“Ak Parti, dünyanın en doğru işini bile yapsa, biz CHP olarak sizi alkışlamayız. Milletin bize verdiği görev bu kardeşim.”
CHP milletvekili Engin Altay’ın yukarıdaki sözleri kamuoyunca yadırgandı. Bense hiç şaşırmadım. Zîrâ üzerinde biraz düşünürseniz doğruyu söylediğini anlar ve sayın milletvekiline hak verirsiniz. Tabîî burada bir tashîh yapmak lüzûmu var elbet. Çünkü milletin çoğunluğu onlara müzmin muhâlif olmak gibi bir görev tevdî etmiş değil kesinlikle. Ama üzerine oturdukları seçmen tabanının onlara bu görevi verdiği çok açık. Yani onlar; aka kara, karaya da ak demek zorundalar ister istemez.
Evet, bu sözler ana muhâlefetin sergilediği ilkesiz siyâset anlayışının dışa vurumudur bir bakıma. Ama aynı zamanda da realitenin ifâdesi. Çünkü bu ilkesiz siyâset, CHP’yi iktidâr yapmasa da yıllardan beri ana muhâlefet koltuğunda oturtmaya yetiyor. Başındaki şahsın tezâtlarına ve kifâyetsizliğine rağmen her girdiği seçimden oy oranını koruyarak çıkıyor ana muhâlefet partisi. Ne uzuyor ne kısalıyor. Ama dâimâ yerini koruyor. Çünkü CHP’nin klasik seçmen kitlesi de iktidâra, oy verdikleri partiden hiç de farklı bir gözle bakmıyor. Yani CHP’nin bu kör siyâseti tabandan bağımsız değil. Daha doğrusu CHP, o kitlenin reflekslerini yansıtmakla yükümlü.
Peki, diyelim ki CHP iktidâra karşı belirli konularda ılımlı davransa sonuç nasıl olur? En azından birkaç meselede siyâseten iktidârın yanında olmayı tercîh etse bundan kendisi hesâbına müspet bir netîce çıkar mı? Kesinlikle hayır. Tabanın bakış açısı değişmedikçe bu tutumun ana muhâlefet partisine siyâsî açıdan kazandıracağı bir şey olmaz. Tam aksine oy kaybettirir ona. Kemikleşmiş olan seçmen tabanını bile koruyamaz hâle gelir. Hattâ bir süre sonra bu durum; “CHP gittikçe AKP’lileşiyor.” söyleminin revaç bulmasına yol açıp seçmeni yeni arayışlara dahi itebilir. Kısacası, seçimlere endeksli bir CHP için hakkı teslim edebilmek hiç de kolay ve rasyonel bir tercîh değil.
Ve nitekim ontik ayrışmaya rağmen o kesimin içinden bazıları, bazen düşük seviyede de olsa iktidârın bazı yaklaşım ve icrâatlarını olumlu bulan bir söylem geliştirdiklerinde en büyük tepkiyi ait oldukları o dünyadan almışlar ve adeta aforoz edilerek sözlerini tashîhe mecbûr kalmışlardır. Hattâ döneklikle bile ithâm edilerek siyâsî linçe marûz bırakılmışlardır.
Gelelim CHP’nin klasik seçmen tabanını oluşturan endişeli modernlerin, seküler kültür mensuplarının siyâsete ve hassâten de iktidâra olan bakış açısına. Tayyip Erdoğan ve kadrosu onlar nezdinde “sakıncalı” konumundadır. Pozitivist ontolojinin mümessili olan CHP’nin seçmen kitlesine göre bugünkü iktidâr, yapmaktan ziyâde yıkmaya memûrdur. Cumhûriyyetin bütün kazanımlarını imhâ(!) ile görevlidir. Atılan her adım, 1923’le 1950 arasında yapılanları yok etmeye matûftur.
Ontolojik uyuşmazlığın sosyal hayâttaki karşılığı cinnet seviyesine varan kimlik çatışmasıdır. Ve sahip olduğu kimlikle Tayyip Bey, bu kesim nezdinde benimsenmesi zor bir siyâsî figürdür. Ne yaparsa yapsın, kendisini bu kesime kabûl ettirebilme şansına sahip değildir. Muhâlif bir gazetecinin söylediği şu söz bu açıdan hayli anlamlıdır: “Tayyip Erdoğan keşke bir bira içseydi.” Bu sözü iyi okumak gerekiyor. Karşı taraf Tayyip Bey’den bugüne kadar takîb ettiği hayât çizgisini değiştirmesini, inandığı değerlere sırtını dönmesini istiyor. Hadsiz bir üslûbla; “Eğer bizi kazanmak istiyorsan hayât tarzından tâviz ver!” diyor. Bu söz; “Ne kadar büyük işler başarırsan başar, biz seni mevcûd kimliğinle kabûl edemeyiz.” demektir. Yani mesele kimlik ayrışmasında düğümleniyor.
Muhâlif gazetecinin yaklaşım tarzı bana; “Kendi dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar senden aslâ hoşnûd olmayacaklardır.” diyen Bakara Suresi’nin yüz yirminci âyetini hâtırlattı. Burada da ona benzer bir durum var. Evet, maalesef iktidârla bu kesim arasındaki ontik farklılık bu kadar keskin. O yüzden de bugünkü iktidâr onlara benzemedikçe, dünyanın en doğru işini bile yapmış olsa, alkışlanamaz.
Bu kesim, kendi ontik algısını sorgulamadıkça iktidârı ve dahi ona destek veren seçmen kitlesini asla benimseyemez. Arkasındaki kitle daha ılımlı bir çizgiye gelmedikçe CHP’nin de en azından belli konularda iktidârla uzlaşabilme ve daha yumuşak bir siyâsî üslûba doğru yelken açabilme şansı yok. Kısacası ona biçilen görev bu. O da görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışıyor.
Sosyal ve politik şartlar gittikçe CHP’nin aleyhine dönüyor. CHP’nin bu ortamda iktidâr olamayacağı ortada. O da bunun farkında. O yüzden de sadece ana muhâlefet partisi olmanın imtiyâz ve iktidârına tâlib. Çünkü ana muhâlefette olmak da kendi içinde ayrı bir iktidâr alanı oluşturuyor. Kimlik vurgusu üzerinden sahip olduğu rezervleri koruyarak da her seçimde konumunu muhâfaza etmeyi başarıyor zâten.
O yüzden de CHP’nin değişmesi gerekmiyor. Ana muhâlefetteki yerini korumak için iktidâra her konuda karşı çıkıp onu kıyasıya eleştirmesi yetiyor.
İktidâra düşmân ve onu beğenmemeye yeminli bir kitleye ne söyleyebilirsiniz ki siz? O yüzden de ana muhâlefette değişimin tabandan başlaması şart. Orada bir hareket olmadıkça, taban kendisini sorgulamadıkça hiç kimse CHP’nin tutumunu değiştirebileceğini düşünmesin.
Türk toplumu cinnet seviyesine ulaşmış kimlik eksenli sosyal buhrânı aşmak zorunda. O aşılmadıkça ana muhâlefet partisi de sorunlu ve ekseni kayık bir muhâlefet etme anlayışından kendisini kurtaramaz. Maalesef gittikçe kutuplaşan siyâsette bu eğilimi daha da güçlendiriyor.
Lafı daha fazla uzatmayalım. Sözün özü, sayın milletvekili doğruyu söylüyor. Arkalarındaki seçmen kitlesinin onlara verdiği görev bu kardeşim. Niçin kızıyoruz?