Her türlü anlama gayretine rağmen bir türlü kemâliyle anlaşılamayan bilinç, hayat ve canlılık konusu bu konuda kafa patlatan en üstün zihinleri bile sadece hayrete düşürüyor. Gelinen nokta hep aynı: “Bu nasıl oluyor?”
Netice itibariyle ortada inkârı mümkün olmayan bir olgu var. İspata hâcet yok. Hepimiz az veya çok bilinçliyiz, bir benliğimiz var. Kendimizi ve dışımızdakileri fark ediyoruz. Ayrıca yalnız değiliz, fark ediliyoruz. Peki, bunun kaynağı nedir?
Varlık âleminin dışında bir varlık olabilir mi ki? Bunun kaynağı ancak varlık âleminin içinde olabilir. Öyle olunca da her şey maddeden ibarettir diye bakan bir bakış canlılığı, bilinci, benlik duygusunu, aklı, diri olma hâlini maddenin bağrına yerleştirmek durumundadır.
Yerleştirdiğimizde ise maddenin katı, sıvı, gaz hallerinin dışında maddenin bilinç hâli diyebileceğimiz şaşırtıcı bir durumla karşılaşıyoruz.
Gel de hayret etme. “Maddenin bilinç hâli, maddenin ilgi (sevgi) hâli…”
Aslında şöyle bir benzetme yapabilir miyiz ki: Maddenin katı, sıvı ve gaz halleri tek ve aynı şeyin farklı durumlardaki değişik adıdır. Gaz hali sıvı haline o da katı haline döner. Tersi de mümkün. Ancak dönen şey aynı şeydir. Tek ve aynı şeyin muhtelif seviyelerdeki farklı adıdır. Hatta Einstein’ın meşhur E=mc2 formülü birçok kere yanlış anlaşılarak enerji kadar madde vardır şeklinde anlaşılıyor. Hâlbuki bu formül bize enerjinin madde ile aynı şey olduğunu söylüyor. Madde tamamen enerjiye, enerji ise tamamen maddeye dönüşebilir demektir bu formül. Sadece ne kadar madde ne kadar enerjiye dönüşür demektir bu eşitlik. Ve hangi seviyede hangi adı vereceğimizi (enerji, madde) belirler.
Şu durumda niye burada duralım: Maddeyi bilinç haline, bilinci ise madde haline dönüştürmeye önümüzde nasıl bir engel var ki? Ve varlık dünyası sadece maddeleşen bilinç kadar niye olsun? Maddeleşmeyen bilinç de bu varlık dünyasına ait büyüklük olarak var olacaktır bu tefekkür gereğince.
İçinde yaşadığımız varlık âlemindeki en küçükten en büyüğüne kadar her bir madde, diğer her şey ile etkileşim halinde bulunmakta. Bence maddenin en önemli özelliği, bu etkileşim sebebinden dolayı kendisiyle ilgili bir bilgi taşımasıdır. Taşıdığı bu bilgi sayesinde biz maddenin varlığını fark ediyoruz. Bir şeyi görmek, tutmak, tatmak, bir şeyi işitmek, bir şeyle ilgili hesap yapmak, yerini konumunu belirlemek hep varlığın kendiyle ilgili taşıdığı bilgi sayesinde olmaktadır. Varlıktaki her bir cüz adeta, ben buradayım, diye haykırmakta ve diğer her şey ama az, ama çok bundan etkilenmektedir.
Demek ki bu varlık dünyası, maddi bir dünya olmakla birlikte, en az onun kadar bir bilgi dünyasıdır da. Gizemli, meçhul ve erişilmez, ayrıca kendisiyle ilgili hiçbir bilgi vermeyen bir şeyin (gizli hazine yahut yokluk ta denilebilir) bilinebilir hale gelmesi kesret ile mümkün olmalıdır. Zira bilginin varlığını hissettirmesi ve kendisini göstermesi ona göre pozisyon değiştirecek, etkilenecek ve etkileyecek diğer bir bilginin varlığı ile mümkün olabilir. Evrenimizdeki olabilecek en üst seviyede cereyan eden bu bilgi alışverişine “bilinmek istemek” de diyebiliriz. Bu derecede yüksek bilgi yayan bir evrende o kadar sistematik, birbirini kollayan ve ona göre pozisyon alan bilgi alışverişleri oluyor ki neticede öbekleşiyor ve kendine ait çokluk, kendi içinde birlik haline geliyor. Böyle bir beraberliğin, öbekleşmenin çıktısı ise farkındalık, canlılık ve bilinç oluyor. Bu yüzden trilyonlarca hücreden ibaret olduğumuz halde bu beraberlikten dolayı kendimizi tek bir benlik olarak algılıyoruz.
Neticede kendi vücudumuzda trilyonlarca hücrenin birliğinde yakaladığımız bu tek benlik duygusunun sonu olmamalı. Zira var olan diğer her şey ile de sonsuz bir etkileşim içeresindeyiz. Bu etkileşimi hisseden, yaşayan ve yoğunlaşan bir bilinç hali kendi eline, koluna, gözüne ne kadar hükmedebiliyor ise etkileşim halinde olduğu yani birleştiği çevresine de dünyasına da o derece hükmedebilir, yönlendirebilir.
Şu durumda, bir varlığın büyüklüğü nedir? Örneğin elimize aldığımız taşın büyüklüğü nedir? Onu tartarız, ağırlığını buluruz. Hacmini de hesaplayabiliriz. Belli başlı büyüklük değerleri ortaya koyabiliriz. Peki, güneşin büyüklüğü nedir? Onu tartacak bir terazimiz yok. Ancak bunu hesaplayacak matematik formüllerimiz, fiziksel denklemlerimiz var. Hem de çok büyük bir kesinlikle çalışıyorlar. İçimizden birisi çıkıp diyebilir ki; “Güneşin büyüklüğü çok daha fazladır, onun çevresinde onun cazibesine kapılan bütün gezegenlerin bulunduğu konum güneşin büyüklüğüne dâhildir.” Gerçekten de öyle, İtiraz mümkün değil. Üstelik bu büyüklük sınırı masalımsı bir büyüklük değil, fiziksel bir büyüklüktür. Güneş, Güneş Sistemi kadar büyüktür. Ötesi de vardır.
İnsan! Ne kadar büyüktür? Ortalama seksen kg kadar var. Eh işte iki metreye yakın boyu da var. Bu dünya üzerinde bir hiç. Güneş Sitemi’ne göre ise dünya bir hiç. Ya Samanyolu Galaksi’miz! Bu galaksinin içinde bulunduğu evren! Hiçlik içinde hiçlik! Hani adamın biri Einstein’a sormuş ya: Kocaman evren haritasında dünyanın yerini sormuş, nokta işaretlemiş Einstein. Tekrar sormuş soruyu soran, şimdi sen bu noktanın neresindesin, demiş.
Bu soruyu soran bakış açısı, kendini eksik görüyor bence. İnsandaki bilinç ve anlama yeteneği, içinde yaşadığı ortamı fark edecek ve formüle edecek kadar büyük değil mi? Üstelik bu büyüklük devâsâ bir büyüklük değil mi? En azından tanımladığı evren kadar büyük değil mi? Bu bilinç ve anlama yeteneği insandan ayrı mı ki onu küçültelim?