Modernizm ve gelenek ilişkisine değinmeden önce bu kavramlar üzerinde biraz duralım.
Ortaçağ Fransa’sını Yeni Çağ’dan ayıran ve dinî söyleme, dünyevî iktidara, kiliseye dayalı oluşan yapının katılığına tepki ile ortaya çıkmış bir terim olan “modern” kavramının Batı’daki ilk kıvılcımlarını XVI. asırda bulmak mümkündür ki modernizmin Reform, Aydınlanma ve pozitif bilim ile dayandığı nokta XX. asırda tüm dünyayı kaplamak olmuştur.
Moda, modern, mod kavramları aynı kökten gelir ve en küçük birim olan “mod”un matematik derslerinden kolayca hatırlayacağımız tanımı, “bir dizide en çok tekrar eden, baskın unsur” olarak karşımıza çıkar. Modernizmi en kısa yoldan ve en somut tanımlayabileceğimiz şekil budur zira modernizm de baskın olana, tek tip olana, aynîleşene meyyaldir ve burada Sezai Karakoç’tan bir satırı akla getirir:
“Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey; herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey”
Kaç yıldır “olmamak gibi” olduğumuz üzerinde uzun siyasî tartışmalar elbette mümkündür fakat konumuz gelenek ve modernizm kavramları üzerinden kimliğimizi tartışmak olduğu için bu bahsi bir başka bahara bırakmayı yeğliyoruz.
Gelenek Batı’da Hristiyan anlayışlarına, örf ve âdetlerine dayanır ve geleneğin reddi, kültür unsurlarının reddinin yanında inanç reddini de beraberinde getirmiştir. Pozitif bilime dayanan modernizmde geleneğin unsurlarına karşılık gelecek zıt unsurlar türetilmiştir. Newton’un evrensel mekanizm teorisi ve maddenin bizzat kendisinin yaratıcı olduğuna dair inanç, “es-sebebü’l-ulâ”yı es geçer çünkü modern toplumun dinamiklerinde kutsalı bir kenara bırakın, metafiziğe dahi yer yoktur; din, vahiy, metafizik spesifik ve eskimiş birer alandır, bugünün “modern” insanına hitap etmez. Bergson, Heiddeger, Kierkegaard gibi metafiziği önceleyen filozoflar bir şeylerin eksik kalacağını anlamış ve modernizme karşı çıkmışlardır.
Max Weber modernleşmeyi Sanayi Devrimi üzerinden açıklar ve öncesine geleneksel dönem, sonrasına modern dönem der. Oysa Müslüman Doğu’nun idrak ettiği gelenek ile Weberyen anlayışla idrak edilen gelenek birbirinden çok farklıdır. Müslüman Doğu’nun gelenek anlayışının nirengi noktası inançtır. Kültürel Doğu-Batı arasındaki farkın coğrafî Doğu-Batı arasındaki farktan fersah fersah uzak oluşu böylece bir kez daha görülür.
Aklın önem kazanmasıyla birlikte bireyselleşme, tekilleşme, yalınlaşma, yalnızlaşma ve fakirleşme dikkati çeker. “Zübde-i âlem” “eşref-i mahlukat” oluşu bizatihi değil, bulundurduğu ilahî cevher sebebiyle bilvesile olan insanoğlu, modern anlayışla birlikte kolektif ruhun sağladığı kumsaldaki kum taneleri misali bir bütün oluşturup aynı zamanda her birisi ayrı güzellikte şahsî birer tane olup farklılıkları sivriltmeden ummana karışışı zorunlu olarak öteler. Geçmişi geride kalmış, kokuşmuş bir yığın olarak görür oysa ki geçmiş dediğimiz şey gelenek değil, tarihtir. Edward Shills, gelenek için “Geçmişten bugüne intikal eden şey.” der ve oldukça yerinde bir tespittir. Doğu toplumlarında gelenek, Batı’daki gibi geri kalmış ücra bir kurum değil, yaşamsal dinamiklerin adı olmuştur. Gelenek ve din paralelliği, geleneğin reddi konusunda da karşımıza çıkar. Geleneğin reddi de tıpkı dinin reddi gibi ironik bir taraf taşır, reddetmek için önce kabul etmek gerekir.
İnsanın dış dünyaya ilk uyuş şekli dindir. İnanma ve pratiğin oluşturduğu bilgi ve kabuller ihtiyaçlarımızı yönlendirir, varlıklar dünyasına böylece şekil vermeye başlarız. Kültür burada başlar ve bu unsurun nesiller boyu aktarılması geleneği oluşturur. “Tabiat sünnetullah üzre var olur.” inanışındaki “sünnetullah” gelenektir ki Araplar gelenek kavramı yerine sünneti kullanırlar. Bunun yanında “ed-dîn” de gelenekle ilişkili diğer bir kavram olsa da geleneği karşılamamaktadır zira gelenekteki herhangi bir erozyon İslam’ı doğrudan etkilemez.
Batı’daki bütün bu modernizm kasırgasından sonra okların bize dönüşü 1700’lerin sonlarına, III.Selim dönemine tekabül eder. Tanzimat, Islahat, Meşrutiyetler ve nihayetinde 31 Mart Vakası’yla modernleşme sürecimiz ivme kazanarak Cumhuriyet’in ilk on yılında tekamülünü(!) tamamlar. Modernizm değil, modernleşme süreci ifadesini kullanışımız dikkatli gözlerden kaçmamış olmalı zira iki kavram birbirinden oldukça farklıdır. Modernizm, Batı toplumları için tarihsel sürecin vardığı son nokta iken Doğu toplumlarında olmayanı olduran, “mış gibi” anlayışına dört elle sarılan, iki beden büyük beş beden küçük olsa da inatla düğmesi iliklenen bir formdur ve artık adı modernizm değil, modernleşmedir. Tıpkı Batılı olmaya çalışıp sonunda ne Doğulu kalabildiğimiz ne Batılı olabildiğimiz, yalnızca “Batıcı” olarak iki cami arası beynamaz hâlini yaşadığımız gibi.
Bir boyutu tekrar, diğer boyutu koruma olan geleneğin handikapı bu ikinci boyuttadır çünkü donukluğu, içe kapanmayı, büzülmeyi de beraberinde getirir, bu muhafazakarlıktır. Gelenek için yerinde olan şey modernizmi kontrollü olarak içine almaktır. Bunu yapamayan gelenek için iki yol kalır. Birincisi az evvel bahsettiğimiz koruma refleksini kırmızı seviyeye çıkarmak, ikincisi göz yumup kendisi olmaktan çıkarak teslim olmak. Modernizmin nüvelerinin görüldüğü zamandan bugüne yüzyıllardır ikinci seçeneğe yakın olmamıza rağmen ne kendimiz olmaktan çıkabildik ne kendimiz kalabildik.
Batı’da XX. asırda modernizmin, açmazlarının farkına varılmasıyla tradisyonalizm akımı başlar ve üç isim görülür: Rene Guénon, Seyyid Hüseyin Nasır, Frithjof Schuon. Bu isimlerle birlikte gelenek tekrar önem kazanır ve “ed-din” temel ilahi öğretinin adı olan gelenek olarak kabul edilir. Gelenek, dünyada nasıl yaşanması gerektiğini öğretir ve öte dünya idrakini de sunar. Bütün bu anlayışı, Guénon, “Gelenek, Ȃdem’den bugüne gelen ilahi öğretinin adıdır.” olarak açıklar.
Bütün bu değerlendirmelerden sonra denebilir ki; Batı’yı her şeyiyle yüceltip Doğu’yu külliyen reddetmeden önce “Batı’da bilim var, Doğu ancak yan gelip yatmanın yeridir.” demeden önce ilim/bilim ayrımını idrak ederek İslam ilminin tefsir, hadis, fıkıh temelli olmakla birlikte yalnızca bunlardan ibaret olmadığını ve Matlau’l-İtikad, Fezail-i Cihad, Fezail-i Mekke gibi eserler okunduktan sonra Batı’nın ilmine yönelmek gerektiğini, “İlim Çin’de dahi olsa alınız.” emriyle amel etmenin gerekliliğini göz önünde bulundurarak özümüze bakalım, ait olduğumuz büyük Şark-İslam medeniyetinin farkında olalım, fark ettirelim. Batı’nın yalnızca iyi yö…. Keçiboynuzundan bal damıtmak!
Hâsılı
“ çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola”