Yazın yorucu ve rehavetli günlerinde yoğun gündemin baş döndürücü hızından affımızı isteyerek bir süre çocukluk hatıralarımızda seyrettik. Fenerbahçe’nin de pek bir gündem işgal eden başkanlık seçimleri dolayısıyla “sarı-lacivert” hatıraların bir kısmını yâd ettik.
Mesela Batı Almanya’nın efsane kalecisi “Toni Şumaayer”in Fenerbahçe’ye transferi… Transfer dedikoduları dillendirilmeye başlandığında siyasetten magazine, siyasetten hukuka, tarihten sanata “her şeyi bilen” gazeteci; “Fener, Şumaayer’in kramponlarını bile alamaz. Toni Şumaayer havaalanına insin, ben de…” diye gırgırını geçerken Şumaayer’in de yolcusu olduğu uçak havaalanına indi ve “Şapkalı Kaleci” Fenerbahçeli oldu.
Mesela okulun önünde poğaça satan Mehmet abi vardı. Abi dedikse en az dayımız yaşında. Poğaça arabasının camında “sarı-lacivert” bir bayrak vardı. Börkü ve atkısı da sarı-lacivert örülmüştü. Bir gün yine “ezeli rakibimiz-ebedi dostumuz”la maçımız var. Mehmet abi, cep radyosundan dinliyor. Teneffüste inip Mehmet abiye maçı sorduk. “1-0, Cimbom.” dedi. Diğer teneffüste de “İlk yarı, 3-0, Cimbom.” Hem onun hem bizim, yüzümüzden düşen bin parça… Galatasaraylı arkadaşlarımız, her şeyden habersiz dalgalarını geçiyor tabii. Ders bitince maçı son kez soruyoruz. Mehmet abi coşkuyla “4-3, Fener!” diye haykırıyor. Hatırlayabildiğim kadarıyla sevinçten çıldırmış “koro”muzda Cengiz, Turgut, Güngör, Uğur-Timur ikizler olmalı: “En büyük Fener / Başka büyük yok!” Zaten maçın özetini izleyince gördük ki yediğimiz birinci golde açık bir ofsayt varken ikinci golün penaltısı da hakım ikramı!
Mesela yine ilkokuldayız. Sebebini hatırlamıyorum ama arabayla İstanbul turu atacağız. Elbette ağır Fenerliyiz. 103 gollü efsane şampiyonluk… Aykut, Oğuz, Şumaayer pırıl pırıl parlıyor. Ah, hele Rıdvan! Top oynarken “Rıdvan kim olacak?” tartışmaları az mı kavga çıkardı? Dalgalanan saçlarıyla çalımlara başladığında hop oturup hop kalkardık. “Total” olarak baktığımda halen Rıdvan gibisini görmediğimi düşünürüm.
Minibüs okulun önüne geliyor, biniyoruz. Tıklım tıklım minibüsün kapı penceresinden ayakta, dışarı bakıyorum. Hemen arkamda oturan öğretmenimiz Fatma Hanım’ın dizleri ile kapının arasında sıkışmış vaziyetteyim daha doğrusu. Fatma Hanım, okulun disiplin(!) abidesi. Hasbelkader koridorda ya da bahçede karşılaşan öğrenciler, ağızlarının tadı kaçmasın diye yollarını değiştirirlerdi.
Fatma Hanım, şimdi hiçbirini hatırlayamadığım şeyler anlatıyor. Elbette çıt çıkarmadan dinliyoruz ama hazirunun büyük çoğunluğu dışarıyı göremiyor bile. Balık istif diye tarif edilen bir düzende hareket halindeyiz.
Neden sonra minibüs duruyor.
Yanımızda üstü açık bir araba duruyor.
Arabanın direksiyonunda Rıdvan!
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu Rıdvan!
Kendimi kaybederek gayrıihtiyari camı açıyorum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum: Rıdvaaaannnn aaaabiiii!
Dünyanın en büyük futbolcusu Rıdvan, güneş gözlüklerini başına geçirip gülümseyerek bana el sallıyor. Yıllar sonra şu anda kalem, kâğıdın üzerinde gezinirken hislerimi tam olarak ifade edemiyorum. Tıpkı yıllar önce hayranlıkla ve hayretle donup kaldığım o “an” gibi.
Fatma Hanım’ın Rıdvan’a çaktırmadan sırtımda, bacaklarımda, belimde her biri unutulmaz acılar bırakan çimdikleri ile dünyaya dönüyorum. (Ki Fatma Hanım, orada verdiği sözü tuttu ve okulda da görüştük. O kısmı geçelim.) Meğer minibüsteki bütün çocuklar, Rıdvan’ı görebilmek için üzerime çullanmış. Meğer nefes alıp verebilmek ne kadar değerliymiş!
Başkanlık seçimi dolayısıyla Fenerbahçe üzerinden artan “sosyolojik çıkarımlar”a âcizane bir katkımız olsun dedik.
İzlediklerimde en çok “Şeytan Rıdvan”ı sevdim, öğrendikçe de “Fenerbahçeli Lefter”i.
Fakirhanenin duvarında asılı duran “Çubuklu” ise onu giyen sporculardan daha büyüktür.