Bu yazımda size bir Rumeli türküsünden bahsedeceğim; müziği şen, hikâyesi ise hüzünlü olan bir türküden. İnsanlar genelde kendini coşturmak ve bir an olsun hüzünlü anlarından uzak durmak için türkü dinler diye düşünsek de türküler hep bir mutluluğu dile getirmek için mi yazılmıştır?
“Mendilimin Ucu Pembe” türküsünü dinleyince “Ne güzel bir sevgi ifade etme şeklidir bu.” diye düşünmekten alamadım kendimi. Evet, insanlarımız eskiden sevdaya dair olan her şeyi mendilin kenarındaki bir oya gibi özenle işlemiş, üzerine titrenmiş; severim de, kızarım da, düsturuna rağbet göstermişlerdir. Şimdiki ‘Aman, bana ne!’ umursamazlığını ne etmeli bilemiyorum. Belki de Yaşar Kemal’in de dediği gibi ‘eskiden kuşları daha çok seviyorlardı.’
Bir aşık vardır hikâyemizde, bir de mâşuk. İlk görüşte bir sevda mıdır, bilinmez ama bir gönül yangını vardır ki mendilin kenarı renkli çiçek desenleriyle süslenir gibi pembe hayaller kurulur. Sevgili sevdiğine aşkını inandırmak için yeminler eder. İnsan neden inandırmak için yemin eder ki? Ya bir yanlışı olmuştur sevgiliye karşı ya da öyle sevmiştir ki ‘iki gözüm önüme aksın’ dercesine bu sevdanın yoluna ömrünü adamıştır. Aşık türkünün başında mâşûğuna aşkını ilan ettikten sonra onu görünce firaklanıp meraklandığını söyler.
Kamûs-ı Türkî ve Kubbealtı Lugatı’nda Firak < Fark kelimesinden türeyen Arapça bir kelime olarak karşımıza çıkar. Sözlükte; Aşıkın mâşûğundan ayrı düşmesi, ayrılık, hicran, firkat gibi anlamları içerir. Meraklanmak kelimesi ise < kaygılanmak, endîşelenmek, telâşa kapılmak gibi manaları ihtiva eder. Sözlükteki bu anlamların dışında Gostivar yöresinde meraklanmak kelimesinin bir de kaygılanarak kızmak anlamı vardır. Ama bu kızmak tabiri, mâşûğu kaybetme korkusuyla sevgiyi sitemli ifade etme şeklidir. Sevdiğini uzun süre göremeyen âşık kaygılı bir kızma duygusuyla sevdiğine uzaktan bakar. “Acaba, iyi midir?” diye içten içe sorar kendisine. Onun hasta olduğunu duyunca ise acaba kendine iyi bakmış mıdır, diye meraklanır. Yanında ağyar varsa ise sevgiliyi kaybetme ihtimali seveni meraklandırır.
Hikâyemizdeki kahramanlar belli bir zamandan sonra yolda karşılaşırlar. Uzun süre haberini alamadığı sevdiğini görebilme mutluluğu, kısa sürede yerini kaygılı bir siteme bırakır. Gördüğünde “Bıraktığım gibi bulur muyum o gözleri?” telaşesidir bu duyguyu tetikleyen. Kaldı ki sevgiliyi aynı bulamamıştır. Bu türküde kahramanımızın sevdiği, verem hastalığına yakalanmıştır. Âşıkın mâşûğunu gördüğündeki merakı da bundandır aslında. O güzel yüz, hastalığın tesiriyle kısa zamanda solmuştur. Sevgilinin bu halini görmek, hangi kelime ile tam tarifini bulur ki?
Türkümüzün ikinci dörtlüğünde mendilin ucu sarıya boyanıyor. Kültürümüzde sarı rengin sembolü hastalık belirtisidir. Hikâyemizdeki durum ise sevdiğine kavuşamayan bir âşıkın ahvalidir. Gönüller bir olsa da hayatlar bir olamamış, ayrı durmak düşmüştür nasiplerine. Bu yüzdendir bekli de aşığın sevgiliyi görünce duyduğu mutluluğun yerini hemencecik kaygı ve meraka bırakması. Sevgili, sevdiğini daha gördüğünde hasret duymaya başlamıştır. O anın mutluluğu, sonradan yaşanılacak hüzünlü anları unutturmaya yetmemiştir. Çünkü o an geçip gidecek ve diğer tüm anların çoğu, o birkaç dakikanın hayalini düşlemekle geçecektir.
Üçüncü dörtlüğümüzde aşık mendilinin dört kenarının da işlenmiş olduğunu belirtmek için kare ifadesini kullansa da yüreğe bir yara açılmıştır bir kere. Sevgiliye kavuşulmadan geçen bir ömrün yarası geçer mi hiç. Nitekim öyle bir yara açılmıştır ki o sevgiden yadigâr bu güzel türküyü bırakıvermişlerdir bizlere.
Mendilimin aman ucu pembe / Vallahi var gönlüm sende / Billahi var gönlüm sende.
Firak firak aman firaklandım / Yari gördüm meraklandım /
Mendilimin aman ucu sarı / Ağlarım ben zarı zarı / Elimden aldılar yari
Firak firak aman firaklandım / Yar gelmedi meraklandım /
Mendilimin aman ucu kare / Sen açtın sineme yare / Bulunmaz bu derde çare
Firak firak aman firaklandım / Yar gelmedi meraklandım.