Sessiz Sedasız

Ali ÇakırSadece akrepten değil, yelkovandan da zehir damlıyor. Anlıyor musun, zaman zehir zemberek. Biraz daha mı ölsek ne ya da biraz daha mı sabah olsa. Sabah olsa ve şehre katılsam.

Hayat ne de olsa mührik ve cazip.

 

 

Geldin, anlamadım.

Kaygılandın, anlamadım.

Buradaydın, anlamadım.

 

Bugün Betül’le karşılaştım. Birdenbire oldu. Bana öfkeyle bakacak fırsatı olmadı. Neyse ki sen güneşten daha güzelsin Eva.

 

Aldım kendimi bir trene ekledim. Hamlelerimi kurdum. Katıldım o yolculuğa. Sen olmasaydın… Sen olmasaydın harfleri umursamazdım. Sen olmasaydın bu istasyondan geçiyor olmamı umursamazdım. Sen olmasaydın bu istasyonda inemiyor olmamı umursamazdım.

Ama sen oldun.

Ama sen varsın.

Birbirimizi yaratmaktan vazgeçmiyoruz.

 

Burada ne yapıyorsun?

Köpeği gezdiriyorum.

Ben burada köpek göremiyorum.

Evet, ben de göremiyorum fakat hissediyorum. İçimde bir yerlerde… Ben tamamen o köpeğin keyfine göre yaşıyorum. O beni nereye sürüklese oraya gidiyorum. Onu gezdiriyor gibiyim ama hakikatte onun beni sürüklemesine direnemiyorum. Ah, onu nasıl ele geçirsem! Ona nasıl bir tasma taksam da adımlarını adımlarıma uydursa.

 

Neyse ki sen güneşten daha güzelsin Eva.

 

Çok şeye şahit olmuş, yılgın bir ağaç ölüyor gibi anlıyorum. Kömür gibi kurumuş, gök gibi kararmış biçimde anlatıyorum. Cennetten kopan o rüzgâr ipi çözdü; merhametle, yavaş yavaş çözdü. Zaman soludu, eşya soldu; fasl-ı hazan.

 

Neyse ki sen güneşten daha güzelsin Eva.

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.