Dilin temel amaçlarından biri de düşüncenin veya olgunun olabildiğince doğru aktarılmasını sağlamaktır. Ancak gerek nesnel gerekse soyut bağlamlar, doğrunun niteliği konusunda çeşitlilik gösterir. Nesnel doğru için Türk Dil Kurumu Sözlüğü “Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı” açıklaması yapar ki bu anlam, soyut bağlamlar için de geçerlidir. Aynı sözlüğün doğru sözü konusundaki diğer açıklamaları ise şöyledir: “Gerçek, yalan olmayan. Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun. Hakikat olan şey; savap. Başı ve sonu olmayan düz çizgi. Yanlışsız, eksiksiz bir biçimde. Hiçbir yöne sapmadan. Yakın, yakınlarında. Yer bildiren kelimelerden sonra yön kavramı veren bir söz. Zaman gösteren kelimelerden sonra “yaklaşırken, az kalmışken, yakınken” anlamlarında kullanılan bir söz. Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu olan. ‘Evet’ anlamında bir tasdik sözü”
Kubbealtı Lügati’nde de doğru sözü, benzer bir açıklamaya bağlı tutulmuş: “(Eski Türk. toġru – toġuru < toġur-mak “bir şeye doğru yönelmek”) [Kelime toġrі şeklinde Arapça ve Farsça’ya da geçmiştir]
- Bir uçtan bir uca yönünü değiştirmeden giden, aynı doğrultuda devam eden, müstakim.
- Yalan veya yanlış olmayan, gerçeğe uygun, gerçek.
- Akla, mantığa ve duruma uygun, yerinde, münâsip
- Hak ölçülerinin, ahlâk kurallarının, yasanın gerektirdiği şekilde davranan, nâmuslu, dürüst, güvenilir
- (Saat ve âletler için) Zamânı veya ölçüyü göstermesi gerektiği şekilde gösteren, işini tam yapan
- Hak ölçülerine uygun olan şey, gerçek, hakikat.
- mat. İki noktadan geçen düz çizgi.
- Yönünü değiştirmeden, aynı doğrultuda.
- Ölçüsüne veya aslına uygun şekilde, yanlışsız, hatâsız.
- Hak ve hukūka riâyet ederek, olması gerektiği gibi dürüst bir şekilde, doğrulukla.
- Hiç vakit geçirmeden, sağa sola uğramadan, doğruca
- -e yönelmiş olarak, -e karşı, -e müteveccihen:
- Yaklaşırken, az kalmışken, yakın
- ünl. “Evet” anlamında tasdik sözü.”
“Doğru” sözünün bu kadar geniş açıklamaya tabi tutulması, sözün ne kadar büyük bir anlam çevresini kapsadığını kanıtlıyor. Divan-ı Hikmet’te “togrı” biçiminde geçen kelime Kutadgu Bilig’de “togru” şeklinde karşımıza çıkar. Türkçede “doğru” sözünün çok çeşitli manalarının yanında “doğrunun ve doğruluğun” diğer yüzlerini ifade eden ayrıntılı bir söz dağarcığı var. Bu dağarcığı iki başlık altında ele alabiliriz: Biri Türkçe kökenli Türkçe sözler, diğeri Arapça ve Farsça kökenli Türkçe kelimeler.
Dilimiz “doğru”nun çeşitli yönlerini ele alan sözcükler açısından dünyanın en zengin dillerinden biridir. Bu yazıda “doğru” anlamına gelen Türkçe kökenli kelimeleri çözümlemeye çalışacağız.
Türkçemizde temel olarak “doğru-luk” anlamına gelen başlıca sözler; doğru, tapuğ, düz, gerçek, bütün, çın, köni, yahşı, tanık, ong ve dik kelimeleridir. Aynı anlama gelen birçok kelime daha var. Ancak biz kavramsal çerçeveye sahip başlıklara odaklanacağız. Bu sözlerin her biri Türk aklının icat ettiği felsefi başlıklar olarak öne çıkmaktadır. Böylelikle Türkçenin “doğruluk” bağlamında ne kadar ufuklu ve nüanslı bir anlam içeriğine sahip olduğuna tanık olacağız.
Tapuk
Orhun Yazıtları’nda “taplamadı” sözü “tasvip etmedi, onaylamadı” şeklinde aktarılır. Buradan “taplama” sözünün onaylama anlamına geldiği anlaşılıyor. Yazıtlarda “tapa” sözü çok sık kullanılır ve “…e doğru” olarak günümüz Türkçesine aktarılır. “Tapa” bir yöne doğru yönelmek, mesela “Kırkız tapa” Kırgız’a doğru, “bergerü tawgaç tapa” güneyde Çin’e doğru ve benzeri anlamlarda geçer. Yazıtlardaki bağlamına göre “tapa” sözü doğruluğu bilinen ve onaylanmış yönelişleri ifade ediyor. Tap- söz kökü dilek ve yöneliş ifade eden sözlere kaynak bir kök. Dilek, istek, arzu ve yöneliş her hâlükârda aklın, kalbin ya da gönlün onayından geçer. Karar merkezinin doğrulamadığı bir yöneliş mümkün görünmüyor olsa gerek. Ki Türk aklı, tap- köküne yöneliş anlamıyla eşgüdümlü onay ve doğrulama manasını da yüklemiş. Dolayısıyla “taplamak” onay ve doğrulamayı da içerecektir.
Kutadgu Bilig’de “tapuğ” sözü hizmet ve kulluk anlamında kullanılır. Yusuf Has Hacib eserinde “tapuğ” sözünü çeşitli eklerle 315 ayrı yerde yinelemiş. Kutadgu Bilig “tapuğ” sözünü Töre’nin önemli bir kavramı olarak değerlendirir.
“Biligsiz bile hiç sözüm yok meniŋ,
ay bilge özüm uş tapuğçı seniŋ”
“Benim bilgisiz ile hiç bir sözüm yoktur; ey bilge, işte ben senin hizmetindeyim.”
Bu dizelerde “tapuğçı” gönüllü hizmetkâr anlamına gelir. Klasik metinlerdeki bağlamlarına göre tap- söz kökü, sahihliğine kalben inanılan yöneliş manasını taşır. Günümüz Türkçesinde “tapmak” sözü doğruluğu gönülden kabul edilen bir ulu makama yönelmek ve ondan dilemek, istemek anlamında kullanılıyor. Dolayısıyla tap- kökü yönelişin doğruluğunu bir ön kabul olarak ifade eden daha derin bir anlamı kendiliğinden taşır. Ki bu kişi gönlünün tasvibi demektir. Tap sözü -bu kökten türeyen bazı kelimelerde anlam kaymaları ve sapmalar olmakla birlikte- esasen Arapça “rıza” kelimesinin de Türkçe karşılığıdır. Nitekim Divanü Lugati’t-Türk’te tapı kelimesinin karşısında “bir şeyden razı olmak” açıklamasını görürüz. Buna göre Türk düşüncesinde tap- kökünden gelen “tapuğ” kavramının gönlün onayladığı hizmet ve kulluk anlamına geldiğini anlıyoruz. Yine buradan hareketle hizmetin doğruluğu ve kabulü gönüllük esasına bağlanır. Gönülsüzlük söz konusu olduğunda fiil Töre’ye göre “tapuğ” yani hizmet çerçevesinden çıkacaktır. Bu açıklamalar ışığında tap- söz köküne kendiliğinden olumlu bir anlam yüklendiğini görüyoruz. Türk düşüncesi ve inanmasının temel kavramlarından olan rıza ve kanaat ahlakı, Türkçede ayrıca tapuk ve yetinme kılığında karşımıza çıkıyor.
Bir de tapu kelimesi var. Tanzimat’tan sonra bir taşınmazın mülkiyet hakkını gösteren belgeye “tapuğ” sözünde yola çıkarak “tapu” denmiş olsa gerek. Miri sisteminden özel mülkiyete geçiş aşamasında Türk aklı taşınmazdaki hizmeti (kullanım hakkı) doğrulanmış gerçek kişiyi hak sahibi görmüş olmalı.
Türkçede ifade imkânı bulan hikmetli akıl, eyleme dönük yönelişlerin doğruluğunu, ilk hareket noktasını esas alarak gönül rızasına bağlıyor. Tap- köküne dayanan tapuğ ve tapmak sözleri ile kullanımdan kalkan birçok kelimede kurucu aklın “doğruluğu” oturttuğu halis bir zemin olarak göze çarpıyor.
Düz
Türkçede hukuk anlamına gelen tüze kelimesi tüz- köküne dayanır. Batı Türkçesinde t/d dönüşümüne uğrayan kelime günümüz Türkçesinde düz- olarak son halini almıştır. “Düz” kelimesi birçok yan anlamları olmakla birlikte temel olarak “kıvrımlı, eğik, dik, kıvırcıklı, girintili, çıkıntılı ve dalgalı olmayan düzlem”i ifade eder. Düz aynı zamanda “çizgisiz, desensiz, yalın, sade, süssüz ve engebesiz”dir. Ancak kelimenin kökeni olan “tüz” kökünün temel anlamlarından biri de “doğru”dur. Yani Türk aklında tüzenin (hukukun) bağlandığı kavramsal doğruluk düzlemidir. Türkçe her türden kültürel ve düşünsel alanları düzenlerken doğrunun tarafsız bir gözle teşhis ve tespitini tüz- kökünden yola çıkarak değerlendirir. Nihayet düzen kelimesi de aynı anlam kökünden türemiştir. Töre düşüncesinde könilik de (adalet) aslında bir doğruluk tanımlamasıdır. Ancak könilik, doğruluğun fikir düzeyindeki kavramsal başlığıdır. Könilik tüze düzleminde hayata katılır, böylece fikir adeta ete kemiğe bürünür.
“Çünki düzdi mülki bu tertîb-ile
Kendü gizlendi adın virdi dile
Saçdı kendü varlıgın bu mülkine
Düşdi düpdüz soñına vü ilkine”
Beyitlerde geçen “düzdi” sözü “Doğru bir zemine oturttu.” anlamına geliyor. “düpdüz” ise “dosdoğru” demektir. Garibnâme’de “düz” tanımlaması varoluş tasavvuruna ait temel bir kavram olarak karşımıza çıkar. Âşık Paşa adalet anlayışının dayandığı kök fikri, eğip bükmeden dile getirir. Burada Türk aklı doğruluğu ilahi bir eylem olarak varlığın biricik kaynağı olan Tanrı’ya bağlar.
“Doğruluk” fikri duyuş (estetik) ve kılınç (ahlak) kültürümüzde de temel ve bağlayıcı bir rol oynar. Kutadgu Bilig’de “tüzün kılkı” ibaresi ahlaki tutum açısından asil tabiatlı, yumuşak huylu kimseyi tanımlamaktadır. “Tüzünlük” aynı zamanda şefkat ve merhamet anlamında kulun Tanrı’dan dileğidir. Duyuşumuzda da özellikle şehir mimarisi bağlamında “çevre düzenlemesi” (peyzaj) tanımını düşünelim. “Düzenlemeyi” tüz- köküne sadakatle ele aldığımızda Türk doğruluğunun, tabiatın aslıyla barışık karakterini bir estetik fikir olarak değerlendirmemiz gerekir. Türkçe, felsefi bağlamları güçlü bir dil olarak abesle iştigal etmez. Nasıl etmez, sorusuna tüz- kökünden türeyen kelimelerin içinde geçen “tüzün” sözünün anlamını örnek gösterebiliriz. Tüzün kelimesinin asıl, asil, güzel ve değerli manalarına gelmesi bir rastlantının eseri değil, aksine sistematik düşüncenin insicamlı bir kanıtıdır. Hikmetli düşünce güzergâhında doğruluk fikrinin bir yüzü olarak tüz- kökü adaletin temel mekanizması olarak tüze ve tüzlük sözlerini icat eder. Nitekim Orhun Yazıtları’nda geçen “tüzültü” kelimesi “özel bir hukuk zemininde mutabakatla sağlanan anlaşma” manasına gelir. Diğer yandan aynı kökten türetilen düzen kelimesi toplumsal ve siyasi bir kavramdır. Düzenleme sözü hem hukuk hem de sanata ait doğruluk düzlemlerini ifade eder. Düzgün sözünde ise düşünceden eyleme kadar yapılan işin, ortaya çıkan eserin doğruluğuna vurgu yapılır. Bir ayrıntı olsa da, “derin Türkçenin” adalet ve hukuk ilişkisi bağlamının yaşadığına kanıt olarak, Anadolu’da bazı yörelerde Töre’ye uygun davranan adil insana “tüz kişi” dendiğini belirtmek isterim. T/düz- sözü Türk anlamasında özel bir doğruluk tanımını da kendiliğinden taşır.
Gerçek ve Çın
“Yalanı halvâ gibi vardur yiyen
Mustafâ’dur dünyada gerçek diyen”
Mantıku’t-Tayr
Divanü Lugati’t-Türk’te ve diğer klasik metinlerimizde geçen kirtü kelimesi, bugün kullandığımız gerçek sözünün bilinen en eski halidir. Aktarımlarda kirtü veya kertü şeklinde gösterilen kelime, ilk anlamı itibariyle gerçeklik, doğruluk, inanmak ve yemin manalarını içerir. Kaşgarlı’nın sözlüğünde geçen “kul Tengrike kertgündi” ibaresi “Kul, yüce Allah’ın birliğini ikrar etti ve peygamberlerini doğruladı.” cümlesiyle açıklanır. Bu cümle tam olarak Kelime-i Şehadet ifadesinin Türkçesidir. Kertgünmek; doğrulamak, inanmak; kertgün ve kertün sözleri iman ve inanmak anlamında geçiyor. “Ol anı kertüledi.” cümlesi ise “O onun söylediğini doğruladı.” manasına geliyor.
Yarağlığ yarağsıznı titrü körüp,
kereklig kereksizni kirtü sorup
“İnsan işe yarayana-yaramayana iyice dikkat ederek gerekli ve gereksizi hakkiyle sorup soruşturur.”
Kutadgu Bilig beyitlerinde kirtü sözü “hakkıyla, layıkıyla ve doğruluğunu” anlamlarını içerecek şekilde geçer.
Gerçeklik sözü bugün daha çok nesnel bilgi ve olguları ifade eden anlamlarda kullanıyor. Mesela “bilginin gerçekliği”, “olayın gerçekliği” ve benzeri. Hatta anlam genişlemesiyle tezahür kelimesinin karşılığı olarak da yaygınlaştığını görüyoruz. Zuhur etti ya da ortaya çıktı yerine “gerçekleşti” sözü sıkça kullanılır oldu. Dilimizde zuhur, tezahür ve benzeri kelimelerin dışlanmasıyla daralan gerçeklik ifadesinin bir benzeri yüzyıllar önce de yaşanmıştı. Hakikat kelimesinin dilimize yerleşmesiyle esasen düpedüz aynı anlama gelen “çın” sözünün metinlerimizden adeta buharlaştığını görüyoruz. Türk dil külliyatında hak ve hakikat sözleri üzerinden yarattığımız anlam dünyası hayranlık verici bir içeriğe sahip. Üstelik bu sözlerin kulağımızdaki musikisi ve ruhumuzda uyandırdığı mana düşünüldüğünde, bugün halis Türkçe kelimeler olduğu şüphesiz bir hakikattir. Ancak Türk bilgi kuramında “çın” sözü doğru ve gerçek bilginin hikmetli yüzünü ifade eden kavramsal bir başlıktır. Nitekim “çın söz” ibaresi hikmetli kelam manasına gelir.
Türkçenin içinde yaşayan akıl, bilgi bağlamında doğru’yu gerçek ve çın başlıkları altında değerlendiriyor. Gerçeklik, gözlem ve deney yoluyla veya bilginin aktarılmasıyla çözümlenen yeni bilgiye inanılmasının sonucudur. Bilimsel olarak elde edilen her bilgi, her zaman eksik ve kusurludur. Buna rağmen pozitif veriler neticesinde elde edilen bilgi, gerçeğin bir parçası olarak görülür. Böylelikle bilginin görece doğruluğu dahi ona inanmakla sonuçlanır. Pozitif bilgi bağlamında böylesi bir gerçekliğe inanmak da aslında insan aklının, hakiki bütünlüğü zımnen kabul ettiğini gösterir. Çünkü doğal ayrılıkların oluşturduğu gerçeklik alanında herhangi bir bilgi kırıntısı tek başına bir anlam ifade edememektedir. İnsan, farkları ancak bütünleyerek anlamlandırabilmektedir. Türkçe, doğrunun bu yüzünü gerçek sözüyle karşılar ve doğruluğun inanmayla ilişkisini gerçeklik olarak kavramlaştırır.
Varoluş bilgisi bağlamında doğrulanmış gerçeğin hikmetli yüzü, hakikat manasına gelen çın sözüyle karşımıza çıkar. Bugün “çın” kökünden türeyen çeşitli yansıma sesleri ifade eden kelimeler tek taraflı bir anlam genişlemesi sonucunda türetilmiştir. Türkçe kulağındaki ses ahengi düşünüldüğünde çın sözünün ses ve musiki ile ilişkisi hemen dikkat çekmektedir. Kaşgarlı “çıngrak” sözünü “gür ve pürüzsüz ses” olarak açıklar. Demek ki bilginin hikmetli yönü hiçbir kuşkuya ve yanlış anlamaya yer bırakmayacak şekilde güçlü, berrak ve temizdir. Çın ve tın sözlerindeki ses ahengi hakikatin ruh, nefes ve musikiyle yakın ilişkisini çağrıştırır niteliktedir.
“Ogan ol köni çın törü bergüçi,
törümiş kamuğ halkka yetrür küçi”
(Tanrı) Kadirdir, âdildir, hakiki töreyi koyan O’dur; yarattığı bütün mahlûklara gücü yeter.
Kut Bilgisi’nde geçen beyitte çın sözü tam olarak hakikat manasında kullanılır. Ayrıca beyitlerdeki söz dizim ahengi, Türkçenin erken dönemlerde ulaştığı yüksek müzikaliteyi de işiten kulakların hayranlığına sunar.
Karahanlı dönemi Türkçesinde “çınlamak” sözü bir şeyi doğrulamak ve gerçekliğini ortaya koymak manasına geliyordu. “Çıngarmak” tasdik etmek, “çınlık” ise birebir hak manasındadır.
Türkçe kökenli bir kelime olarak “çın” sözü Türk doğruluk (hakikat) felsefesinin üst başlığı olarak öne çıkıyor.
Bütün
Büt- kökü asıl olarak “bir şeyin gerçek olduğunun kesinleşmesi” anlamına geliyor. Aynı zamanda gerçekleşenin ikrarı da büt- kökünden türeyen sözlerle doğrunun dile getirilerek onaylamasını işaret eder. Türkçede bitmek ve bütün sözlerinin kökeninde anlam ortaklığı, yakınlığı ve geçişkenliği vardır. Bir şeyin başlaması ve olgunlaşarak nihayet ermesini tek kelimeyle “bitmek” olarak tarif ederiz. Bitmek, hem ortaya çıkıp görünür olmak hem de olgunluğunu tamamlayıp sona ermektir. Büt- ve bit- köklerindeki ortak anlam vurgusu dikkate alındığında, ortaya çıkma ve kaybolma, öncesi ve sonrasıyla bütün olarak değerlendirilir. Böylece oluşumun tamlık evresi kastedilmektedir. Bütün sözünün en kuşatıcı açıklaması Tietze Sözlüğü’nde karşımıza çıkar. Clauson’un kaynak gösterildiği açıklamada “bütün” kelimesi “eksiksiz, her parçası dahil, bölünmemiş, kırılmamış, sağlam” şeklinde açıklanır. Yani “bütün” öncesinde bölünmüşlükle malul olmayandır. Bu açıklama Türkçe bütün sözüne muhteşem bir kusursuzluk yükler. Doğru ve dürüst anlamlarına da gelen “bütün” sözü, Türk anlamasında doğru tanımına getirilen çok belirleyici bir kavramsallaşmadır. Düşüncenin sahihliği hem kendi iç tutarlılığında hem de öncesi ve sonrasıyla bütünün parçası olmakla kendi hakikatine kavuşur.
Fikri takibin sağlanabilmesi de dürüstlük ve doğrulukla olacaktır. “Bütün” kelimesinin bir diğer yönü de hikmet manasına gelmesidir. Zaten Türkçe doğru ve doğruluk anlamına gelen sözlerin hepsinde “hikmet” açıklamasına rastlamamız tesadüf olamaz. Böylece her doğruda bir hikmet, her hikmette de doğrunun çeşitli yüzlerinin bulunacağını anlıyoruz.
Taşlıcalı Yahya “bütün” sözünü kavramsal çerçevede de kullanır:
“Ölmezüz biz ḥaşre dek ṭurur bizüm dḭvānumuz
Ṣıdḳumuz gibi bütündür ʿahdümüz peymānumuz”
Taşlıcalı sadakatinin dürüstlüğüne yemin ederken varlığını ve haysiyetini bütünlük (dürüstlük, doğruluk) içinde değerlendirir ve anlamlandırır.
Yunus Emre’de “bütün” varlık ve duyuş bilgisinin bir başlığı olarak geçer:
“Sevdük yâridür Mustafâ andan ola meyl ü vefâ
Sıdkı bütün gönli safâ hem bize ol îmânımış”
Yunus sevginin bir iman meselesi olduğunu vurgularken sadakat ve doğruluğunu bütünlükle (dürüstlük) dile getirir.
Türkçede doğrunun kavramsal bir yüzü olarak bütün sözü; tamlık, kusursuzluk, bölünmemişlik ve mükemmellik anlamlarını bağlamına göre tek tek veya tamamen içerir. Bütün ve bütünlük de sözleri Türk doğruluk felsefesinin önemli başlıklarından biridir.
Tanık
“Ger eline girmese on gün konuk
Orucın açmazidi Tañrı tanuk”
Hafî
Kubbealtı Lügati’nde tanık kelimesi; bir kimse veya şeyi, bir olayı gözüyle gören ve gördüğünü, bildiğini anlatan kimse, şâhit açıklamasıyla yer bulur. İkinci anlamı ise delil ve hüccet olarak geçer.
Karahanlı dönemi Türkçesinde “tanuk” biçiminde seslendirilen söz, gerçek şahit anlamı yanında doğru manasında da kullanılır. Maddi delil açısından bakıldığında bir nesnenin delil olarak kabul edilmesi, onun doğruluğunun da kanıtı anlamına gelir. Kişi açısından tanıklık ise onun doğru söylediği varsayımına dayanır. Fikir ve inanış bakımından tanıklık, daha derin bir anlama zeminine işaret eder. Kendilik düzleminde tanığın eyleminin tanımak olması nedeniyle tanıklık kişi öznel duyuşlarının eseri olarak kaçınılmaz doğrudur. Kişinin bu seviyede kendi tanıklığının doğruluğuna kendi özü tanıktır. Tanıklık düşünce ve inanış açısından doğru duyuş anlamına gelir ve anlama modelimizin özgün bir kavramı olarak belirginlik kazanır. Töre’deki varlık felsefesinin de önemli başlıklarında olan tanıklık Türkçenin “doğruları” arasında yer alır.
Yalancı tanıklık bu yazının konusu olmasa gerek. Sahte şahitlik, kişi açısından psikolojinin; kamu bakımında ise ceza hukukunun ilgi alanına girer.
Köni
“Bu kök tirgüki ol könilik törü,
törü artasa kök turumaz örü”
“Adaletli Töre bu göğün direğidir, Töre bozulursa gök yerinde duramaz.”
Könilik (adalet) Töre düşüncesinin başat kavramlarındandır. İyi Töre kurmanın temel fikirlerinden birincisi hiç şüphesiz köniliktir. Köni sözünü bu yazının konusu olan doğruluk temel anlamından yola çıkarak çözümlemeye tabi tutmaya çalışacağız. Yine bu sebeple deri, cilt manasına gelen “kön” kelimesi ile yanmak ve gönül sözlerine kaynaklık teşkil eden “köng” söz kökü konu dışında kalacaktır.
Üzülerek belirtmeliyim ki köni kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğünde geçmemektedir. Büyük bir özveri ve halisâne duygularla hazırlanan Kubbealtı Lugati çevrimiçi sözlükte de maalesef yer almamaktadır. Lisan bakımından emsalsiz bir elmas değerindeki köni ve könilik sözleri, bir güncelleme uğraşına bile değer görülmemektedir. Kuşkusuz dil, yaşayan canlı bir kültür unsurudur. Birtakım sözlerin kullanım dışı kalması olağan gelişmelerden sayılır. Ancak Türk kültürü ve anlaması itibariyle hayati bir kavrama kaynaklık eden kelime kökünün unutulması akıl almaz bir gaflettir. Bu durum Türk-çe düşünce dünyasında yeri doldurulması mümkün olmayan bir boşluk yaratmıştır.
Köni sözüne Türk kültürünü konu edinen bazı eserler ile sınırlı sayı ve hacimdeki kökenbilim sözlüklerinde zorunlu olarak karşılaşırız. Oysa Türk medeniyeti Tanrı, Töre, kut ve könilik başlıklarından herhangi biri eksik bırakılarak anlatılamaz ve anlaşılamaz. Kendi medeniyetimiz ve onun dilinden bu kadar uzağa savruluşumuzun nedenleri ise kısacık makalelerin boyutlarına sığmaz maalesef.
“Köni” sözünün ilk anlamı bugünkü “doğru, gerçek ve sahih” kelimelerine karşılık gelir. Könilik ise sözlük içeriğinde doğruluk anlamına gelirken Töre’nin kavram başlıkları düzeyinde “adalet” manası taşır. Türk felsefi terimleri açısından “könilik” kavramı başlı başına bir fikir olarak değer bulur. Gerçeklik anlamındaki doğruluktan yola çıkan “könilik” düşüncesi, inanma ve anlamadaki doğruluğun açılımlarını yüklenir. Kön- köküne dayanan birçok kelime, gerçek ve doğru anlayışının çeşitli yönelişlerine kapı açar. Örneğin könügli; doğru yola giren, köndürmek; doğruyu göstermek, könger; doğrultmak, yöneltmek, könit; bir şeyi doğrultmak, könirek; daha doğru, köndürgen; doğru yola sevk eden manasına gelmektedir.
Könilik, bir ana fikir olarak hukukun dayanağıdır. Toplumların kaderini etkileyen iki temel unsurdan biri eğitim diğeri ise şüphesiz hukuk anlayışı ve uygulamasıdır. Toplumların kendi kaderine kendilerinin yön verebilmesi için bu iki temel unsur, hayati bir öneme sahiptir. Bu nedenle milletlerin özgün medeni birikimleri ile eğitim politikaları ve hukuk metinlerinin uyumu bağımsızlıkla ilgili temel ölçütlerdir.
Könilik esasen Töre’ye uyumlu adalet anlayışımızın özgün kavramıdır. “Köni” sözü “gerçek ve doğru” anlamlarının yanında “düz ve güvenli” manalarına da gelir. “Köni yol” ibaresi Karahanlı Dönemi satır altı Kur’an tercümelerinde karşımıza çıkar. Fatiha Sûresi altıncı ayetin Türkçesi metinlerde “yolçılaġıl bizni köni yolķa” şeklinde geçer. “Köni yol” tam olarak Arapça “sırat-ı müstakim” ibaresinin karşılığıdır. “Köni yol” ibaresi günümüz Türkçesine “doğru yol” olarak aktarılır. Kutadgu Bilig’de “adalet” kelimesi yerine her zaman “könilik” sözü kullanılır. Yusuf Has Hacib’in Arapça adalet kelime ve kavramından haberdar olmadığını düşünemeyiz. Kutadgu Bilig metinini düşündüğümüzde Hacib’in ilmi derecede Arapça ve Kur’an bilgisi olduğu anlaşılır. Kuvvetle muhtemeldir ki adalet kelimesinin “adl” (denge) kökünden de haberdardır. Hacib, eserinde Türkçe “teŋ” ve “teŋe” sözlerini sıkça kullanır. Bu sözleri yerine göre “denk, denge, oran, nispet, karşılıklılık” ve benzeri anlamlarda kullanır. Ancak “teng” kökünden türeyen hiç bir sözü “adalet” anlamında kullanmaz. Kutadgu Bilig’le yakın dönemlerde yazıldığı bilinen Kur’an çevirilerinde “köni” sözü birçok ayetin tercümesinde “hak” kelimesinin karşılığı olarak geçerken “könilik” sözü ise hakikat manasında da verilmiştir. Örnek olarak Bakara Suresi 119. ayeti gösterebiliriz: “Biz ıđtımız sėni könilik birle sewünç bėrigli ķorķutıġlı. sorulmas sen tamu işlerindin.” Ayette geçen “bilhakkın” kelimesi “könilik” sözüyle karşılanmıştır. Könilik “hak ve adalet” anlamlarını aynı anda içerir ve kavramı Tanrı’nın kudretiyle doğrudan ilişkilendirir. Bu tercih özgün hikmetli aklın derûni felsefesinin yeniden keşfedilmesi için üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.
“Ogan ol Köni çın Törü birgüçi
Törümüş kamug halka yetrü küçi”
(O Tanrı Kadir ve Âdildir, hakiki Töre’yi verendir. Yarattığı bütün insanlara gücü yeter.)
Kutadgu Bilig’in 3192. beyitinde “köni” sözü “adil” manasında Tanrı’nın sıfatı olarak geçerken gerçek (doğru, hakiki) Töre ve adalet Tanrı’nın Ogan (kadir, kudretli, muktedir) sıfatıyla ilişkilendirilir. Nihayet adaletin insanlar üzerinde etkisi alt satırda yine bir “güç yetirmek” konusu olarak işaretlenmiştir. Hacib’in, Töre’nin adaletini kudret-hakikat ekseninde açıklaması, adaleti denge ve orantıyla doğrudan ilişkilendirmediği anlamına gelmiyor. Çünkü Hacib adaleti “Bu kök tirgüki ol könilik törü” dizesinde gökyüzünün direği olarak görmektedir. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki Türkçede “könilik” doğruluğun adalet yönüne ait güçlü bir kavram olarak karşılık buluyor.
“Dosdoğru” manasına gelen “köni tüz” ibaresi de çok dikkat çekicidir. Göğüs yakası anlamına gelen “könçük” sözünde ise Türk aklının doğruluk, denge ve eşitlik ilişkisini kuran hikmetli icadı ile karşılaşırız. İki yakası bir araya gelmek deyiminde ise refah ve barış arayışıyla birlikte adalet anlayışının ipuçlarını da görüyoruz. Türkçede hayat bulan kadim düşüncemize göre “könilik” doğruluğun adeta kurumsal bir kavramı olarak öne çıkmaktadır.
Yahşı
Divanü Lugati’t-Türk’te “yah” sözü “evet, peki” anlamında onama bildiren bir söz olarak açıklanıyor. Günümüz Türkçesinde de yapısı bozulmadan seslendirilen “yahşı” kelimesi “iyi ve güzel” manasındadır. Kutadgu Bilig’de bağlamına göre “çok iyi, çok güzel, çok yerinde, uygun” ve benzeri anlamlarında kullanılır.
“Körü barsa yakşı ayur bu sözüg,
ukuşsuz biligsiz bedütmez özüg”
(Dikkat edersen şu söz çok yerinde söylenmiş: Akılsız ve bilgisiz kimse kendisini yükseltemez.)
Yahşi sözü tek başına “iyi ve güzel” anlamına gelirken cümle içinde iyi, güzel, uygun, yerinde ve münasip olanın onaylanması manasını alır. Nitekim kelimenin kökü olan “yah” sözü “evet” anlamında doğrulama ve “peki” anlamında onaylamadır.
Kut Bilgisi’nde “yakşı” sözü; iyi, güzel ve uygun olanın hakkını teslim manalarını içerir. “Yakşı” sözü bu bağlamda gerek görsel, işitsel ve gerekse vicdani duyuşun sesidir. Bir fikir ya da olgunun beğenilerek iyi, güzel ve doğru bulunduğuna işaret eder. “Yakşı” sözünde akıl, duyular aracılığıyla bir beğeni düzeyinde ele aldığı veriyi tasvip ederek doğruluk iddiasında bulunmaktadır. Güzel bulunan bir düşünce ya da olgu her zaman doğru bulunamayabilir. İyi ve güzel olanın zaman ve mekâna uygunluğu bir duyuş konusudur. Bu durum onun doğruluğunu farklı düzlemlerde ele almamızı zorunlu kılar.
“Halka dime yahşi yamân kim bilür
Kim olısar cennetî yâ dûzahî”
Dede Ömer Rûşenî
Bugün iyi ve güzel bulunan herhangi bir şey şartlar değiştiğinde farklı değerlendirmeyi gerektirebilir. Varlığın hareket mecburiyeti nesne ve mekânı kaçınılmaz olarak değişime bağlı tutar. “Yakşı” sözündeki “yerinde ve uygun” anlamı, iyi ve güzelin doğrulanmasını zaman-mekân akışındaki tenasüple ilişkilendirir. O halde “yahşı” sözünde iyi ve güzel duyuşumuzun koşullara bağlı doğruluğu bir iddia olarak dile getirilir.
“Vâkıf-ı esrâr olup âhir çıkarur yahşı ad
Feth iden esmâ-i hüsnâdan mu‘ammâ biñde bir”
Süheylî
Türkçede tapuk, düz, gerçek, çın, bütün, tanık ve köni sözleri başlı başına Türk aklının eseri felsefi kavramlar olarak karşımıza çıktı. Aslında doğru ve doğruluk düşüncesi açısından Türkçe terimler dizgesi çok daha zengin bir içeriğe sahiptir. Örneğin onmak kelimesinin kökeni olan ong– kökü, dosdoğru anlamına da gelen “kendi” sözünün bizzat kendisi Türk düşüncesinde doğruluk başlığı altında değerlendirilebilir. Yan anlamlarıyla ok, dik, kılmak, kılınç ve kılık sözleri dahi “doğruluk” başlığının ayrıntılarına ilişkin olarak karşımıza çıkar.
Türkçe bir hikmet dünyası, her kelime hayat bahşeden bir kimya. Hayranlık ve şükürle arz ederim.
“Çevik bahrî olmak gerek bir deryâya dalmak gerek
Bir gevher çıkarmak gerek sarrâf anı bilmez ola”