“Bey tabiri, Tanhu Mo-Tun’un adında (Beğ-tun) yer aldığına göre 2300 yıldan beri mevcuttur.” “Aslında boy başkanını gösteren bey (beg) unvanı daha sonra bilhassa 11. Asırdan itibaren (bk. Kutadgu Bilig) zamanla manası genişleyerek günümüze kadar yaşamaya devam etmiştir”[1]
Unvanlar, yükümlülüğe atıf yapan bir sorumluluğu tanımlar. Kültürümüzde bazı unvanlar, prensip olarak Töre tüzel kişiliğine hizmetin konumunu ifade ederler. Kutadgu Bilig’e göre “Hizmet etmekle kul bey olur.” Eski Türk toplumunda katun (hatun), elig (veliaht), tegin, şad, yabgu unvanları kağana yakınlıkla beraber temel insan hakları bakımından bir imtiyaz içermezler. Kağanın oğlu anlamına gelen tegin (kul) sözü, hükümdara dolayısıyla devlete hizmet mükellefiyetini ifade eder. Günümüz Türkçesinde kullanmak sözü, kastedileni hizmetine almak manasındadır; araba kullanmak, bilgisayar kullanmak… gibi. Batı literatüründeki prenslere tanınan başta iktisadi ayrıcalık olmak üzere birçok imtiyaz tegin’de bulunmaz.
Sistematik köleci toplum yapısında görülen, krala veya ilahi bir güce yakınlığın getirdiği ayrıcalıklı sınıfsal tanımlamalara Türk sosyal ve siyasal hayatında rastlanmaz. İstisnası ise bir unvan gibi kullanılan seyyid ve şerif tanımlarıdır ki bunlar da kültürümüze Müslümanlık sonrası girdiler. Hz. Hüseyin’in şehadetinden sonra güneyimizde ve doğumuzda yaşayan, içlerinde Arap soylu olmayanların da bulunduğu birtakım insanlar, çeşitli amaçlarla Hz. Muhammed’in soyundan geldiklerini iddia edegeldiler. Tarih boyunca birçoğunun siyasi ikbal peşinde koşan istismarcılar olduğu söylenebilir. Bazıları bu “unvanları” peşinde koştukları maddi çıkarları perdelemek amacıyla öne sürdüler. Hatta bu unvanları kendilerince İslami ruhban oluşturmak için kullananlar da oldu. Her şeye rağmen Türklerdeki olağanüstü Peygamber sevgisi bu “unvanlara” sahip olduğu iddia edilenlere temkinli bir saygıyı da beraberinde getirmiştir.
Siyasi ve askeri unvanlarda ise Müslümanlığın kabulü ile çeşitlenen, özellikle İstanbul’un fethi sonrası, Pers ve Doğu Roma’nın seçkinci yapısından esintiler taşıyan terminoloji ise başka bir araştırma konusudur. Türk devletinin en üst makamı için, Göktürk döneminde kağan, Karahanlılarda han unvanı kullanıldı. Gazneli Mahmud’a kadar gelen emir unvanı, onunla birlikte sultan oldu. Selçuklu dönemlerinde sultan ve şah unvanları tercih edildi. Önceleri gazi ve bey diye anılan Osmanlı dönemi hükümdarları, sonraki dönemlerde hakan, sultan ve nihayet padişah unvanıyla kayıtlara geçtiler. Geçmişten günümüze kağan ve cumhurbaşkanı arasında onlarca unvan kullanıldığı görülüyor.
Padişahın birinci dereceden yakın çevresine verilen sınırlı sayıdaki bazı unvanlar olsa da bunlar Avrupa sarayları ve çevresinde kümelenen aristokrasiyle mukayese edilemez. Ayrıca Töre’ye göre toplumun hiçbir ferdi imtiyazlı bir statüye sahip olamaz. Bazı dönemlerdeki istismarlar ise ceza hukukunun ilgi alanına girer. Nitekim bugün bile özellikle Türk toplumsal tabanında seçkin zümre tanımlamalarına rastlanmaz.
Türkler, Türkçenin tarihi birikimiyle cemiyet hayatının her aşamasında kullanılan ve hiçbir statünün tek başına kendine mal edemeyeceği özel bir unvan yarattılar. “Bey” unvanı erken dönemlerde her kademede lider konumunda bulunan yöneticiler için kullanılırdı. Ancak tarih boyunca gelişerek çok geniş bir kullanım alanı buldu. Siyasi, askeri, kültürel ve sosyal hayatın her aşamasında her hak edenin anıldığı bir unvan oldu. Türk aklı temiz ve asil bulduğu her unsuru topluma mâl etme eğilimi gösterir. Örneğin erkek çocuklar paşam diye sevilirken küçükbey diye yüceltilir. Anadolu’da hala kız çocukları için en güzel iltifat hatın kızım ifadesidir. “Bey” unvanının tarihi gelişim süreci toplumsal akışın sınıfsız karakterinin de göstergelerindendir. Türkçenin Töre’nin dili olduğunun kanıtlarından biri olan bu müthiş tanımlama sadece kişilerle sınırlı kalmadı. Türk aklı bu tanımı bir yandan ahlak felsefenin konusu olarak kavramlaştırırken diğer taraftan güzellik ve könilik duyuşunun önemli bir başlığı olarak ele aldı. Ayrıca Türk aklına mahsus siyasi düşüncenin toplumsal hayatla kesiştiği kavramsal bir çerçeveye oturttu. Sözünü ettiğimiz bu özel unvan, Töreli hikmet geleneğindeki varoluşsal yönelişin derin izlerini de bünyesinde taşır.
Bey
iki törlüg ol kör bu aslı kişi
biri beg biri bilge yalñuk başı
“Bak, iki türlü asîl insan vardır; biri bey, biri bilge; bunlar insanların başıdır.”
Kutadgu Bilig, iyiliğin övüldüğü başlık altında asalet konusunu da ele almaktadır. Töre asaletinde kan bağı ve iktisadi güç belirleyici unsurlar arasına girmez. Temel ölçüt bilgi ve iyiliktir. Kut Bilgisin’de iki tür insan asildir. Bu anlayışa göre adı konan unvanlardan biri “bilge” diğeriyse “bey”dir.
Hâcib, eserinde bilge ve bilgi konusuna her fırsat bulduğunda değinir. Töre’de bilgelik saygınlığı özel bir yere sahiptir. Bilgi konusunda bilge ile ilişkili çok geniş bir anlam çerçevesiyle karşılaşıyoruz. Türk düşüncesinde bilgi kuramı, bilgeliğin tanımı gereği sadece müktesebatla değil; varlık, ahlâk, vicdan ve duyuşla doğrudan ilişkilendirilir. Böylelikle bilgi, soyutlama sınırlarını aşarak bilgenin şahsında ete kemiğe bürünür. Bilgi ve bilge konusu, çok geniş bir başlık ve özel bir çalışmanın konusu.
Daha önce bey ve beğeni sözlerinin ilişkisinden yola çıkarak duyuşumuzdaki beğeni başlığına değinmiştik. Bu yazıda bey sözünün kavramsal yönünü başka boyutlarıyla çözümlemeye çalışacağız.
“Kut Bilgisi”nde konu çok geniş bir anlam çevresiyle el alınmış. Bunlardan Türk beylerine yapılan atıflar çok dikkat çekicidir:
körü barsa emdi bu türk begleri
ajun beglerinde bular yeğleri
Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir.
bu türk beglerinde atı belgülüg
toña alp er erdi kutı belgülüg
Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ve ikbâli ayan beyan olanı Tonga Alp-Er idi.
bedük bilgi birle üküş erdemi
biliglig ukuşluğ bodun ködrümi
O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi; bilgili, anlayışlı ve halkın seçkini idi.
ne üdrüm ne ködrüm ne ersig eren
ajunda tétig er yédi bu cihân
Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zâten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur.
Kutadgu Bilig’de geçen bu dizeleri, bağlamına göre değerlendirdiğimizde, geniş kapsamlı bir bey tanımıyla karşılaşırız. Töre’nin anlatıldığı eserde beylerin nasıl olması gerektiğini söyleyen bölümler ayrıntılı bilgiler verir. Kut bilgisine göre beyi bey yapan temel unsurların başında bilgi gelmektedir. Bilgi beraberinde iyiliği ve iyi Töre kurma yeteneğini de getirmektedir. Bey ayrıca erdemli, anlayışlı ve daima tetiktedir. Burada Hâcib tam olarak münevver tarifi de yapmaktadır. Bey’in özelliklerinden olan ‘anlayışlı olmak’ dönemin Türkçesinde ukuşlug sözüyle ifade bulur. Ukuşlug sözü günümüz Türkçesine “anlayışlı” şeklinde aktarılır ancak bu yanlış değilse de eksik bir açıklamadır. Birçok konuda ukuşlug kişi tanımlaması yapan Hâcib, bugünkü anlamıyla entelektüel akıldan bahsetmektedir. Söyleneni eksiksiz anlama kabiliyeti için de ukğan tabirini kullanır. Hâcib’e göre bu anlayış için tek başına bilgi yetmez. Ayrıca akla eşlik eden erdemlerle de donanmış olmak gerekir. Uk, ukuş ve eklemelerle çeşitlenen kavramlar örgüsü, aklın anlayış ve yüksek kavrayış durumuna çok yönlü tanımlamalar getirir. Maalesef günümüze ulaşamayan bu anlama kökü, düşünce hayatımız için büyük bir kayıptır.
Türkçedeki ses dönüşümleri, dikkate değer bir konudur. Aklın, doğru anlamı çağıran yönüne işaret eden ok- kökü ile derin anlayış ve kavrayışları ifade eden uk– köklerinin ses uyumu ve içerik bakımından ortak bir anlama kökeninden geldiklerini görüyoruz. Burada Türk aklının icadı olan Türkçenin, anlam ve anlayış kavramları açısından ne kadar ayrıntılı ve zengin bir içeriğe sahip olduğuna tanık oluyoruz.
Türkçede b- sesi ile başlayan kelimelerle (istisnalar hariç) parçalı görünen varlığın bütünlüğüne yönelik kavramlara ulaşılır. Birlik, bütün, bilgi, bar ve bağ bunlardan bazılarıdır. Bey sözü de kültürel ve düşünsel kavramları çevresinde toplayarak kendi bütüncül yapısına erişir.
Töre düşüncesinde insanın fiziki eğilimlerine yön veren gönül bey olarak adlandırılıyor. Bey’den beklenense bilgili, erdemli, anlayışlı ve iyiliksever olmasıdır. Bey kavramının fikir düzleminde akıl, gönül, anlayış, erdem ve iyilik kavramlarıyla ilişkilendirilmesi çok çarpıcıdır. Elimizdeki ilk Türkçe metinden günümüze kadar bey kelimesinin gelişerek güncellendiğine tanık oluyoruz. Tarihi süreçte Türk aklı bey sözünü bir unvan olarak işlemekle kalmıyor, buradan yola çıkarak tutarlı bağlamlarla beslenen devasa bir kavram galerisi inşa ediyor. Bu ilişkiler ağı çözüldükçe zaten Türkçede var olan özgün felsefenin serpilip geliştiğini göreceğiz. Töre’nin hangi sözünden yola çıkarsak çıkalım karşınıza medeniyeti yeniden kurmanın yollarını açacak sapasağlam anlam kökleriyle karşılaşırız.
Orhun Yazıtları’nda bey sözü bodun ile birlikte anılır. Beyler (yöneticiler) ve millet arasındaki uyum, devlet ve millet birliği için hayati bir unsur olarak görülür:
Begleri budunı tüzsüz üçün Tabğaç budun tebliğin kürlüg üçün armakçısın üçün inili eçili kigşürtükin üçün begli budunlığ yongaşurtukın üçün Türk budun illedük ilin ıçğınu ıdmış,
“Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış,”
Dikkat edilirse yazıtlardaki tüz sözü bugünkü ahenk kelimesi ile karşılanabilmiş. Töre hukukunun adı olan tüze kavramı da aynı tüz köküne dayanır. Buradan hareketle tüzenin meşruiyetinin millet ve devlet arasındaki uyuma bağlı olduğu sonucu çıkarılabilir. Hukukun bu temel ölçütünün göz ardı edilmesinin sonuçlarıyla en az iki yüz yıldır boğuştuğumuz biliniyor.
Devam eden satırlarda her çocuğun olası bey adayı olduğu açıkça dile getirilir. Bu ifadeler Türk toplumsal örgütlenmesinde, sadece sosyal değil siyasal düzende de kast olmadığını zımnen anlatılır:
kağanladuk kağanın yitürü ıdmış. Tabğaç budunka beglik un oğlın kul boldı, isilik kız oğlın küng boldı. Türk begler Türk atın ıtı…
“Kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyler Türk adını bıraktı…”
Bu satırlarda ayrıca kız ve erkek çocukları değer, saygınlık ve haysiyet açısından eşit olarak görülür. Burada belgelerine ulaşabildiğimiz en eski kayıtlardaki sınıfsız anlayışın bugün bile ne kadar temel bir değer olduğunu biliyoruz. Türkler komşularından aldığı birçok kültürel unsura rağmen toplumsal tabakalardaki geçişleri engelleyen acımasız kast sistemini hiçbir zaman benimsemediler. Yazıtlarda “Türk beyler Türk adını bıraktı.” ifadesindeki korkunç tespit ise münhasıran bir yazının konusu olmaktan çok daha geniş bir düzleme oturuyor.
Türklerde bir dönem bey kızlarına begim unvanı verildiği de görülür. Uzun Hasan’ın kızı Alemşah Begim, kız kardeşi ise Hatice Begim’dir.
Bey sözüne geleneksel Türk toplum kültürü içinden baktığımızda her tür sınıfsal çağrışımdan bağımsız bir tanımlama ile karşılaşırız. Toplum içinde herkes konumuna göre bey olarak görülebilmektedir. Kadına göre kocası, obaya göre başta bulunan, ere göre komutan, boy’a göre hakan bey olarak görülebilmektedir. Bugün Misak-ı Millî sınırımızın güneydoğusunda öteden beri devam eden toprak ağalarına tarihimizin bazı dönemlerinde bey denmesi istisnai bir durumdur. Bu daha çok düzenin sağlanmasına yönelik siyasi bir rüşvet olarak görülebilir. Sözü edilen bölgedeki feodal aşiret yapısı ile sınıfsız Türk boy ve oba düzeni arasında çok derin farklar vardır. Toplumsal ve iktisadi düzenlerin temellerinde varoluşsal kabuller yatmaktadır. Aile, oba ve boy düzeninde siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel alanlar Kök Tanrı fikrine bağlı birlikçi varlık anlayışıyla biçimlenmiştir. Aşiret yapılanmasında ise düalist dünya görüşünün derin izleri, feodal kültürün bugüne kadar ayakta kalmasının başlıca sebepleri arasındadır. Bu nedenle aşiret sistemindeki ağa (hêja, momeste) ile oba düzenindeki bey aynı anlamı ifade etmezler. Dolayısıyla bey sözü ad ve tanım niteliğiyle medeniyetimize özgü bir kavram olarak değerlendirilmelidir. Değerlendirme sözünü özellikle kullanıyorum çünkü lisan aynı zamanda bir dünya görüşüdür ve kelime bağlı olduğu kültürel havza içinde değer bulur.
Önceki yazılarda bey’in beğenilerin odağında olduğunu söylemiştik. Beğenmenin yol açtığı benzeme çabası ise koşulsuz güzel görme eğilimine işaret eder. Bey tanımı bu yönüyle özenilen kişisel bir model olarak karşımıza çıkar. Konunun bu veçhesi için Töre’de Bey ve Beğeni yazısına bakılabilir.
Kutadgu Bilig’e göre bilge ve bey’in, aynı zamanda asaletiyle maruf kurumsal yapılar olduğuna işaret etmiştik. Hâcib bu konuda o kadar hassastır ki bilgenin kut’a layık olduğunu söylerken cahil küstahların ölmelerini bile arzu edebilmektedir:
kerek erdi bilge tirilse kutun
kamuğ ölsün erdi biligsiz otun
İyi Töre kurmak ve hayırlı olmak, bey’in bilgisi ile doğrudan ilişkilidir:
bilig kimde erse ajun begleri
törü edgü urmış kişi yeğleri
Dünya beylerinden hangileri bilgili olmuş ise Töre’yi iyi kuranlar ve iyilikte ileri gelenler onlar olmuştur.
Bu durumda bilgenin susularak dinlenmesi tavsiyesinde Türk kültürünün kendine özgü eğitim sistemine ışık tutacak ipuçlarını görüyoruz. Hikmet geleneğimizdeki bilge kavramının içeriği hayati bir muhtevaya sahiptir. Bilgelik, eğitim kurumlarımızın yapılanmasından müfredatına kadar birçok sorunumuzu çözecek niteliktedir.
Bilgede dikkat çeken kültürel ipuçlarının bir benzerini bey kavramı muhtevasında da görebiliyoruz. Âşık Paşa, Garib-Name’sinde yedinci destan üçüncü babda sultan ve bey sözlerini başka bir konuyu anlatmak için eğretileme yoluyla kullanır. Benzetme de olsa Türk kültüründe bey’in önemli özelliklerinden birine vurgu yapar:
Çünki sultân uşbu sözi söyledi
Bu söz üzre durdı göñül bagladı
Okıdı beglerini tapusına
Söyledi bu tedbiri kamusına
Begler eytdi mahkumuz ne dir-iseñ
İşleyevüz niçe hükm ider-iseñ
Buna göre bey meşru otoriteye kayıtsız şartsız bağlıdır. Kendi konumuna göre her bey bir başka bey’e bağlıdır. Böylelikle geleneksel Türk toplumunda her ferdin bir beye bağlı olduğunu görüyoruz. Bağ sözünü burada kavramsal çerçevede anlamlandırıyoruz. Bağ kelimesi var sözüyle aynı köke dayanır. Türkçenin incelikleri özellikle düşünce düzleminde tutarlı bir düzleme oturur. Buna göre bağ kurmak veya bağlı olmak derken varlık hakkındaki temel kabullere zımnen atıf yapılır. O halde bir bey’e bağlı olmak her şeyden önce onunla varoluşsal bir vasatta buluşmak anlamına da gelir. Görüldüğü gibi varoluş anlayışındaki birlikçi tutum, topluluğun topluma dönüşmesinde de kendini gösterir. Nitekim bir dönem beylerbeyi denen bir kurum da vardı. Sonunda bütün beyler siyasal örgütlenmenin başında bulunan hakana sadakatle yükümlüdürler. Burada beylik herhangi bir ekonomik statüden bağımsız olarak karşımıza çıkar. Bey; asaletini kan bağından değil, Töre’ye bağlılığı ve hakana sadakatinden alır. Batılı derebeylik sisteminin ürünü, kan bağıyla devredilen çok çeşitli soyluluk tanımlamaları sınıfsız Türk kültüründe görülmez. Dük, kont, marki, vikont ve baron benzeri olağanüstü ayrıcalıklarla donatılmış köleci yapı, birlik fikrinin temel değer olduğu Töreli toplumlarda ortaya çıkmamıştır. Beyler dönemsel ve istisnai durumlar dışında bir imtiyaza sahip olmadıkları gibi hakanın nezdinde Töre’ye hizmetle mükelleftirler.
Yunus’un Bey’i
İşidün iy ulular âhir zamân olısar
Sag müsülmân seyrekdür ol da gümân olısar
Dânişmend okur dutmaz dervîş yolın gözetmez
Bu halk ögüt işitmez ne sarp zamân olısar
Gitdi begler mürveti binmişler birer atı
Yidügi yohsul eti içdügi kan olısar
Sevgili Yunus’un bey tanımında iyilik, cömertlik ve lütufkârlık önceliklidir. Ona göre bey ahlakı bilginden derviş ve halka kadar toplumun kültür vasatının ortak değeridir.
Diğer taraftan Yunus bazı dizelerde beyleri eleştirir. Onları insanların eşitleneceği sonla uyarır:
Atlarınun izi tozlu önleri tabıl-bazılu
İle güne hükmi yazlu şu muhteşem begler yatur
Beyefendi
Günümüzde bey sözü ile beyefendi kelimesi neredeyse aynı anlamda kullanılıyor. Karşılaştırma yapacak olursak beyefendi sözü kısmen İngilizce gentleman kelimesine benzer. Gen– kökü proto-Hint-Avrupa dillerinde doğurmak anlamına gelir. Bu kökten üreme, aile, kabile ve ırk ifade eden kelimeler türetilmiştir. Gentle kelimesi 12. Yüzyıla kadar “soylu, rütbeli asil aileden gelen” anlamında kullanılıyordu. Gentleman sözü önceleri “iyi bir aileden gelmiş adam”ı ifade ediyordu. İngiltere’de kelime genellikle “soylular ve yeoman dedikleri alt sınıf toprak ağalarından daha üst sınıftaki herhangi bir adam” için kullanıldı. Bugün hem beyefendi hem de gentleman sözleri bir unvan olmaktan çok erkekler için saygınlık ifadesi olarak kullanılmaktadır. Beyefendi sözü Türkçede daha çok 1500’lü yılların başından itibaren kullanılır oldu. Beyefendi sözüne yakın, Latince senior kelimesi senato sözüyle aynı yerden gelir, Latincede “daha yaşlı” anlamına gelen kelime Ortaçağ Fransızcasında “feodal ağa” anlamında kullanılıyordu. Beyefendi Türkçede ilk zamanlar âlimler ve tahsilli kişilere özel bir saygınlık ifadesi olarak kullanıldı. Bey unvanının kullanımda olduğu gibi beyefendi sözünde de kast unsuru söz konusu değildir. Sehi Bey Hz. Peygamber’e olan derin sevgi ve saygısını ifade ederken “beg efendümdür benüm” diye hitap ederek beyefendi tanımını Türk düşüncesinin en itibarlı makamına oturtur:
Bir ķul oġlı ķulıyam ol beg efendümdür benüm
Bâġ-ı dilde śalınur serv-i bülendümdür benüm
Ĥâlüme baķup dimez bu derd-mendüm benüm
Şol güzeller şâhı kim ismi anuñ Maĥmûddur
Daha sonra şehzadelere hitaben de beyefendi denmeye başlandı. Beyefendi bugün genel bir saygı ifadesi olarak kullanılıyor. Özel olarak iyi terbiye almış, toplum kurallarına uygun davranan, davranışları ince ve ölçülü olan kişileri de tanımlar. Bugün toplumun her kesiminde muhatabın saygınlığına vurgu yapmak için beyefendi, hanımefendi sözleri kullanılır oldu. Hazirun içerisinde Cumhurbaşkanı ve eşi bulunuyorsa beyefendi ve hanımefendi ifadesi doğrudan makamı temsil edene ve eşine yöneliktir.
Türkçenin “fetihçi ruhu” Rumca kökenli “efendi”yi “bey”e perçinleyerek fetheder. Dolayısıyla Batılı Senyör’ün kökenindeki sınıf vurgusu söz konusu bile değildir.
Bektaş Sözü Üzerine
Bektaş sözüne bazı kaynaklar efsanelerden yola çıkarak tasavvuf temelli çözümlemeler yapmaya çalışmışlardır. Bu kaynaklar “bektaş” kelimesinin her harfine bir anlam yükleyerek izah uğraşına girerler. Örneğin “Dördüncü harfi eliftir; elif, kardeşliğe işarettir.” benzeri açıklamalar getirirler. Ancak bunlar sıra dışı yorumlardır ve lisan açısından ilmî olmaktan uzaktırlar.
“Bektaş” sözüne dair önemli çalışmalardan biri, İ. Hakkı Aksoyak’ın ilgili makalesidir* Aksoyak denemesinin sonunda:
Türkçe ve Farsça kaynakları kullanarak hazırladığımız çalışmamızın sonucunda Bektaş sözcüğünün Türkçe beg+taş kelimelerinin birleşmesi ile oluştuğunu tespit etmiş bulunuyoruz Bu konudaki dayanaklarımız şunlardır:
1 -Türkçede Bek veya daş ile kurulmuş pek çok kelime bulunmaktadır. Bektaş kelimesi sadece ve sadece Türkler arasında kullanılmaktadır. İran ve Araplarda Bektaş adı bulunmamaktadır.
Kelimenin Farsça olduğunu ileri sürenler varsa da eski Farsça metinlerde bu kelimeye temel teşkil edecek “tâşîden” şeklinde bir masdar bulunamamıştır. Oysa Türkçede -daş eki ile oluşturulmuş pek çok kişi, yer ve oba adı bulunuyor. Farsçada ortaklığı gösteren ve oldukça işlek olan hem- eki varken aynı anlamda bir eke de gereksinim yoktur.
Bektaş sözcüğünün Osmanlı Türkçesindeki imlasından hareketle -taş Türkçe bir ektir. Bu ek yalnızca, Türkçe isimlere gelerek birleşik isimler meydana getirmiştir. Türkçe müştereklik bildiren -daş eki Türkçe kökenli olmayan isimlere de gelebilir: dindaş, vatandaş, fikirdaş vb .. Dolayısıyla Bektaş sözcüğü, Beg kelimesi bey, efendi anlamı ile Türkçe ortaklık veren -daş veya -deş ekinin birleşmesinden oluşmuştur.
Sonuç olarak Bektaş sözcüğünün, Osmanlı Türkçesindeki imlasına ve benzer örneklere dayanarak Türkçe beg sözcüğü ile ve -taş ekinin birleşmesiyle oluştuğunu düşünmekteyiz.” diyerek görüşünü açıklar. Aksoyak makalesinde “bektaş” sözcüğünün bazı sözlüklerde “begdeş” ve “bekdeş” şeklinde yazıldığını da belirtir.
Dr. Sait Başer de ilgili yazısında “bektaş” sözünü kendine özgü üslubuyla ve daha güncel bir bakış açısıyla değerlendirir:**
“Bektaş” ne demekmiş efendim?
Aynı beye tâbî olmak! Aynı devlette “vatandaş”lık gibi. Çünkü beyin şahsında devlet söz konusu.
Kelimelerdeki muhakeme, yüklendiği tarihî tecrübe, kelimenin lugat tariflerinden çok daha fazla bir şey…
Dili emellerimize köle etmekten çok, üzerinde düşünülecek bir toplum aklının ipuçları olarak değerlendirmeli.
Bakın “beğenmek” de aynı BEĞ kökünden geliyor!
Dil ve düşünce ile ilgilenenlere.
Gün beğdeşlerimizin güzellikleriyle güzel. Vatan kavramından “vatandaş” kelimesi yeni yapıldı. “Beğdeş” aynı devletin mensubu olmak anlamıyla pek güzel. Yahyâ Kemal’in:
“Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim”
mısrâının hayranları bu kelimeyi de seveceklerdir. At üzerinde geçen hareketli asırlardaki devletlerimizde birleştirici kavram olarak ne hoş bir deyiş.”
Aksoyak’ın köken denemesi “bektaş” kelimesini etimolojik açıdan olabildiğince açıklığa kavuşturmuştur. Başer’in anlam çözümlemesiyle “begdeş” sözünü güncel bir düzleme oturtması, düşüncemizde daha geniş ufukların açılmasına yardımcı olacaktır.
Son zamanlarda birtakım bağnazlara karşı dilimize müşfikçe yaklaşan bazı yazarlardan “Türkçe ile felsefe mümkündür.” şeklinde sözler işitiyoruz. Hâlbuki aranılan felsefenin bizzat Türkçenin içinde bulunduğunu ve işlediğini görüyoruz. O akıl Türk dilinde yaşıyor ve hikmetli yoluna devam ediyor.
Diñle beglerbegi kimdür iy safâ
Mustafâ’dur Mustafâ’dur Mustafâ
Aşık Paşa
[1] KAFESOĞLU, İ. (1997). Türk Milli Kültürü. s. 257
*AKSOYAK, İ. H. (2007). “Bektaş” Sözcüğü Üzerine Bir Etimoloji Denemesi. (2. U. Kitabı, Dü.) Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
**