Gecenin Kârı

Birsen ElverenGalata Mevlevîhânesi’ne, Osman Nâyi Dede’nin mesnevi şeklinde yazdığı Segâh, Müsteâr, Dügâh, Nevâ ve Hüseynî makamlarında beş bölüm olarak bestelenmiş Mirâciye’sini dinlemek üzere gittiğimizde bahçede sakin bir kalabalık, ikram ve bir tatlı huzurla karşılaştık. Dışarıdaki keşmekeş demir parmaklıklı bahçe kapısının gerisinde, hatta çok uzaklarda kalmıştı. Dost yüzler görmenin ve sohbetin sevinci ise ayrı bir fasıl. Şeyh Galip’in türbesini ve Hâmûşân’ı ziyaret ettik. “Bıraksalar Hâmûşân’da çok uzun zaman geçirebilirim”diye düşündüm. Mezarlıkların âsûde ve nedense bana tatlı bir serinlik hissettiren havasını hep sevmişimdir. Dünya hayatını terk edenlerin, kargaşa ve gerginlikten uzak, rahatlamış, sükûna ermiş, sıkıntısız ve sessiz bir merakla beni seyrettiklerini zannederim. Neyse sonunda içeri girdik, yerlerimize oturduk ve nağmeleri ruhumuzda yankılanan Mirâciye’yi dinledik. Mirâcın, “Cebrail’in Peygamber Efendimiz’e Üç Bardak Sunması”bahsinde süt ve şerbet ikram edildi, içtik. Kaynaklarda, “Peygamber Efendimiz (asv)’e, orada birinde süt, birinde şerbet ve diğerinde ise su bulunan üç bardak takdim edildi. Takdim esnasında, ‘Eğer, suyu alırsa kendisi de, ümmeti de ihtiyaçsız ve kanaatkâr olur. Şerbeti alırsa kendisi de, ümmeti de mahrumiyete duçar olur. Şayet sütü alırsa kendisi de, ümmeti de doğruyu bulur.’ diye bir ses işitti. Resûl-i Ekrem (asv), süt bardağını alıp içti. Bunun üzerine Cebrâil, ‘Yâ Muhammed dedi. Sen, fıtrî ve tabiî olanı seçtin. Sen de, ümmetin de doğru yola iletildiniz.’ dedi.”yazıyor. (İkramda şerbeti su yerine takdim ettiler herhalde, yoksa kasıtlı olarak “mahrumiyet” sembolünü içirmemişlerdir, sanmam! 🙂

Mevlevî ayini başladı! Semazenlerin meydana girişlerinden itibaren tekrarladıkları ritüeller ve müzik çok etkileyici. Lâkin nâkıs gözlerim (kapalı gönül gözüm demeliyim! 🙂 biraz sonra etrafta gezinmeye başladı. Meydan, tavandaki nakışlar, sâzendeler, insanlar (insanların nasıl bir ruh halinde olduklarını anlamaya çalışıyorum; bununla neden meşgul olduğum da ayrı bir bahis mevzuu tabii!:), semazenlerin kıyafetlerindeki ayrıntılar ve yüzlerindeki ifade… Derken onu gördüm! Ayakta, giriş kapısının hemen yanındaki duvara yaslanmış, mavi örtüyle süslediği başını büyük bir mahviyetle öne eğmiş, neredeyse iki büklüm. Ellerini mevlevî usulü göğsünde çapraz birleştirmiş (ruhuyla birlikte azalarının da kendinden geçişiyle elleri sînesinde gayrı muntazam!), yüzündeki hafif tebessüm uzaktan bile fark edilen yaşlı bir kadın… Uzun süre oturduğum yerden sadece onu seyrediyorum. Zaman zaman meydanda dönen semazenlere bakıyorum. Sonra gözlerim yine o küçük ebatlı manzarayı (aslında tüm mevlevihaneyi dolduracak kadar büyük geliyor o anda bana!) özlüyor.

Birinci selam, ikinci selam… Duruşu, yüzündeki ifade ilerleyen zaman zarfında hiç değişmiyor. Ayakta duran insanlar var madem, ben de kalkıyorum. Parmaklarımın ucuna basarak kapı tarafına yöneliyorum. Maksadım bu vecd, sevinç, hüzün, huzur, tevazu (abartmıyorum, hepsini gördüm bu yaşlı yüzde!) timsâlini daha yakından görebilmek. Ayakta fotoğraf çeken arkadaşımdan da cesaret alarak ısrarla bakmaktan çekinmiyorum artık. Ona da gösteriyorum, artık birlikte bakakalıyoruz!

Âyin bitti! Yavaş yavaş bahçeye çıktık. Herkes birer küçük grup oluşturmuş, kimse huzurdan ayrılmak istemiyor. Belli! Aramızda yarattığımız dostluk iklimi ve gelmiş geçmiş hazerâtın muhabbeti! Hepsinin içiçe geçişiyle hissedilen dingin sevinç…

Ve onu gördüm! (belli etmeden aramaktaydı gözlerim zaten!) Bir duvarın üzerine oturmuş; yaşlı ve yorgun vücudunu dinlendiriyordu. Etrafında saygı ve sevgiyle toplanmış genç, ihtiyar hanımlar… Arkadaşıma gösterdim yine. Yanlarına doğru yürüdük, selâm verdik. Selâmımızı aldı, mevlevî usûlünce birbirimizin ellerinden öptük. Yetinmedik, tekrar elini öpüp başımıza koyduk. O da bizi çok kolay hissedilen bir sevgiyle yanaklarımızdan öptü. Karşısında çömelmiş durup bakarken içimdeki müthiş sevgi ve saygıya dikkat kesildim. Birbirini tanımadan (belki ondan bu kadar saf), karşılıklı (ancak karşılıklı olursa bu kadar etkili olabilirdi ve bundan hiç şüphem yoktu), kendiliğinden ve çok yoğun hissedilen bu duygular “hayret!”dedim. (Allah’ın mucizeleri hayrete şâyânsa benim gibi bir âciz de “hayret” edilecek bir şey bulmuştu kendince!) Bunu hiç kaybetmemeyi diledim. Bu muhabbet ve saygıyı her an her şeyde yaşamayı diledim. Sonra ismini söylemesini rica ettik. Sevimli ve muzip bir tavırla ismini lûtfetti; “N. K.” Evet adı buydu, kendi gibi sürprizli, sevimli, cesur, ganî. Kendimizi tanıttık. Arkadaşımın bir Mevlevî şeyhi ve besteci ile ilgili akademik çalışmasının içeriğini büyük bir ilgiyle dinledi. Adı geçen kitabı kendisine hediye edecek olmasını sevinçle kabul etti. Yolun büyüklerinin adı geçtiğinde hâtıralarına dönüyor, edep ve sevgiyle âyindeki hâline bürünüyor, sonra ses tonu normalleşip hayat dolu bir renk alıyordu.

Konuşmamız devam ederken yanındakilerin evine nasıl gideceğiyle ilgili suallerine esprili cevaplar verdi. Sohbetimiz arada kesilse de kaldığı yerden büyük bir dikkat ve ilgiyle devam ediyor, alâkasını hiç yitirmiyordu. İlk defa gördüğü bizleri yine sevgi ve içtenlikle evine davet etti. “Hattâ uzaktan geliyorsak gece yatısına bile kalabilirdik! Böylece bir gecelik de olsa ona hizmet edebilirdik!” (Yine muhabbet, yine şakacı tavır. :) Bu yaşını almış, güngörmüş hanımdaki anlatılmaz cazibenin ve güzelliğin sebebi kendine güven, tevazu, aşk, bilgelik, muhabbet, edep ve güzel hâtıralar biriktirebilmesiydi.

Beni bu kadar etkilemesi, sarsması, dikkatimin, adımlarımın ona doğru çekilmesi nedendi? Varlığını tâ uzaktan fark edip sevgiyle kabullenen varlığımın belki bu mîzâcı kendimde gerçekleştirebilme ideali ve böyle bir insan olabilme ihtimali miydi? Kim bilir…

Sevgili arkadaşım, “sizi tanımak gecenin kârı oldu bizim için” derken ne kadar da haklıydı. Ama ne büyük kâr!.. Bu satırları yazarken muhteremin görüntüsü zihnimde; içimdeki muhabbet ve huzurla gülümsüyorum.

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.