“Dağları yerinde dururmuş gibi görürsün oysa onlar bulutlar gibi geçerler.”
(Neml:88)
Geçen yazıda kaldığımız yerden devam edelim.
Byron Katie için üç çeşit iş vardır:
– Benimki
– Seninki
– Hakikatinki
Gündelik hayattaki stresimizin çoğu, bu bağlamda kendi işimize bakmamaktan kaynaklanmaktadır.
Bu süreçte ilk yapılacaklardan biri, gelen düşüncelere direnmek ya da onları reddetmek yerine düşünceleri anlayışla karşılamaktır. İnsanlar genellikle düşüncelerine çok değer verirler ve onların söylediği gibi olduklarını sanırlar. Buradaki sanmak kelimesi farkındalığınız için çok gereklidir çünkü düşünceler, bir zan dünyası dalgalarıdır.
Farkındalığınız açıldığında belki de ilk anlayacaklarınızdan biri; nefes almadığınızdır, yani bilinçli olarak. “Haydi, şimdi nefesimi alıyorum, şimdi veriyorum!” gibi bir durum söz konusu değildir, nefes aldırılıyorsunuzdur. Bunu anlayabildiğiniz anda düşüncelerin de tıpkı nefes gibi size verildiğini, size ait olmadığını ve düşündürtüldüğünüzü fark edersiniz. Bu fark ediş de toplumsal dünyada bugün kitle iletişim araçları aracılığıyla sizin nasıl algı dünyanıza girildiğini görmenize yardım eder.
Katie der ki; “Sabah kalktığınızda, haydi bugün düşünmeyeyim, deyin. Aslında bunun bile bir düşünce olduğunu fark etmelisiniz çünkü çok geçtir, artık düşünmeye başlamışsınızdır. Onlar ortaya çıkarlar, apansız ve aniden ve geldikleri gibi de giderler. Bu yüzden onları anlayışla karşılamak, onları serbest bırakmaktır, dolayısıyla da kendinizi.”
Aslında rahatsız edici her duygunun ardında bir düşünce vardır. Çünkü duyguların kaynağı sizin sahip olduğunuz değerlerdir ve o değerler, bir düşünceyle etkileşim içindedir. Siz fark etseniz de fark etmeseniz de bu böyledir.
İşte tam da bu sebeple, gelen bir düşünceyi düşünce olarak fark etmeniz de B. Katie’nin adına “çalışma” dediği ve bu yazının ilk bölümünde anlattığımız soruşturma, içinde bulunduğunuz kargaşaya son vermenin önemli tekniklerinden biridir. Bu teknik, aslında zihni yazıya dökmek işlemidir. Çünkü insan ya düşüncelerine bağlanır ya da onları soruşturur.
Çalışmada sorulan sorulardan ilki; “Bu, doğrumu?”ydu. Burada yapılan; sizi kim kızdırıyor, kafanızı karıştırıyor, üzüyor, hayal kırıklığına uğratıyor ve neden sorularını öncelikle sormaktır. Böylece her ne oluyorsa ona ilişkin yargılarınızı kâğıda dökersiniz. Düşüncelerinizle ilk göz göze gelme anıdır bu, dikkat! Bundan sonra da “Bu, doğrumu?” sorusuna yanıt aramaya başlar ve düşüncenizi sorgulamaya girişirsiniz.
Zihnin soruyu sormasını beklemek ve sakin olmak burada önemlidir, cevap kendiliğinden gelecektir. Unutmayın, cevaplar daima kalbinizden gelir, soruları soran ise daima zihninizdir. Bu çalışma aslında kalp ile zihninizi buluşturmadır ve aslında kendiniz ile karşı karşıya gelmedir.
Zihnin verdiği cevaplardan sonra sizi üzen, hayal kırıklığına uğratan, aklınızı karıştıranların ne şekilde değişmesini istediğinizi, ne yapmalarını istediğinizi kâğıda dökün. Burada kendinizle ilgili bir yargılamada bulunmayın. Sadece karşıdakilerin ne yapmasını istiyorsanız kâğıda dökün. Bundan sonra sorulacak ikinci soru: “Bunun doğru olduğunu kesin olarak bilebilir misiniz?” Bu soru bilinmeyen bir durumun daha derinlerine inmek ve zanlarımızın altındaki cevaplara ulaşmak için çok önemli bir fırsattır. Buz dağının altındakileri görmeniz içindir. “Gerçekten gerçeği bilmek istiyor musunuz?” sorusuyla baş başa kalmanızdır.
Bir sonraki yazıda kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Ve artık;
keyfiyetin bilir,
neşen seçer,
bu da geçer ya HÛ..