Anlamın Gönlündeki Sır

16790519_1306416416091473_195720817_n ─Sadece bir yanlışım çıktı elli sorudan.

─Aaa harika, nasıl becerdin?

─Hiç doğru yapmayarak.

Bazen öyle bir hâl alır ki hayat, hata yapmamak için hayattan vazgeçeriz. Sahiden bu kadar mühim midir yanlış yapmamak veyahut yaşamamak?

Hatalarımız insan olmak adına katettiğimiz yolları gösterirken bunu başkalarının nezdinde kusur olarak görmemiz…. Ah ne gaflet!

Arkamıza dönüp baktığımızda kusur addettiğimiz hataları, tecrübe nazarında ele almak dururken neden öteleyip ötekileştiririz acaba?

Şirazlı Şeyh Sadî’nin de dediği üzere: “Kusuru arayan göz, güzelliğe hasret kalır.” Kusur bulma yarışında iken beşer, keşke kusursuzluğu ile göz kamaştırsaydı da örnek mesabesinde olabilseydi.

Oysa hatalarımızdan, eksikliklerimizden öğrendiğimiz acizlik duygusu, burnun Kaf dağından karınca evine ilticası, bizlere ne büyük bir nimet, ne büyük bir ibret vesilesi…

Karşılaşılan paketlenmiş, ambalajlı model düşüncelere inat üretilen her yeniye “beni bozar” mantığıyla yaklaşmak da yukarıdaki diyaloğun bir ürünü diyebiliriz. Hâlbuki mevcut hâlin bozuk olmadığı da nereden çıkarıldı? Bozulmamışlık iddiasında olanlarımız bozulmaktan en çok korkanlarımızdır belki de…

Öfke, korkunun dışa vurumudur. Statükocunun öfke nöbetleriyle müşterek hareket eden bu korku, “bozulma” korkusudur. Olmak ve bozulmak arasındaki çizgiyi fark edemeyen idraklere bir serzeniş nevinden tüm bu mülahazalar!

Hazret’in Mesnevî’sinde buyurduğu gibi “Gizli olan şeyler zıddıyla meydana çıkar.” Bozulmuş olanı olan ile mukayesede anlarız. Bu anlayış bizi her an teyakkuzda ve diri tutar. Çünkü bozulmaya meyyal olanı denetim için sürekli uyanık olmak, bilincin açık olması şart. Çünkü lâyıkıyla yapıldığı zannedilen her iş hakikate sevk etmiyor maalesef.

Soru sorduğunu zannederken dahi hüküm veren zihniyete verilebilecek en anlamlı cevap anlamın kişiye mahsus olduğunu haykırmaktır. En haklı haykırış, en haklı dava ise bu çok bilmişler gezegeninde bilmek için anlamanın şart olduğunu bilmektir.

Bu haykırışlar için bilginin doğurduğu bir anlama ve bahusus cüret lazım gelmekte. Çünkü cesaret, cehalete tâbi olmuş, haksız yere hüküm giyip ömrünü bir mahpushanede geçiriyor. Onu kurtarmaya meyledenler dahi onunla aynı hücreye mahkûm. Onunla birlikte olmak, onu esaretten kurtarmaya yetmese de bizleri esaretimizden “anlama” kuvvesiyle kurtarıyor, fehmetmenin bir cesaret işi olduğunu öğreterek…

 

Kavramlar ise yeterince anlaşılamadığı için hedefler isabetsiz, sönük ve hayal yıkıcı!  Anlamanın hiçe sayıldığı bir dünyada doğru- yanlış veya haklı- haksız kavramları da bir anlam ifade etmiyor. Zira doğru, hakkıyla anlaşılmadığında yanlış da doğru olabiliyor.  Keza başarı mefhumu da bu anlamı anlayamama mevzuundan payını almış vaziyette. Kendimizi kandırmadaki ustalığımız sayesinde başarıya hayran olup onunla vuslatı yaşayamamak için gösterdiğimiz gayrete hayret etmemek elde midir acaba? Hatalarla yüzleşmemek için başarının bir kenara itildiği bir zamanda başarı, uzun bir yolda hedefe ulaşmanın bu dünyada imkânsız olduğu bilinciyle dur durak bilmeden koşmaktır, yorulmak ve hata yapmaktır. Hatta başarı, yapılan hatalara gizlice sevinmek, hatanın kesreti ile başarının doğru orantılı oluşunun bilinciyle mutlu olmaktır.

Platon, “Başa çıkamadığın şey hakikatin ta kendisi.” derken de mücadele ruhuna, yenilgilere aldırış etmeden yolculuğa devam etmek gerektiğine atıf yapıyor şüphesiz. Çünkü o yolun imtihanı da müşkükatında mahfuz. Hayata, hatalara imtihan nazarıyla bakabilip karanlıkla olan kavgamızda bir ışık olma sevdasıyla ömürler hasretmek lâzım. Gelmez mi dersiniz?

 

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.