Türkçe Kon-uş-mak

17909509_10212220205604366_224787284_nKonuşmak; karşılıklı olma zorunluluğuna tabi olduğu için zımnen ikilik ortamı oluşturur ve bu ikilikten doğması kaçınılmaz olan anlaşmazlıkların çözülmesi için de varışmak-barışmak gerekir. Özgün Türk ontolojisinin her halükârda “bir”liğe yönelme eğilimi göstermesinin en açık kanıtları, Türkçenin içine sırlanmış olarak karşımıza çıkıyor. Örnek olarak “vermek” fiilinin önceki halinin “birmek” ve “vergi”nin ilk zamanlarda “birgü” olduğunu gösterirsek ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir sanıyorum.  Bu sırrın açığa çıkması için köke “inmek” gerekmektedir. Köke inmek vurgusu bile kök ve in sözcüklerinin aslına odaklandığımızda hakikate-gerçeğe yuvalanmak anlamına gelmektedir ki tam da burada dil, inanma estetiğinin en sağlam taşıyıcısı olarak karşımıza çıkar.

KONUŞMAK, tr. Konmak (bir yere oturmak, yerleşmek) tan kon-u-ş-mak/konuşmak (karşılıklı oturmak, karşılıklı konmak, yerleşmek)

Anlam genişlemesiyle: Karşılıklı oturarak söyleşmek, birbirine söz söylemek. Kon kökü doğal bir olayı, kişinin gövdesiyle bağlantılı bir eylemi içerir. (1)

Görüldüğü gibi Türkçemizde konuşma sözcüğü konu, konmak, konaklamak ve benzerleri gibi aynı kökten türemiştir. Daha güncel olan konut, konuşlanma ve konumlanma da aynı kökten beslenmektedir. İnsani eylemler arasında temel iletişim biçimine verilen ad olarak konuşmak fiilinin kökeni, şüphesiz bizim için çok değerli anlam şifrelerinin taşıyıcısı olacaktır.

Varlığı anlamlandırırken her aşamada “birleme” eğilimi gösteren “Türk inanma ve anlama modeli”(2) ufkuyla baktığımızda karşılıklılık gerektiren konmak ve konuşmak fiillerinin bir tür eksiklik ve olumsuzluk izlenimi veren çağrışımını gizli bir şerh gibi yine zımnen bünyesinde taşıdığını görüyoruz. Daha doğrusu konaklamaya yüklediği geçicilik vurgusu ile hayati bir zorunluluğa işaret ederken ilerleyen merhalede konuşma mecburiyetine bağlı olmayı gerçeğe-birliğe ulaşmak için bir lütuf olarak görüyor olması, bütüncül yaklaşımın ne kadar derinlere kök saldığının apaçık kanıtıdır. Anlaşılmaktadır ki konuşmak için konmak gerekecektir, böylelikle sözlerle sınırlı olan bir görüş açısı ister istemez eksik kalacaktır. Çünkü söz, söyleyenin meramını tam olarak ifade edemeyeceği gibi muhatap da sözleri kendi eksiklikleriyle değerlendirmeye tabi tutacaktır. Ortaya çıkan netice, konuşmanın tanımak için yeterli olamayacağını gösteriyor. Tanımak için tanışmak gerektiğine göre Türkçe anlam dünyasının berraklaşması ancak tanıklık ile mümkün olacaktır. Burada konuşma dili yerine gönül dili kullanılmaktadır. Konunun bu veçhesine girmek ancak çok kapsamlı bir çalışmanın kârı olacağı için “tanımak”a daha fazla girip konuyu dağıtmamayı tercih ediyoruz.

Anlam örgüsü ince ince dokunan bu özgün estetik tavır, konakladığı zaman ve mekân itibarıyle güzellik algısının çirkinlik görüşüyle bir karşıtlık içermediğini, aksine yansımaların doğurduğu göreceliliğin farkında olduğunu gösterir. Kamu âlemin bir (3) olmasının nasıl bir görüş açısı gerektirdiğini şimdi biraz daha net anlayabiliyoruz.

Konmak ve dolaylı olarak konuşmak kelimelerinin, içkin olarak taşıdığını varsaydığımız menfi tavrın gerekçesi bizzat ontolojinin doğduğu hayat koşullarının içinden çıkarılabilir. Atlı konar-göçer bir toplumun özgürlük anlayışı, konmayı ve konuşmayı ister istemez katlanılması gereken bir mecburiyet olarak görecektir. Oysa seyir halinde konuşmak, bir ihtiyaç olmaktan çıkar. Bu bir uçuştur, menzil ise gelinen yerdir. Türkçenin; kuşların ayak bastığı yer ve zaman için konmak sözcüğünü yaratmış olması, anlam dünyasının şifrelerini kısmen de olsa çözmeye çalıştığımız bu denememizdeki ana fikri destekler niteliktedir. Demek ki kuş için konmak ne ise insan için konuşmak benzer manaya gelmektedir.

(Buraya kadar konuşmak fiilini anlamsız bir olumsuzlama ile ele aldığımız zannedilebilir. Fakat tam tersi, konuşmayı bir sözcük olarak etimolojik kökeni itibarıyla irdeleyerek Türk inanmasının İslam öncesi ontolojisinde de tıpkı İslam sonrası gibi birlikçi ve bütünlükçü tavrını, mümkünse daha anlaşılır kılmaya çalışıyoruz.)

Kuşların geçici olan ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla konduğu yerlerin mümkünse en az rüzgâr alan ve görüş ufku en açık yerler olması gerektiğini biliyoruz. Anlamanın sıhhati açısından “konuşma”nın da aynı şekilde açık ve her tür olumsuz yan unsurdan azade olması gerektiği, kelimenin kendi içinde saklı olarak bulunmaktadır. Bir başka pencereden bakarsak Anadolu’da imar izni verilmemiş yerlere yahut geçici bağ evlerine hala “kondu” dendiğini görürüz. Şehirlerde ise gecekondu tabiri üretilmiştir ki çok isabetli bir tanımlama gibi görünüyor. Anlaşılan o ki yazımıza konu olan fiil, ilk bakışta kendi içinde birbiriyle çelişiyormuş izlenimi vermesine rağmen dikkatli bir gözle baktığımızda ontoloji ile tutarlı bir anlam dizinini barındırmaktadır. Yerleşik hayat geçişimizden sonra anlam kaymasına uğramış gibi görünse de konak kelimesi bize zamanın ve mekânın geçiciliğini derinden derine çağrıştırmaya devam etmektedir. İnsanların da kuşlara benzer sebeplerle konaklaması ve konuşarak meselelerini çözebilmesi, hayati bir eylemdir. Konuşmanın isabetle sonuçlanması, göçün/seyrin niteliğini olumlu veya olumsuz olarak etkilemektedir. İşbu sebeple malayaniden mümkün mertebe uzak durulmasının, ehli irfan tarafından özellikle tavsiye edildiğini görüyoruz.

“Konu, üzerinde durulan düşünce anlamıyla yenilenebilir ve kalkıp başka güncel bir fikirde konuşlanılabilir.” ilhamı veren Türkçemizin, belki de en can alıcı kelimelerindendir. Konu sözcüğü tek başına kalsa bile varlık anlayışımızın ipuçlarını taşımaya yeter. Gündemimizi işgal eden her düşüncenin, her an yeniden anlamlandırılmaya muhtaç olduğunu; onun, düşüncemize konu olmasıyla üstü örtülü ve içkin olarak kabul etmiş bulunuyoruz.

Dilin; insanın düşünce, anlama ve inanması üzerindeki etkisi her zaman bilinç sathının üzerinde ortaya çıkamayabiliyor. Çoğu zaman (özellikle son üç yüz yıldır olduğu gibi) kitleler bu sathın altında seyreden bir şuurla sağduyulu davranabiliyorlar. Örgün ve disiplinli eğitim meselesinin dışında değerlendirilmesi gereken bu alan, sosyologlarımızın ilgisini beklemektedir. Gözleri kör birinin babasından miras kalan bir kuyudan su çekmesine benzeyen bir hikâye bu aslında. Kuyunun, bu kadar bakımsızlığa rağmen kurumuyor olması da başka bir izaha muhtaç.

Düşünce ve düşüncenin gelişerek aktarılması, bir tür filtreleme ve mayalandırma işlemidir. Çoğu zaman deneyimlerin sonuçları bir ezber üzerinden sonraki kuşağın kucağına atılmıştır fakat ontolojiyi bir sır olarak içinde taşıyan dilin avantajı, elle tutulur bir estetik anlayışla devredilebilmesinde yatar. Yukarıda sözünü ettiğimiz bilinçaltı, devreden bu sağduyu belki de bütün dillerde olduğu gibi özellikle Türkçede varlığın anlamlandırılması sürecinin kesintisizliği itibarıyla dil üzerinden etkisini ve sürekliliğini günümüze kadar zayıflayarak da olsa getirebilmiştir.

Konu, konuk, konuşmak, konşı (komşu), yeni kardeşleri konumlanma, konuşlanma ve diğer yakınlarıyla bir kelime öbeği olarak çözümlemesini yapmaya çalıştığımız denemenin bir benzerini Türkçenin neredeyse her sözcüğünün kökünde yola çıkarak yapabilirdik. Ayrıca bu yazı yoluyla umutla beklediğimiz “milli eğitim”in gerçekten milli olma yolunda değişimi ve dönüşümüne Türkçe yoluyla dikkat çekmeyi de amaçladık. Umulur ki bir nebze katkısı olsun.

Konar-göçer yaşam tarzının her an taze bir umutla varlığını sürdürebildiği, konuştuğu dilin anlamına vakıf oldukça daha iyi anlaşılıyor fakat yerleşik yaşam tarzının da bu dinamizme sahip olmadan çürümeden devam edebilmesi imkan dahilinde görünmüyor.  Türkçenin sırları (3)nı çözebilmek bizim için en hayati konuların başında gelmektedir. Yaşadığımız zaman ve mekanı anlamlandırmak dilin derinlerinde yatan yönelişlerin kavranabilmesi ve özümsenmesiyle daha kolay olacaktır. Bilim, sanat ve diğer alanlarda var olabilmek bizim için Türkçe “konuşmak”la mümkün olacaktır.

 

  • Türk Dilinin Etimolojisi Sözlüğü, Say Yayınları İ.Zeki Eyuboğlu
  • Türk İnanma ve Anlama Modeline Dair, İrfan Yayınevi, Sait Başer
  • Yunus Emre
  • Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, Nihat Sami Banarlı

 

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.