Vuslat Yolunda Yolculuk

IMG_1543Bazen  içinde yaşadığı anda asırlarca konaklamak ister insan, misafir olduğunu bile bile…
Sessizce bir bekleyiş, bir terennümün en güzel tınıları olabiliyor.
Tabiatı gereği insan, bekleyişlere kör, vuslat yolunda yolcu daima…
Ancak sır firakta mahfuz. Neden mi? Çünkü her ayrılık, her terkediliş, bir farkedişi de beraberinde getiriyor. Bu bir bakıma insanın zâtını farketmesi…
Bu farkediş ömür boyu sürecek kabiliyette. Ancak ne yazıktır ki abd, “oldum” demenin peşinde olmanın değil!
Olma dediğimiz husus ise ilim deryasına küçük bir balık olmanın bilinciyle girmekle yani öğrenmenin uçsuz bucaksız sürekliliğini kabul edişle başlayan bir süreç…
Hayat boyu öğrenmenin mümkünlüğü de çile ağacından meyve toplamaya benziyor. Müsibet derde tek çare. Derdin dert olmadığını yeni hatta daha büyük bir dertle idrak ediyor beşer. Beniademin gafleti de bundan mütevelli. Müsibetten sadece ders değil dert de çıkarmak gerek. Yani dertlerden dert devşirmek…
Çaresizliklerin, içine düşülen çıkmazların müsebbibi olan duygular ise yine elinden tutuyor dertşinas fertlerin.Zira insan denilen mahlukat duyguların mecmuundan ibarettir. Anlam verdiğimiz her şey sadrın süzgecinden geçtiği ölçüde değerli olduğuna göre sahiden bunu ispata hacet var mıdır dersiniz?
Mevlana Hazretlerinin “Ben ne öğrendiysem Attâr’dan öğrendim.” Dediği o yüce zat, Mantıku’t Tayr’ında şöyle diyordu:
“Kan iç (her türlü acıya katlan) ve gerçek er gibi sabır göster ki çektiğin bu acı, önündeki bütün düğümleri bir bir çözsün!”
Şayet düğümleri çözmek sevdasındaysak müsibetler baştacı edilmeli ki zahmetler, güçlükler bizleri berkitecek vasıtalar mesabesinde olabilsin.
Dost, acı söyleyense başımıza gelen her zorlukla dost olmamız gerekmez mi?
Eskilerin pişmek dediği harda kavrulmak, yanmak, olmak, kemale ermek gerek. İnsan’il Kamil’inde Erzurumlu Ibrahim Hakkı Hazretlerinin de dediği üzere…
“Toprağa benzer o derviş-i hakir
Ki onu çiğneye her bay u fakir
Etseler canına bin türlü azab
Söylemez kimseye manend-i türab”
Hülasa-i kelam; dönüp duran dünyanın başımızı döndürmesine müsaade etmemek evvela “olma” istidadından geçiyor.
En yakınları uzak kılmayı dahi becerebilen beşer, en müşkül olanı suhûlet ile çözme kabiliyetini de haizdir.
“Ümmid cihandan da büyük, zevk ise mahdud
Her saati ömrün emel-efza, elem-efzud.”
Ol sebeple gaye ise “olmak” istemek gerek, evvela istemek, ümit etmek…

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.