İlk Osmanlı tarihçilerinden Âşıkpaşazade’de Anadolu, “Anotoli” olarak geçiyormuş. Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme’sinde “Anatolia” diye bahsetmiş. Yunanlılar Anadolu’ya, güneşin doğduğu yer anlamına gelen “Anatoli” Romalılar ise kendi topraklarına göre doğuda kaldığından buraya doğu toprağı anlamında Thema Anadolia derlermiş.
Kim ne demişse demiş! Kadın kısmının en yüce, en çok anılan, en belirgin vasfı olan “ana”lık, bu topraklara Türklerin gelmeye başlaması ile dile gelmiş, isim olmuş, dillere destân olmuş. Millet; kendisini doğuran, kanıyla canıyla besleyip büyüten, yeri geldiğinde şehidlik mertebesine uğurladığı yavrusu ile ciğeri yanan analara vakfetmiş yurdunu. Önceden çağırılan isimleri evirip çevirmiş, kültürel kodlarının fısıldadığı bilgisi ve vefası ile toprağının üzerinde anaları baş tâcı etmiş, boydan boya analarla donatmış Ön Asya’yı; Anadolu demiş…
“Annelik, kadının en yüce vasfı.” dedik ya, kendi doğurmasa ne gam! Bütün dişilerdeki o sevdayı, içinden kopup gelen o muhabbeti hayvanlarda dahi, başkasının yavrularını bile kollamasından, emzirmesinden görürüz; görüp hayrete düşeriz ya her seferinde! Biliriz de ilk defa görmüş gibi hayret ederiz ya! İşte, hayranlıktandır o hayret. Hayran hayran, hayretle seyrederiz.
***
Ankara’nın Kızılcahamam İlçesi, Taşlıca Köyü’nün tarihi 1100’lü yıllara dayanan bir geçmişe sahiptir. Köyde Kırmızı Ebe Türbesi’nde yatan hatunun, Bacıyan-ı Rum erenlerinden olduğu ve Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından kendisine bu köyün yurtluk olarak verildiği tarih kayıtlarında mevcuttur.
“Horasan erenlerinden Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe, Türk ordularından önce gelerek Diyar-ı Rum’a yerleşmişler. Taşlıca Köyü’nde Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe türbelerinin yanı sıra Yalak Taşı ve Gelin Kayası bulunuyor. Köyün en önemli özelliklerinden biri ise burada bulunan her kaya ve taşın bin yılları aşan bir hikâyesinin olması. Bu toprakları İslamlaştırmak ve Türkleştirmek için kendisinden önce başlatılan “gaza” seferlerini devam ettiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat (/h.617-634/m.1220-1237) sıcak bir yaz günü ordusuyla Yabanabad (Kızılcahamam) kazasına bağlı Taşlı Şeyhler Köyü’nde konaklar. Köy, Horasan Erenleri veya Gaziyan-ı Rum’un merkezlerinden biridir. Ancak onlar gazaya çıktıklarından köyde Bacıyan-ı Rum (Rum Bacıları) temsilcilerinden ‘Kırmızı Ebe’ (Kırgız Ebe diye de geçer) adında bir kadın eren vardır.”
Köylüler fakirdir, koskoca Selçuklu Sultanı’nı ve ordusunu nasıl ağırlayacaklar? Lâkin Töre’de misafir baş tâcıdır, İbrahim peygamber sünnetidir. Kara kara düşünürlerken yetim evlâdı Oruç’u sırtına almış, elinde bir helke (bakraç) ayranla Kırmızı Ebe çıkagelir. Kırmızı Ebe bir bakraç ayranın koca orduya yetip yetmeyeceğinin ayırdında mıydı? Kimbilir! Şehid kocasının hâtırasını gönlünde taşıyan kadının niyeti, hem birkaç askerciği de olsa serinletebilmek hem de sırtındaki yetime gazilik şerefini aşılamaktı belki. Gerisi Allah’a kalmış…
Konaklama yerindeki küçük bir taş oluğa “Yâ Allah! Bismillâh!” dedi, elindeki bir bakraç ayranı döktü, geçti oturdu başına!
“Doldurun gazilerim!”
“Doludur ana!”
“Doldurun yavrularım!”
“Ana, dolu… ”
Ordunun bütün neferleri gelip kana kana içtiler, tükenmeyen ayrandan mataralarını da doldurdular. Bir bakraç ayran; koca orduya yetti, arttı.
Allah’ın ihsânı hem kadına hem orduya yetişti. Oluğu sürekli dolu gören askerler “Ana Dolu” dediler, buz gibi ayranla ağustos sıcağında serinlediler. Bacıyan-ı Rum’dan ana; gönlündeki arzuya kavuştu, askerlere dolu dolu ikramda bulundu. Tüm Anadolu asker oldu serinledi, tüm Anadolu analarla doldu. Onlar içti, oluk doldu; onlar içti, ananın içi doldu. İçine Anadolu doğdu.
Sırtında bebesi; inancı, hizmeti, izzetiyle kadıncığın kerâmetini gören Sultan; “Ebe kadın, dile benden ne dilersen!” dedi. Kadıncığın hizmeti karşılıksızdı; kendiliğinden, içten, Allah’tandı. “Sağlığını dilerim sultânım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin!” Sultan kararlı; ısrar etti. Kırmızı Ebe; “Sultânım! Şu kucağımdaki yetim yavrum Oruç için biraz yiyecek ve büyüdüğünde babası gibi kafire karşı gaza yapması için ona hayır duanızı dilerim.” dedi. Sultan da “Bu topraklar sana ve oğluna yurtluk ve ocaklık ola, buraya atlılar (vergi tahsildarları) uğramaya!” diye ferman buyurdu, Kırmızı Ebe’ye bir berat verdi.
“Bu fermana uygun olarak Taşlı Şeyhler Köyü, Oruç Gazi’ye vakfedilmiş olur. Oruç Gazi de XIII.yüzyılda bölgenin İslamlaşması ve Türkleşmesi için 90 yaşına kadar gaza yapar ve sonunda şehit düşer. Vasiyeti üzerine cenazesi köye getirilip köyün alt başındaki mezarlığa defnedilir. Anası Kırmızı Ebe’nin türbesi de köyün üst başındadır. Şimdi ebedi istirahatgahlarında yatan bu ana-oğul Anadolu erenleri, sanki iki taraftan köylerini korur gibidirler.
Celâli İsyanları’nın Anadolu’nun sosyo-ekonomik yapısını tehdit ettiği 17. ve 18. yüzyıllarda
Taşlı Şeyhler Köyü’ne saldırmış ve çevreden toprak talebinde bulunmuştur.
Bu durumu köylüler mahkeme huzurunda 15.c.Evvel 1141/Ekim 1729’da
“Ecdadımız Oruç Gazi Sultan’a, Sultan Alaaddin Rahmetullah Hazretleri bir çiftlik yer vakfedip o zamandan beri tasarruf eylediğimiz topraklar.” diye savunmuşlar, dava lehlerine sonuçlanmıştır.
Taşlı Şeyhler Köyü’nden vergi alınmaması uygulamanın yüzyılımızın birinci çeyreğine kadar devam ettiği köyün yaşlılarınca belirtilmektedir. Ancak Cumhuriyet’in siyasi, sosyal ve ekonomik düzenlemeleri çerçevesinde vergi muafiyeti kaldırılmıştır.
Eski adıyla Taşlı Şeyhler, yeni adıyla Taşlıca Köyü’nün tarihi önemini göz önünde bulunduran Kültür Bakanlığı, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 12.11.1991 gün ve 2059 sayılı kararıyla köyü tekrar koruma altına almıştır. Kararın metni şöyledir: Ankara ili Kızılcahamam Taşlıca Köyü’nde bulunan Oruç Gazi Sultan Türbesi, Kırmızı Ebe Türbesi, Ayrantaşı ve Gelin Kayası’nın 2863 ve 3386 sayılı yasalar kapsamına giren taşınmaz kültür varlığı özelliği gösterdiğinden tesciline karar verildi.”
Gelin Kayası
Köyün güneyinde bir tepededir. Uzaktan bakınca gerçekten at üzerindeki bir gelin görünümündedir. Yanında gelinin sacayağı, odası, merdiveni ve vurulduğunda davul gibi ses çıkardığından taş olan davulcunun davulu olduğu söylenen taşlar vardır. Düğünlerde davul çalmama adetinin, geçmiş ûlemanın eğlencede aşırıya kaçılmaması için koyduğu bir müeyyide veya Bizans devrinden kalma bir efsane olması muhtemeldir. Taşlıca köylüleri, bu “davul çalmama” adetine asırlarca uymuşlardır. Geçmişte civar köylerden bazılarının, buna inanmayıp davul çaldıkları, ancak felç olup yatağa düştükleri anlatılıyor.
Ayran Taşı
Askerlerin ayran içtiği taş yalak (Ayran Taşı) köyün üst başındaki, Koru’nun Önü denilen mezarlık içindedir. 2001’de türbelerin restoresi sırasında bu Ayran Taşı da kafes içine alınmış, yanına da yukarıdaki olayı anlatan bir kitabe dikilmiştir. Köye ziyarete gelenler, türbe ve Gelin Kayası ile beraber bu taş yalağı da görmeden gitmezler ve dilek tutarak yanındaki bodur alıç ağacının dallarına bez bağlarlar.
Oruç Gazi Türbesi
Kırmızı Ebe’nin oğlu olan Oruç Gazi’nin türbesi, köyün batı ucundaki diğer mezarlığın içinde bulunur. Türbede Oruç Gazi’den başka onun ailesine ait olduğu sanılan üç mezar daha vardır. Eski ve virane haldeki türbe, 2001 yılında klasik Selçuklu tarzında restore edilmiştir.”
Kim bilir daha kaç Anadolu’ya isim vermiş kadın türbesi vardır bir dağ yamacında, bir köy yolunda, bir akarsuyun başında, kıyıda, koyakta… Belki unutulmuş, bir yerlerde saklı kalmış, belki henüz duyulmamış, görülmemiş, haberi alınmamıştır. Belki her biri kendi isimlerine sâhip çıkmamış ama bu milletin kadın idrâkinin, muhabbetinin, şefkatinin, diğergamlık ve bereketinin, dirayetinin velhâsıl analık karakterinin timsâli olmuşlardır. Kanatlanıp uçarlar, süzülüp dururlar bir uçtan bir uca… Anadolu’da…
Sırlarına erebilmek nasîb ola…
Kaynak: Prof.Dr. Seyfettin Erşahin, Tarihte ve Günümüzde Kızılcahamam-Çamlıdere Yöresi Ankara 1997