre’de, faydalı olanın tercihi ilkesi işte böylesi bir akılcı düzleme oturuyor. Buna göre iyi ahlak bağlamında adab-ı muaşeretin de canlı ve kendini yenileyen bir sürece tabi olması beklenir. Bir savaş aracının da adı olan kılıç sözünü konumuz açısında aynı bağlamda değerlendirebiliriz.

“Ey mürâi ko riyâyı sıdk ile ihlâsa gel
Kır riyâ leşkerlerini ihlas kılıcın ele al”
Eşrefoğlu Rûmî ikiyüzlülüğü ahlaki bir hastalık olarak görür. Mürai karakteri doğruluk ve samimiyete davet ederken ihlâs kılıcını riyâkârlığın ilacı olarak önerir.

“Çün düşer topraga ol yagmur suyı
Topraguñ ni‘met bitürmekdür huyı”
Âşıkpaşa bahşedilen ikramın aynı zamanda bir tasarruf imkânı da doğurduğunu söylerken bunun bir şahsiyet meselesi olduğuna vurgu yapar. Başka bir beyitte “Kankı hûyı Tañrı sevmez sor yine” diye seslenerek kişi ahlakına yön veren alışkanlıkların, yine kişiye özel bir şahsiyet oluşturduğuna dikkat çeker. Ancak her karakter yapılanması her zaman sevimli olmayabilir. Sevimli huyları da Tanrı sevgisine ve dolayısıyla ilahi rızaya bağlar.

Kutadgu Bilig’de geçen “Gönül yedi endam üzerine bey’dir.” ibaresinde ilk anlam katmanında, gönlün tercihlerinin fiziki yönelişlerle hayata yansıması kastedilir. Kişisel hürriyet alanı olarak öne çıkan gönül, esasen aklın bir başka yüzü olarak görülmelidir. Kişi aklının, insanın fiziki yapısında -meselâ kafatası içerisindeki beyinde- mekân tuttuğu görüşü tarihi bir yanılgıdır. Son bilimsel gelişmelerde, sindirim organlarının da aklın bir parçası olduğuna yönelik veriler elde etmiştir. Çok daha güncel bir araştırma sonucunda insan kalbinde düşünceye eşlik eden hücrelerin varlığından söz edilmektedir. Gerek klasik edebiyatımızda gerekse Kur’an’da insanın kalbiyle, beyniyle, gönlüyle, sinir sistemiyle ve benliğiyle düşündüğüne dair birçok ibare bulunmaktadır. Örnek olarak Kur’an-ı Kerim’de geçen “kalpleri vardır düşünmezler” ibaresinin gösterebiliriz. Bilimsel gelişmeler hem bu örnekleri doğrulamakta hem de bunlara her geçen gün yenilerini eklemektedir.

Anlaşılıyor ki insan denen varlık adeta pür akıldan ibarettir. Öyle ki neye dokunuyorsa akıl orada faaliyetini yoğunlaştırmaktadır, adeta akıl oradadır. Benzer bir şekilde neyi düşünüyorsa akıl oraya yoğunlaşmakta, kendisi için daha önce yokluk alanında bulunan bilgiye veya duyguya ulaşma gayreti göstermektedir. Bu durum hem duyu hem de duygu bakımından geçerlidir. Bu aşamada bilgi, tasnife bağlı tutulamaz. Çünkü akıl her zaman birleme ve bütünleme yolunda ilerlemektedir. Aklın, yok- denilen yoğun (kesif) varlık alanlarına kendiliğinden yönelişi, aslında yokluk hakkındaki bir ön bilginin varlığını kanıtlar niteliktedir. Türk düşüncesinde varlık ve yokluğun karşıtlık değil, bir süreklilik olarak görülmesi; insan aklının “hiçliği” kabul etmediğine yönelik varoluşsal temel bir fikirdir.
Aklın eseri olan kişisel yönelişlerin bir yüzü varlık anlayışı, bir yüzü ahlak anlayışı, bir yüzü duyuş beğenileri, bir başka yüzü de bunların hamulesi olan bilgi kavrayışının eseridir. Türk aklı Türkçede ortaya çıkan özellikleriyle aklın çeşitli kılıklarını ve ürettiği bilgi sahalarını kalın çizgilerle ayırıp başka başka değerler olarak tasnif etmez. Demek ki sınıfsız anlayış ta baştan yani düşünce aşamasından itibaren vardır. Bunun en bariz kanıtı şüphesiz Kök Tanrı fikri ve inancıdır.

Kişi ahlakının niteliği, aklın yönelişlerinin eseridir. Akıl; kalp, gönül, sinir, yürek ve benzeri çeşitli tezahürlerle belirir. Bu bağlamda eğer bir hürriyet fikrinden söz edeceksek aklın kaçınılmaz hür fıtratından söz edebiliriz. Kişi kılıncının yönelişleri bu hürriyet ortamında bir kişilik kılığı (şahsiyeti, karakteri) olarak ortaya çıkmaktadır. Eşrefoğlu’nun riyâ-ihlâs karşıtlığını vurgulaması; ikiyüzlü karakterin, tabiatı itibarıyla hür olan aklın benlik hapishanesine mahkûmiyetini anlatıyor. İhlas ise sağlıklı düşüncenin (hulûs-i kalb) hem güzergâhı hem de sonucudur. Kişi ancak samimiyetle halas (kurtuluş) bulacaktır. Burada kurtuluş sözünün kut kökünden türediğine hayranlıkla işaret etmek isterim. Kut kazanma unsurları düşünüldüğünde ihlaslı tutumların terkibiyle karşılaşıyoruz. O halde ahlak felsefesinin başlığı olarak edgü kılınç ifadesini günümüz Türkçesine, kut ahlakı veya halis ahlak şeklinde de aktarabiliriz. Töre’nin kitabı Kutadgu Bilig’de kut ahlakına bürünmüş kişilik “uwutluğ silig kılkı uz” yani hayâ sahibi temiz huylu iyi şahsiyet olarak tanımlanır. Uz sözünün eski Türkçede iyi, güzel, mahir ve sanatkâr anlamlarında kullanıldığını da ayrıca belirtmek isterim. Uz’luğun yani iyi ve faydalı olanın hüner ve sanatkârlık olarak görülmesi, duyuşumuzdaki sanat anlayışına dair önemli ipuçları verir. Edgülük bağlamında iyilik daha çok hayırlı ve ihlaslı tutumları esas alır. Uzluk bağlamında iyilik ise yararlıya, kullanışlıya, kolaylığa işaret eder. Ayrıca kişi de uz olarak tanımlanabilmektedir. Yani iyiliğin düşünceden eyleme dönüşmesi her zaman maharet ve duyarlılık gerektirir. Mesela sadakat ve vefaya özen ve zarafet eşlik eder. Yani fikir düzlemindeki değerler hayata katılırken özel bir estetik tavırla kişinin kılığı olurlar. Böylelikle edgü kılınç usulü erkândan geçerek güzel bir kılığa bürünür.

Tabii uzluk Türkçe ve Töre bağlamında başlı başına bir konu. İbrahim Kafesoğlu’na göre “uzluk” Töre’nin değişmez prensiplerinden sayılır. Sait Başer ise her seferinde Töre’nin bir başka yüzünü öne çıkarır. Bu yazı da Töre’nin güncel alt başlıklarından ihlas ve ahlakın, akıl ile ilişkisinden ilhamını aldı . Dilimizin zengin içeriği karşımıza uzak yakın ilişkili birçok kavramla çıkıverdi. Türkçenin incelikleri anlatmakla tükenmeyecek bir anlam denizi. Ancak kişi anladığı kadar anlatabilir ve söz anlayabildiğimiz kadar değerlidir.

“Yaḥyā nʾola olursa sözün inceden ince
Yānın beli vaṣfında ḳılı ḳırḳ yararsın”
Taşlıcalı Yahyâ Bey

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.