“Gözü kör adamın üstüne arkadaşı güzel kokular sıksa; kokunun güzelliğini arkadaşının iyiliğinden değil de kendinden bilir…” (Hz. Mevlâna)
Aslında arkadaşın kendini bilme ânıdır bu ân ve sonsuz bir hizmettir aslında bu durum, hiç beklentisiz, saf, olduğu gibi sıkmışsa o kokuyu, kokanın bunu kendinin bilmesine sevinir; yok, nefsinden beklentideyse, bu bilinmeyiş kendine nefsini hatırlatır eğer fark ederse.
Şudur sırrı; insanın nefsi onunladır, O ise ondadır…
Bu noktada hem her şey hem de hiç bir şey olduğunu anlayan insAN’ın ve aslında mana boyutunda hiç bir şeye de sahip olmayan insAN’ın verebileceği şey nedir? Kişi olduğundan başka bir şey verebilir mi? Yoksa sadece ne olduğunu bilmesi hali aslında bir veriş hali midir?
Bir sûfi hikâyesinde, adam köşede, masanın üstünde duran mumu kastederek çocuğa sorar:
“Söyle bana ışık nereden geliyor?”
Çocuk da muma üfler ve cevap verir:
“Eğer bana ışığın nereye gittiğini söylersen, sana nereden geldiğini söyleyeceğim.”
Çoğu zaman cevaplar değil, sorulan sorular insanı içine bakmaya yöneltir, cevapları ararken vakit kaybedebilir ve yanıtları dışımızdaymış gibi görebiliriz, çünkü cevaplar genellikle tek bir kaynaktan gelmez, dışarıda arandığında, oysa soru, içeriye; TEK kaynağa bakmayı gerektirir
ey ÂŞK; içime dolan ÂŞK ,varlığını bana her AN, her baktığımda, tüm gördüklerimle hissettiren AŞK, nasıl bu kadar saklı olabilirsin, her an bendesin, aslında sen bensin, içime aldığım her nefestesin hem her şeyin içinde hem de dışındasın; NEFES…