Market raflarında, gazete bayiinde, korsan kitap satıcılarının seyyar tezgâhlarında, bilhassa yeni okurların koltuk altlarında görmeye alıştırıldığımız roman, artık kendisini faklı bir mekânda gösterir oldu: Sinema – dizi sektörü.
Uzun kış geceleri aile fertlerini, etrafına toplayıp kurgu dünyasına çeken roman, bu vasfını kaybedeli çok uzun zaman olsa da bu modern gözden ıraklık henüz yeni…
İçinde bulunduğumuz modernleşme zamanlarında ‘ ‘ ben o romanı izlemiştim’’deki anlatım bozukluğumuz artık bozukluktan çıkıp roman izleme gerçeğine dönüşmekte, ‘ ‘ bir roman okudum, -artık izledim- hayatım değişti’’ (1) ifadesinde hayatımızla birlikte kavramlarımız da değişmekte…
Bu haliyle, okuma, izle anlayışıyla eski okur, yeni izleyicisinin karşısına çıkarılan roman, belki de ‘tüketme’ tüketiminin en sessiz mağduru.
Hayatların, insanların bir saniyede tüketilmesine alışık olduğumuz otuz altı ekrandan LCD ekranlara, romanın bu hızlı geçişi hayatın keşmekeşi içerisinde dikkatimizi çekmemiş bile olabilir. Hâlbuki günümüz şartlarına uyarlanan haliyle mazisini unutup atiyi arayan bir serencama uğrayan roman, bu yeni yüzüyle çoktan reyting grafiklerinin esas elemanı olmuş… Öyle ya kes – kopyala- yapıştır eylemlerini pratiğe dökmekte roman ve roman yazarı harcansa ne çıkar?
Modernim, Modernsin, Modern…
Romanı tozlu raflardan indirip izleyici önüne çıkartmada sinema ve dizi yapımcılarına böylesine cesaret veren ise daha evvel Yeşilçam Sineması ve tiyatrodaki dikkatleri üzerine çeken uyarlamalardır. Bilhassa Kerime Nadir ve benzeri romancıların gölgesi (2) uzun süre izleyiciyi meşgul etmiştir. (*)
Romanın tiyatro – Yeşilçam – pembe dizi sektörüne uzanışı bir yandan Batı teknolojisinin gelişimiyle bağlantılı bir grafik çizerken öte yandan bizim toplumumuzun modernleşme serüveniyle de paralellik arz eden bir tabloyu ortaya çıkarır. (3)
Büyük şehirlerin yine kendisi gibi büyük büyük sorunlarıyla iştigal eden modern zamanın insanları, bu modernleşme serüveninde kimi zaman gönüllü kimi zamansa gayr-ı ihtiyari ‘ ‘kestirmeden sonuca varma’’ düsturunu edinmektedirler.
Yoğun bir günün ardından, bir iki satır bir şeyler okumak yerine şöyle keyifle ayaklarını uzatıp bir elinde fincanı, diğerinde kumandası kanal kanal gezinmeyi –istisnalar kaideyi bozmaz-hangimiz tercih etmemişizdir ki?
Bizim için pek de masum görünen bu tercih, ‘nayır, nolamaz, biz ayrı dünyaların insanlarıyız, bir araya gelemeyiz’ (4) diye haykıran roman ve sinema sektörünü bir araya getirmiştir…
Roman – Sinema Ortak Yapımı Gururla Sunar…
Peki, roman ile sinema arasındaki bu yakınlaşma ne dereceye kadar faydalı? Bu yakınlaşmanın tohumları edebiyat ve genel olarak sanat adına neler getirir ya da neler götürür? Sinema – roman birlikteliği Türk Edebiyatı için ateş-barut birlikteliğine mi dönüşür yoksa?
Daha pek çoğunu üretebileceğimiz bu soruların cevabını uzaklarda aramaya gerek yok. Cevap hemen yanı başımızda: Televizyon ekranlarında…
Bugünlerde, her sezon izleyicinin nabzını yoklayarak yenilenen yayın akışlarına şöyle bir göz atacak olursak romandan ekranlara transfer edilen yapıtların epey bir yekûn tuttuğunu görürüz: Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe – Reşat Nuri Güntekin, Sinekli Bakkal – Halide Edip Adıvar, Aşk-ı Memnu – Halit Ziya Uşaklıgil, … vb. özellikle pembe dizi yapımcılarının ilgisini çeken romanların başında gelmektedirler.
Bol müzikli, bol efektli roman uyarlaması pembe diziler, tiyatro ve bilhassa Yeşilçam Sineması örneklerinin artık yerini almış olsalar da karakterleriyle özdeşleşmiş en az bir roman – sinema transferi yapıt pek çoğumuzun hatırına gelir.
Rıfat Ilgaz ‘ın ‘Hababam Sınıfı’ adlı öykü ve roman serisi halinde yayınlanan eserinin Yeşilçam uyarlaması afişi
Hatırlarken hepimizin yüzünde bir tebessüm oluşturan örnekler bulunsa da roman ve roman yazarı için tehlikeli bir birlikteliktir bu… Zira roman ve sinema farklı dünyaların insanlarıdırlar. Bu farklılıkları şöyle sıralayabiliriz:
1-) Sinemada izlediğimiz her şey o an oluyormuş gibidir, yani egemen olan şimdiki zamandır. Romanda di’li geçmiş zaman da kullanılır.
2-) Filmin sabit bir izleme süresi varken, romanın sabit bir okuma süresi yoktur.
3-) Betimlemeler romanı görselleştirmede etkin bir rol oynar, bir duraklama sayılabilir ama filmde duraklamayla karşılaşmayız, çünkü zaman sürekli akar.
4-) Anlatım açısından sinema göstermeye, roman anlatmaya yakındır. (5)
Bir başkasına ait olan dünyayı, yine bir başkasının gözüyle görmeye benzer romanın seyirlik hali. İster tiyatro, ister sinema ya da pembe dizi olsun…
Okurun hayal gücünün baltalanması olarak da değerlendirebiliriz. Zira okuyan ve okuduğu vakaları, şahısları, mekanları gözünün önünde canlandırmaya çalı-
şan bir okur yoktur artık… Sadece izleyen ve romanı sahneye uyarlayanın sınır-
landırdığı bir izleyici vardır. Ya romanı okumalı ya da sadece okumadan izleme-
li… Bu birliktelik ise sadece mukayese için pragmatik bir yapıya çevrilebilir.
Hüsrana Uğrayan Birliktelik: Seyir Geldi, Roman Gitti…
Roman ve sinemanın yakınlaşması; kimi zaman çarpık, hatta uyarlayan
tarafından ‘bilinçli çarptırılmış’ ürünler, kimi zamansa duyarlı yapımcıların bakış açılarıyla düzgün çalışmalar meydana getirse de pek de sağlıklı bir ilişki olmasa gerek…
Bu birliktelik, hoş görülmese de her metanın tüketim ürünü olarak değerlendirilip harcanmak istenmesine dayalı sektörlerce kullanılmaya devam edilecektir. Şimdiden, ekranlarda her gün yeni bir roman – dizi fragmanı görmeye kendimizi alıştırmalıyız. Her ne kadar seyir gelince roman gitse de…
Kaynakça:
1-) Pamuk, Orhan, Yeni Hayat
2-) Mete, Muhsin, Romandan Sinema ve Televizyona, sf. 404, Hece Dergisi, Türk Romanı Özel Sayısı
* ‘ ‘ Televizyona Uyarlanan Romanlar’’ listesi için bkz: – Hece Dergisi, ss. 405–421-
3-) Andı, Fatih, Resimli Romanlar, Roman Resimleri, Roman ve Hayat, sf. 90
4-) Şenel, Adnan, Türk Edebiyatı Dergisi
5-) Tutumlu, Reyhan, Anlatı Bilimi Açısından Roman – Sinema Etkileşimi ve Bir Uygulama: Anayurt Oteli, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı Bölümü Master Tezi, ss. 66 – 68