AD, tr. Ad/at (bir varlığın bilinmesine yarayan im)den ad…
Ad, köküne bağlı adlandırmak, adak, adamak, adanmak, ada, adaş, aday ve adım sözcüklerini yaygın olarak kullandığımız biliniyor.
AT I, tr. At (binek, yük taşıyan evcil yaratık)tan at.
AT II., tr. At/ad (devinme, doğru, vurma, niteleme, gitme, sıçrama çıkma, açma, açılma, patlama bg. değişik olayları bildiren kök)
At ile ad sözcüğünün özdeş kökler olduğu anlaşılmaktadır. At kökünden türeyen sözcük ve anlam öbeği, Türkçenin en eski metinlerinden günümüze kadar neredeyse aynı şekilde kullanılagelmektedir. Atmak, atık, atılmak, atılgan, atış, atlamak, atlatmak, atak, atamak ve atışmak vd.
AYIRMAK, es. Tr. Ad (başkalık, ayrılık, değişiklik bildiren kök)ten ad-ın/adın (ayrı, başka, değişik, öteki bg) sonra ad-ı-r-mak/adırmak-ayırmak (d/y seslerinde dönüşme ile). Y/d, d/y seslerinde sürekli dönüşme adak/ayak, adruk/ayruk-ayrık, adrı/ayrı…
Divan-ı Lügati Türk’teki maddede ayrık başlığı; ayruq. “Başka (gayr)” anlamında kullanılan sözcüğün [adruq] değişik sesletimi (Oğuz lehcesi).
Ayrı, ayrık, Ayırmak, ayrıntı, ayılmak, ayıklamak, ayran, aymak, ayraç ve daha birçok kelimenin de ad’a bağlı ay kökünden türetildiğini görüyoruz.
Etimoloji çalışmalarının verileri ve klasik metinler, Türkçe sözcüklerin köklerinde ses dönüşümleri olduğunu gösteriyor. Bunlardan en bileneni, b/v dönüşümüdür. “Barmak” kelimesinin zamanla “varmak”a dönüştüğünü biliyoruz. D/t, t/d ve d/y, y/d ses dönüşümünden kaynaklanan kelime öbekleri Türkçeyi daha da zenginleştiriyor.
Bu safhada ses dönüşümünün teknik analizlerini etimologlara bırakarak anlamaya dönük araştırmaya ve tefekküre odaklanacağız. Ama öncesinde yukarıda verilen teknik bilgilerden sonra adrı/ayrı sözcüklerine klasik metinlerden birkaç örnek verelim. Böylelikle d/y dönüşümünün üzerindeki olası tereddütleri kaldırabileceğimizi ve ad kökü çevresinde yaratılan Türkçe anlam örgüsünün daha anlaşılabilir olacağını umuyoruz.
Kutadgu Bilig’de bugün “ayrılırım–ayrılıyorum” şeklinde kullandığımız sözcük “adrılur-men” olarak geçmektedir:
“Munu adrılur-men seniñdin bu kün
Ulıyu barır-men ökünçün muñun”
(İşte bugün senden ayrılıyorum
Pişmanlık ve ıstırapla inleyerek gidiyorum)
Divan-ı Lugat’it-Türk’te bir beyitte ise “ayrılış” sözcüğü “adrış” şeklinde geçmektedir:
“Kizlep tutar sevüglüg adrış küni belgürer
Başlıg közüg yapsama yaşı anıng savrukar”
(Gizleyip durduğu aşk ayrılış günü anlaşılır
Yaralı gözü kapama onun yaşı savrulur)
Klasik Türkçe metinlerde bu örnekler bolca bulunmaktadır. Belirtmek gerekiyor ki d/y dönüşmesine rağmen adlandırmak ve ayrılık ilişkisi, Türkçe anlam örgüsündeki varlığını tutarlı olarak devam ettiriyor.
Ad ve İsim Üzerinden Metnin Anlaşılması-Anlaşılamamasına Dair
“Allah, Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” ibaresinin geçtiği ayet (Bakara/30) ilk adlandırmanın Tanrı tarafından yapıldığına işaret ediyor. Arapça “isim” kelimesinin semantik bağlamını irdelediğimizde sema (gökyüzü) sözcüğüyle ilişkisi göze çarpar. Arapçada vücut bulan anlam dünyası itibarıyla isimlendirmek, yüce bir eylem olarak değerlendirilmektedir.
İsmail Doğu’nun bu ayetle ilgili; “Tanrı Adem’i adlandırarak yüceltirken diğer taraftan ilk adlandıran olarak ‘kendi’ni de yüceltmektedir.” Yorumu, ilk katman için yeterince açıklayıcı görünüyor. Çünkü bildiğimiz kadarıyla bütün kültürlerde ad koymak, adlandırılanın varlığını onurlandırma ve aynı zamanda ondan şeref duyma eylemi olarak tezahür eder.
Yazının bu aşamasında anadilinin önemini vurgulamak amacıyla Kur’an-ı Kerim, Arapça ve Türkçe ilişkisi hakkında küçük bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Kur’an, somut haliyle ilk muhatap aldığı kültürün aklına doğal olarak o kültürün kendi diliyle hitap etmektedir. Arapça yoluyla kendini ifade imkânı bulan akıl, tabii ki dildeki semantik ilişkiler bağlamından yola çıkacaktır. Berraklaştırmaya çalıştığımız husus çerçevesinde metinleri anlama konusunda yaşadığımız temel sıkıntıya parmak basmakta fayda görüyorum.
Türkçe özelinde düşündüğümüzde çevirilerde yine o metnin dilinden alınan ve zamanla Türkçeleştirdiğimizi düşündüğümüz kelimeleri ağırlıklı olarak kullandığımız görülmektedir. Şüphesiz metnin özgün haline en yakın olanı bize bir fikir verecektir. Fakat bu yaklaşımla sınırlı kalınması, dilin temel amacı olan anlama-anlatma çabasını sınırlandırması sonucunu doğurmaktadır. Dini literatürün tek bir dilin sınırları çerçevesine hapsedilmesi, skolastik bir tutumdur. Bu yaklaşım; anlamı durağanlaştırarak hapsetmekle kalmıyor, aynı zamanda adı anılan dinin, bir kültüre mahsus kılındığı algısına yol açıyor. Özellikle dil yoluyla yerleşen bu algı, metnin ilk muhatabı olan kültürel öğelerin dinin kendisi olarak anlaşılmasıyla sonuçlanıyor. Süreç burada da kalmaz. Sembolik dayatma yoluyla statikleştirilen dini literatür, diğer kültürler için anlam farkındalığının körelmesi sonucunu doğurur. Hâlbuki bütün diller Rahmet-i İlahi’nin bir tecellisidir. İnsanlık, diller aracılığıyla isteyerek ya da istemeyerek zikir halindedir. Bu değerlendirmemiz, bizim için Türkçe konusunun ne kadar hayati olduğuna işaret ediyor.
Dr. Sait Başer’in Toplumsal Aklı Anlamak adlı eserinde geçen bir parçaya dikkat çekmek istiyorum:
“Aslında lügatler, toplumların kutsal kitaplarıdır. Çünkü yeryüzündeki her toplumun kullandıkları diller ve o dillerde ortaya konan kültürel kalıp, gerçekten o metinler o anlamı ifade ettiğinden değildir. Aslında diller, bir üst bölümde zikredildiği gibi toplum tarafından üzerinde uzlaşılmış ve ifade ettikleri söylenen anlamlar hakkında inanç birliğine varılmış, yüzde yüz sembolik yapılardır.”
Bu açıklamadan hareket edecek olursak aynı düşünce, başka dillerde farklı sembollerle ifade biçimine kavuşacağı gibi aynı sembol diğer lisanda uzak-yakın farklı içeriklerle anlamlanabilecektir. Bizim konumuzda da isim ve ad kelimeleri, birbirlerinin muadili olarak kullanılıyor olsa bile kavram olarak farklı bir muhteviyata sahip olduklarını görüyoruz. Dolayısıyla kültürler üstü bir sembolik dayatma, metnin anlaşılmasını kısıtlayacaktır. Hatta yanlış anlaşılmalara ve kastedilen anlamla bağlamı kopmuş bir noktaya sürüklenmemize neden olacaktır. Diğer taraftan kendi özel etkenlerine bağlı olarak gelişen her kültürün farklı inanma biçimleri geliştirmesi kaçınılmazdır. Anlatım için tercih edeceği sembollerin içini kendi kültür kodlarıyla donatması ise tabiatının gereğidir.
Türk İnanma ve Anlama Modeli bağlamında Türkçe anlamanın önemini bu açıdan izah edebilmiş olduğumuzu düşünüyoruz.
Aynı kitaba inanan ama farklı bir dil ile konuşup düşünenlerin aynı metni başka pencerelerden görmeleri, zaman zaman karşıtlığa düşmelerine bile sebep olacaktır. Bunu doğal karşılamak ve anlamaya çalışmaktan başka çarede yoktur.
Ontoloji Bağlamında Ad, Adım, Ayrı Kavramlarını Çözümleme Denemesi
Adlandırmak–ad koymak insanoğlunun görece parçalı varlık alanını dil üzerinden anlamlandırmaya çalışmasının ilk adımıdır. Bundan sonra ad’ın içeriğine dair yapılacak yorumlar, adım adım yeniden adlandırma sürecinin devam edeceğini gösterir. Her adım, anlamı yeniden yorumlar ve hayatı bir daha kurar. Bu sürecin çoğu zaman bize rağmen böyle devam ettiğini söyleyebiliriz.
Türkçeyi şekillendiren dünya tasavvurunun Ad, adım ve adrılık/ayrılık sözcüklerini fonetik olarak sıralamakla kalmadığını düşünüyoruz. Daha önceki denemelerimizde ele aldığımız birçok kelime öbeğinde olduğu gibi burada da kavramsal düzeyde bir denklem oluşturulabileceği görülüyor. Bu denklem, sözünü ettiğimiz adımlama sürecinin farkındalığını derinleştirmektedir. Türkçe üzerinden anlamaya yoğunlaştığımızda Bakara Suresi 31. ayetteki; “Allah, Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” hitabının, bizim için daha anlaşılabilir olacağı kanaatindeyiz.
Adım/atım sözcüğü Türkçede öteye geçmek, ayırmak, bir nesneyi başka yere koymak, iki nesnenin arasını açmak ve benzeri anlamlara gelmektedir. Atmak fiili ile birebir ilişkilidir, o yüzden adım atmak deriz.
Adlandırılan soyut-somut her nesne hareket halindedir. Bilimsel çalışmalar, evrenin mikro-makro ölçeklerde ve sonsuz düzeyde hareket halinde olduğunu kanıtlamıştır. “Ad”lanan insan dâhil her “nesne” Arapçada Sünnetullah denilen evrensel fizik kurallarına, isteyerek ya da istemeyerek, uyacak ve her ânı adımlayacaktır.
Yani hareket kaçınılmazdır.
Adımlayarak ilerleme zorunluluğu, düşünce faaliyeti için de aynen geçerlidir. Zihin planında her adım bir fark, her fark ise anlık konaklamadır. Aslına bakarsanız bir an bile konaklama imkânına sahip değiliz. Sürekli anlamak mecburiyetine tâbî oluşumuz, zaman ve mekân içinde anlık bir duraklamanın bile olası olmadığını gösterir. Sözgelimi yıllardır “istikrarlı” bir şekilde düşüncelerinin değişmediğini söyleyen birisi, farkında olmadan sanal bir mülkiyet algısından mustarip olduğunu ifade etmektedir. Çünkü durmaya muktedir olamadığı için mülkün bir noktasına bile sahip olamayacaktır, kaldı ki düşünceleri ve anlayışı bir “an”da sabitlenebilsin! Anlamanın konumuzla ilişkilendirdiğimiz bölümünde bu kadarla kifayet edeceğiz.
Sevgili Yunus’un, ayrılığın izafiyetine yaptığı vurguyu hatırlayarak devam edelim:
“Kandayıdum fikriderdüm göge bakup şükriderdüm
İsteridüm hasretile dost yanumda pinhânımış
Sanurdum kendüm ayrıyam dost gayrıdur ben gayrıyam
Beni bu hayâle salan bu sıfât-ı insânımış”
Denklemin ad-adım aşamasında insan ile diğer şeyler arasında bir fark yoktur. İnsanın İlahi hitaba muhatap olması, bu aşamadan sonrası için verilen yetenekten kaynaklanmaktadır. Türkçe anlam örgüsü içinde insan, attığı adımın adrılık/ayrılık olduğunun farkına varandır. Ayrılığın farkında olmak, uyanmak yani yanarak ayılmak manasına işaret eder. Adımlayarak ortaya çıkan her ayrıntıda “ad”ın sahibine ait izlerle karşılaşmak mukadder olacaktır. Denklem bu sefer tersinden çalışacak ve adımlar ayrılıktan-ayrıntıdan ad’a doğru atılacaktır. Türkçenin inceliklerinden yola çıkarak kurduğumuz denklem; “Ondan geldik, ona döneceğiz.” hakikatini, özgün ontolojik estetikle izaha çalışmaktadır. Geldiğimiz noktada sözünü ettiğimiz ayetin, Türkçe düşünenler için biraz daha sarahate kavuşmuş olmasını umuyorum.
Âşık Veysel’imiz konuyu gönül gözüyle özetlemektedir:
“Bir ulu ağaçtan bir yaprak düşse
O anda acısın duyar iniler
Katlansa acıya sakince geçse
Esen rüzgarlara uyar iniler
Bu aşkın meyinden içip de kanan
Gendeki başını sevdaya salar
Yârinden ayrılıp gurbette kalan
Geçem günlerini sayar iniler”
Adrılık/ayrılık sözcüğünü ad köküne bağlayarak yaratan tasavvurun, birlik ve bütünlük anlayışına sadakatini görmemek mümkün değil. Her fırsatta vurguladığımız ontolojik estetiğin sırrı, bu anlayışla belirginleşiyor. Adlandırma eylemi, esasen parçalı görünen bir yapının bir bütün olarak ele alındığı anlamını kendiliğinden içerir. Ayrılığın ad’a bağlanması, parçanın her adımının bütüne ait ve yönelik olduğunu açıkça izah eder. Dr. Sait Başer’in “cem artı fark” vurgusunun bir yönü de ad-ayrıntı bağlamıyla örtüşür.
Bu yazının takip ettiği güzergâh, bizi ad ve at sözcüklerine farklı bir açıdan odaklanacağımız bir başka denemeye zorlamaktadır. Sonraki yazılardan birinde inşallah bu konuyu da ele almayı umuyoruz.
Ad, adım ve ayrı sözcüklerini bir kavram olarak çözümlemeye çalıştığımızda gördük ki kadim Türk ontolojisinin birlikçi ve bütünlükçü yapısı, Türkçenin her merhalesinde karşımıza çıkmaktadır.
Yazımızı, attığı adımın farkında olan bir Sevgili’nin feryadıyla noktalayalım:
“Dinle neyden kim hikâyet itmede
Ayrılıklardan şikâyet itmede”
Kaynaklar
Kur’an-ı Kerim Türkçe meali – Diyanet İşleri Başkanlığı
Yusuf Has Hacib – Kutadgu Bilig – Kültür Bakanlığı Yayınları
Dr. Sait Başer – Toplumsal Aklı Anlamak – (2006) Ataç Yayınları
Kaşgarlı Mahmud – Divan-ı Lügati Türk – (2005) Kabalcı Yayınevi
Muhammed Doruk – Kutadgu Bilig’in Türkiye Türkçesine Aktarımı –
Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fak. Türk Dili ve Ed. Bölümü.
İsmet Zeki Eyuboğlu – Türk Dilinin Etimolojisi Sözlüğü – (2017) Say Yayınları