Yûnus Emre’nin Dünyâsı

Yûnus Emre hakkındaki en mânidâr ifâdelerden biri onunla aynı devirde ve bir bakıma aynı muhitte yaşamış olan Hazret-i Mevlânâ’ya izâfe edilir. Mevlânâ hazret Yûnus’a dâir kanâatini, “İlâhî menzillerin hangisine çıktımsa, bu Türkmen kocasının izini önümde buldum…” cümlesiyle hülâsa etmektedir. Bu cümle her şeyden evvel, Hazret-i Mevlânâ ile Yûnus Emre’nin aynı mânevî güzergâha rağbet ettiklerini, aynı yolu yürüdüklerini; biri lisân-ı Fârisi diğeri Türkî ile de olsa aynı mânâyı terennüm ettiklerini göstermektedir. Her ikisi de bu geçici dünyâ hayâtına hak ettiği kadar îtibâr etmişler, bekāya müteveccih olmuşlardır. Hazret-i Mevlânâ kendi vefâtını                                                                  düğün gecesi îlân etmiş, Hazret-i Yûnus dünyâya zâhit olmuştur.

Hemen her seviyeden suâle ve ihtiyâca bir cevap, karşılık ve işâret içeren Yûnus Dîvânı gerçek bir hazînedir. O ulu dîvândan eli boş dönen görülmemiştir. Yûnus’un dünyâ tasavvuru nasıldır, dünyâya dâir ne söylemiştir diye baktığımızda onun dünyâyı Hz. Peygamber’den aldığı ilhâm ile mü’minlerin zindânı olarak vasfettiğini görürüz. Zaman, mekân, dört unsur gibi kayıtlar ile kuşatılmış, üstelik bir de ten kafesine sıkışıp kalmış rûh için bu fânî hayat Yûnus’a göre bir hapishâne hükmündedir:

Şol senün mü’min kullarun dünyâ zindânı anlarun

Bu dünyâda mü’min olan hurrem oluban şâd degül (154/3)*

Doğum ile ölüm arasında bir köprü mesâbesinde olan bu hayâtın değişmez gerçeği ölümdür. Mâdem ölüm vardır, cümle cânlar ecel şerbetini içecektir; o zaman dünyânın vâdettiği her şey sâdece aklı ermezleri oyalayabilir:

Dünyâya gelen göçer bir bir şerbetin içer

Bu bir köpridür geçer câhiller anı bilmez (103/4)

Anlamayana teşbih ile temsil ile açıklamayı seven Yûnus; dünyâyı, cümle âlemi yutsa doymayacak bir ejderhâya benzetmiştir. Bu öyle büyük bir canavardır ki her gördüğünü her bulduğunu yutar da yine doymaz:

Bu dünyâ bir evrendür âdemleri yuducı

Bize dahı gelüben yuda toyuna birgün (246/2)

Dünyânın ne idüğüne dâir iknâ olmayanlar, ondan beklenti içinde olanlara Yûnus, bu dünyânın bal zannedilen bir zehir olduğunu söyler. Bu dünyâdan murâd almak, zehir kâsesine parmak banmak gibidir:

Agudur bal degül dünyâ murâdı

Niçe bir aguya parmak banasın (279/4)

Yaşarken idrâk etmek kolay değildir ama Yûnus Emre hatırlatmaktan, tekrar etmekten geri durmaz. Ne de olsa insan unutur; mâdem geldik yerleştik, artık buralıyız diye düşünebilir. Benim diyenlerin tamâmı, cebi dahi olmayan ucuz bir bez parçasıyla terk-i diyâr etmiştir:

Bu dünyâya inanma dünyâyı benüm sanma

Niçeler benüm dimiş giderler ham bez ile (335/18)

Köprü, zindân, zehirli aş, ejderhâ… Dünyâ hayâtının esâsını gözün gördüğü zihnin algıladığı türlü misâller ile anlatma çalışan Yûnus, bir de değirmen temsîli kurar. İşin aslı bu dünyâ, yaşayan her canlıyı öğüten bir değirmen gibidir. Diğer canlılar idrâk sâhibi olmadıkları için bundan müteessir olmazlar. Fakat insan, gaflet içinde değilse bu dünyâ değirmeninde un ufak olacağını bilir. Değirmenciye gelince, Azrâîl derler bir kişidir, nâmı almış yürümüştür:

Bu dünyânun misâli benzer bir degirmene

Gaflet anun sepedi bu halk ögünen dâne

Degirmene varursun degirmenci sorarsın

Azrâîl dirlerimiş ol unı ögüdene (313/1-2)

Fânî dünyânın gerçek yüzünü “Dünyâ kimseye kalmaz.” diyerek döne döne gösteren Yûnus, bu döngüden çıkmak niyetinde olanlara “işi kolay kılmak” ister. İçine düşülen bu açmazdan çıkmanın yolu, dünyâ seni öğütüp yutmazdan evvel onu gönlünden çıkarmaktır:

İbâdetler başıdur terk-i dünyâ

Eger mü’minsen ana inanasın (279/10)

Dünyâyı gönlünden çıkaranların gönlü, dünyânın da âhiretin de ötesine yönelir. “Gönül Çalab’ın tahtı”dır. Bu sebeptendir ki gönül yıkan iflâh olmaz. Gönlü gerçek sâhibine lâyık hâle getirenin gözü de gönlü de aydınlanır; o artık evi değil ev sâhibini görür:

Âşık lâ-mekân olur dünyâ terkini urur

Dünyâ terkin uranlar dîdâr göregen olur (96/5)

Dîdâr; dost yüzü, sevgilinin yüz güzelliği demektir. Dost Allâh’tır. O hâlde Yûnus’un dîdâr dediği cemâlullâhtır, O’nunla mülâkî olmaktır. Bu mânevî zevk, hem dünyâdan hem âhiretten, tadılan tadılmayan her nîmetten üstündür. Bunun için dünyâdan da âhiretten de eş, dost, ahbâb, evlâd sevgisinden de geçmek gerekir:

Dünyâ vü âhiretden niçe dürlü nîmetden

Dost yüzini görmege kamudan geçer gerek

Dünyâ ahret ahvâli zen ü ferzend vebâli

Dilersen dost visâli varlıkdan hazer gerek (135/16-17)

Yûnus Emre hâlis muhlis bir tevhîd ehlidir. Tavsiyeleri okuyanı dinleyeni uyandırır. Fakat onun ufkuna yetişebilmek ne mümkün! Dünyâyı da ukbâyı da gör geç arkada bırak diyen Yûnus, birdenbire dost buradadır ve ben onu ayan beyân gördüm deyiverir:

Dost bundadur bellü beyân gördüm dost dîdârın ıyân

Bu ilm-i hikmeti tuyan ider bana dek azimi (349/4)

Tam da bu sebeple Yûnus Emre’yi kâmilen anlayabilmek çetin bir iştir. Bu meyânda en emniyetli tavır onun yedi yüz küsûr yıl önce, “Biz dünyâdan gider olduk kalanlara selâm olsun” mısrâıyla âleme salıverdiği selâma mukabele etmektir. Ve aleyküm selâm ve rahmetullâh…

 

* Yûnus Emre’nin şiirleri, Mustafa Tatcı’nın hazırladığı (Yûnus Emre Dîvânı, İstanbul: MEB Yay., 2005) eserden alınmıştır. İlk rakam şiirin sıra numarasını, ikincisi beyit sırasını göstermektedir.

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.