Türkçe anlama adına yürüttüğümüz gayret; aşağıdaki tanımlamaların, boşlukları olduğuna dair bizde şüphe uyandırdı. Buradan hareketle etimoloji sözlüklerinin dilin ses gelişim hakkındaki verilerine dayanarak nesne sözcüğünün yüklendiği anlamı önce küçük bir teknik çözümlemeye tabi tutacağız.
“Nesne, ne (soru içeren sözcük) ile imek eyleminden: i-se/ise’ nin birleşmesinden ne-ise-ne/nese/nesen/nesne
İse, es.tr. İrmek (olmak, bir yerde bulunmak, var olmak) ten ise (olursa, bulunursa sözcüklerinde görülen sa anlamında) Çekim: İsem, isen, ise, isek, iseniz, iseler (anlamları: ben varsam, sen varsan, o varsa, biz varsak, siz varsanız, onlar varsalar.)” [1]
TDK Büyük Türkçe Sözlükte “Nesne, a. 1. Belli bir ağırlığı ve hacmi, rengi olan her türlü cansız varlık, şey, obje.” açıklamasıyla karşımıza çıkar.
Sözcüğün ilmeklerini çözdüğümüzde ise aşağıdaki denklemle karşılaşıyoruz.
Ne – s(ise) – ne
↓ ↓ ↓
Soru – Tesbit – Cevap
Yaptığımız bu tefrike göre nesne, tanımlama amacıyla oluşmuş bir denklemin adı olarak bütünlük kazanıyor. Türkçenin sistemli bir düşünce dili olduğu, nesne kelimesindeki anlama odaklandığımızda niteliğini ele veriyor. Nitekim nitelik ve nicelik sözcüklerinin de aynı köke bağlı olduğunu düşündüğümüzde “ne” sorusuna ilişen ise (ne ise o, varlığı kendinde bulunan) tespitinde varlık hakkında bir ön bilginin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ne sorusunu yönelttiğimiz anda işaret ettiğimiz nesne ile ilişkiye girdiğimizi baştan kabul etmiş olduğumuz anlaşılıyor. Hatta onun hakkında sonradan kolay kolay değişemeyecek olan temel anlamamız, onu sorudan önce içimizde yaratmış olmamızdan kaynaklanıyor. Bundan sonra soruya verilecek her cevap, ayrıntılarla ilgili olacaktır.
Fark ederek yürüdüğümüzü düşünürsek zihnimizde sorunun oluşması, tecrübelerimizdeki bir farkın eseri olarak ortaya çıkar. Böylece ne sorusu ilk fark olarak belirir. Türkçe ne sorusunu “varlığının orada farkında olunduğu” anlamına gelen ise ile birleştirerek yarattığı nesne kelimesi; “O ne ise onu tanıyorum.” anlamını içermektedir.
İçerdiği anlam üzerine düşünülmeden nesne sözcüğü, İngilizce karşılığı olduğu öne sürülen “obje” manasında kullanılmaktadır. Türkçe kullanımı da yaygın olan obje, “somut” manâsında dolaşıma sokulmuştur. Biz, dilimizdeki karşılığı olarak “nesne”nin “obje”yi de içeren, daha kapsamlı bir tanımlamayı karşılaması gerektiğini düşünüyoruz. Yanlış olduğunu iddia etmemekle beraber eksik anlamlandırmanın yarattığı büyük bir boşluktan söz edebiliriz. Bu düşüncemizi aşağıda Yunus Emre’nin “nesne” kavramına yüklediği, bazen tevriyeli bazen dolaysız anlatımları üzerinden izaha çalışacağız.
Yunus Emre’nin bakış açısına geçmeden önce son yıllarda Türk kültürü ve tarihi üzerine en gerçekçi ve isabetli tezlerin sahibi Dr. Sait Başer’in Toplumsal Aklı Anlamak adlı eserinde Dil-Akıl İlişkisi bölümünden Dil-İnanç-Akıl başlığı altındaki bir bölümü hatırlatmakta fayda görüyorum:
“… Dolayısıyla inanç sistemlerini formel hale getiren dildir. Dil, mevcut varlığından din ve inanç sistemlerinin anlaşılma modellerini çıkarır. Bir bakıma diyebiliriz ki dilin, malzemesi içinde o modelleri teşkil etme potansiyeli saklıdır.
Dilin içinde sakladığı büyük imkânlar, hiçbir zaman tüketilememiştir. Ancak dile dönük anlamalarda bulunan görecelilik de hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. Mutlak ve standart anlamalardan hiçbir zaman söz edilemez. Bu, genel olarak dilin tarihselliğinden kaynaklanır. Özelde ise her bir insan anlamasının parametresinin değişken olması gösterilebilir. Burada her bir insan anlaması, özel noktasını ele almaya gerek bulunmuyor. Burada gereken, dilden kaynaklanan anlam ve anlama sapmaları üzerinde durmaktır.” Sait Başer, burada dilin tarihselliğini vurgularken aynı bahiste; “Dil tarihseldir, dedik. Aslında erbabı nezdinde tefrik ve temyiz melekesiyle değerlendirildiğinde tarihsel değil, tarihin ta kendisidir.” demektedir.
Konuya daha geniş bir görüş açısıyla bakan mütefekkirimiz, dilin kültürel varlığın devamındaki hayatiyetini dile getiriyor. Diğer yandan dilden kaynaklanan anlam ve anlama sapmalarına özellikle dikkat çekiyor. Bu görüşler ışığında denemelerimizin Türkçe anlam yüklemelerinin göz ardı edilen taraflarına yönelerek sapmaları da kısmen su yüzüne çıkarabileceğini umuyoruz.
Türkçe konuşan ve düşünenler olarak Türk dili hakkında “değerlendirme”lerde bulunurken bir ayağımızın bastığı yer, her zaman “varlığa birlik ve bütünlük temelinden bakan” özgün itîkâdî tavır olacaktır. Bu ontolojik anlayıştan uzaklaştıkça başımıza nelerin geldiğini, maalesef son birkaç yüz yıllık tecrübeyle görüyor ve yaşıyoruz.
Buradan hareketle nesne sözcüğünün Yunus Emre ontolojisindeki kapsamlı ve kuşatıcı anlamını açmaya çalışalım.
Yunus’un Nesnesi
Yunus Emre şiirlerinde nesne sözcüğü, onun anlam dünyasının temel kavramlarından birisi olarak karşımıza çıkar.
“Âşık Yunus sen canını, dost yoluna feda eyle
Bu şeyh ile buldum Hakk’ı, ben gayrı nesne bilmezem”
Yunus’un dizelerinde nesne kavramı, fizik ve metafizik ayrımına tabi tutulmaz. Zaten Yunus’un dünyasında böyle bir ayrım hiçbir konu için geçerli değildir. Bütün bir varlıkta Hakk’ı gören Yunus’un şiirlerindeki anlatım gücü, Türkçenin bu itîkâdî güzellik kavrayışı ile türemiş olmasından kaynaklanıyor. Yunus, burada olduğu gibi birçok dizede nesne kavramını hem somut hem de soyut bir tanımlama olarak kullanır; üstelik aynı anda ve iç içe geçmiş olarak. Daha önce sözünü ettiğimiz nesne kavramının sözlük tanımlarında ve günlük kullanımında büyük boşluklardan kastımız biraz daha netleşmiş oldu umarım.
“Türk Müslümanlığı”nın özel ve özgün bir karakteri olan Yunus Emre’nin ontolojisindeki nesnel estetik anlayışın TDK sözlüğündeki sınırlı tanımlamaya sığmayacak kadar hacimli olduğunu görüyoruz. Türkçe, sözünü ettiğimiz anlama modelinin yarattığı bir dil olarak Yunus Emre’nin, üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen bize seslenebilmesini ve akis bulmasını sağlayabilmektedir:
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi”
Bu dizelerde ise nesne kavramı, vâkıa madde ve mânâ, ile bütünleşmiş olarak değerlendirilir. Yunus; nesnenin içine dünya, acı, öz yangını, yiğitlik erdemi ve beklenmedik gençlik ölümlerini doldurarak adeta kavrama hayat vermiştir.
İmdiki Yunus kalmış Hazret’e yüzü kara
Bir nesnesi yok müflis, neyile bazar etsin
Varlık algısındaki derinlik, burada nesne kavramıyla bütün bir hayatı kapsar. Artık Yunus, kendi varlığını da bütüncül yaklaşımla değerlendirme eğilimine girer. Böylece hayatını her boyutuyla devam ettirebilmeyi, nesnenin özüne dair farkındalığa bağlar.
Ken’ân Rifâî Hazretleri’nin;
“Dünyâ diyerek geçme sakın, burdadır her şey
Mîzân u sırâtı mutlaka orada mı sandın”
mısraları, Yunus Emre’nin nesne algısını bir başka açıdan şerh eder niteliktedir.
“Manisiz kişiden hiç nesne gelmez
Kovası yok kuyudan su çekilmez”
Maniden kastın dert olduğunu ve Yunus’un aşktan başka bir derdinin olmadığını da biliyoruz. Aşk derdinin tek kârı olarak nesnede gördüğü hakikat algısını öne çıkaran Yunus’un, kavramı eğretileme (metafor) olarak kullandığını varsaydığımızda bile yüklediği anlam değişmeyecektir.
“Ayruksı nesne tutmuşam, bildiklerim unutmuşam
Canımı aşka atmışam, anda ne buldum bilmezem”
Bu mısralarda ise Yunus, “nesne”yi şüpheye yer bırakmayacak kadar net bir şekilde tamamen soyut bir tanımlama olarak kullanmıştır. Yunus, itikadının tamamen estetik bir tercih olduğunun üzerinde özellikle dururken “nesne”yi her anlamıyla bir güzellik kavramı olarak değerlendirir. Yunus’un “nesne”yi cisim olarak ele aldığını varsaysak dahi cismin bilinen üç halinin ötesinde aşkın bir halinden bahsettiği muhakkaktır.
Yunus’un dili, eksik anlamalarla da olsa yaşamaya devam etmektedir.
Nesne kavramı üzerinden yaptığımız çözümleme denememizle, günümüz bilimsel çalışma yöntemlerinde değilse de “bilimsellik” anlayışında bir anlama farkındalığı oluşmasına katkı sağlamayı ayrıca ümit etmekteyiz.
Yazımızı Türk dilinin, duygu ve düşüncenin niteliğini hangi üslupla taşıdığına ışık tutacak küçük bir örnekle noktalayalım.
Türkçe vasıtasıyla yürüyen inanma üslûbu öyle derinliklere nüfuz eder ki son dönem Türk şairlerinde, aşağıdaki benzerleriyle sıkça karşılaştığımız duygu karmaşası, aynı şiirin içinde coşkulu bir ümide dönüşebilir. Bunu yaratan da Türk dilinin içinde yaşayan ruhun kendisidir.
Sevdiğim dünyalar kadar, gel dese bir gün gel dese
Nesi var ömrün nesi var, vesvese hepsi vesvese
Bir şarkı gelir uzaktan, söyler aşktan yaşamaktan
Bir ses ki rûhtan dudaktan, o sese yandım âh o sese
Mâdem ki gönül böyle deli, delicesine sevmeli
Usanıp yine sevmeli, bitmese sevgi bitmese [3]
Anlaşılan o ki şuur altında yürüyen ama zaman zaman beklenmedik bir farkındalıkla ortaya çıkan “sonsuz ümit duygusu” da dil yoluyla devam eden “inanma estetiğinin” ürünüdür.
[1] Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İsmet Zeki Eyüboğlu.
[2] TDK Büyük Türkçe Sözlük.
[3] Ümit Yaşar Oğuzcan.