Bul, bil, ol.
Düşün, hisset, ol.
Dikkat ettiniz mi hiç, bilmiyorum; ruhaniyete dair, bilenlerin öğüdü hep “ol”dur. Hiç yap denmez.
“Bul, bil, ol.” sözü Pîr Hz. Aşkî ( Muzaffer Ozak) ‘ye aittir. Bulmak için aramak lazımdır. Aramak, merakı ve düşünmeyi gerektirir. Tabiri caizse burada siz çıraksınızdır. Aradığınızı bulduğunuz zaman yeni bir aşamaya geçersiniz. Artık onu bilmeye başlarsınız. Bu aşama hissetmektir. Onun özelliklerini izlemek, fark edip incelemek, bulduğunuzu hissetmek ve onu deneyimlemektir kalfalık. Ve sonunda olma hali gelir. Ustalıktır bu, işin ehli olmak aşaması. Artık deneyim sahibisinizdir. Olma hali yeni bir gerçeklik yaratmadır.
Yapma, davranışa ait bir tepki; olma ise hale ilişkin bir etkidir. Yapmanın hep yapayı/taklidi karşınıza çıkar, olma ise orijinaldir, çakması mümkün olmaz.
Âşık ol’ursunuz misal. Olmaya ilişkin, ya âşıksınızdır ya da değilsiniz. Olma halinde ikilik asla bulunmaz. Hem o hem bu olamazsınız. Olma bizatihi birliktir, birdendir, bire aittir. Oysa insanın yapmaları çokluk içindedir. Etkiye tepkiler çokluk taşır.
Yapım hep bir eyleyen ister. Gönül ise olmayla mayalanır, pişer. Altın olmaya istidadı olan bakır nerede, diye sorar Hz. Pîr Mevlâna Divân-ı Kebir’de(cilt4 sf;93). Olmaya istidâd taşımak, her kişiye masus olsa da sadece er kişi olmuşlar; görmede, bilmededir bu istidadı. Çünkü yine der ki Pîr; sen yüzlerce gül bahçesinin cânısın fakat yaseminden gizlendin, a benim cânımın cânına cân olan, nasıl oldu da benden gizlendin sen? (Divân-ı Kebir C4;sf;121)
Tüm oluşlar potansiyelde gizlidir. Umulur ki potansiyelden çekilip cânlara apaçık görünsün.