Yunus Emre Ontolojisinde Estetik

17909509_10212220205604366_224787284_nMuamma şiirine giriş denemesi

 Bir serçenin kanadın kırk katıra yükledim
Kırk çift dahi çekmedi kaldı şöyle yazılı

Seyrederken gördüklerimize bazı anlamlar yükleriz. Bulduğumuza veya hissettiğimize verdiğimiz mana, ister bilinçaltının anlık dışavurumu şeklinde isterse şuurlu bir değerlendirme ile makul bir zaman aralığında ortaya çıksın, karşımızdaki bir nesne veya olgu vasıtasıyla duyduğumuz “şey” bizde zaten var olan bir kaynağın yine bizim filtremizden süzülerek gün yüzüne çıkan bir yansıması olacaktır. Karşımızda ya da içimizde olan her ne ise onu düşünebiliyor, görebiliyor, işitebiliyor ve duyumsayabiliyor olmamız aynı varlık alanında olduğumuzun kanıtıdır. Sözde başka bir varlık alanından bahsetmeye başladığımız anda bile daha önce bizim için “yok” olan o alanı yaratmadan onu düşünebilmemiz mümkün olamayacaktır. İnsanın düşünebiliyor olması, her anını yaratması zorunluluğunu beraberinde getirir. Bu, hayati bir mecburiyettir. Soluduğumuz hava bileşimini de yaratan, içimizde ezeli bir duyguyla yaşayan kendiliğindeliktir. Ölüm öncesini ve sonrasını yaratan, yine bu hayat arzusudur. Bu arzunun varlığı özümüzde bir sonsuzluk mayasıyla var olduğumuzu gösterir. Öyleyse görünen her “şey” aynı ebediyyetin bir başka görünümü olup gördüğü şey de kendinden başka bir şey olamayacaktır. Böylelikle sonsuzluk, kendisidir.

İnsan bilincinin ebediyet içerisindeki arayışı, yine kendini bilme/bulma arayışı olarak anlaşılır. Fakat bu kadar parçalı görünüm arz eden manzarada içimizdeki yani bizzat varoluşumuzdaki birliğin şuuruna varmak için bu parçaların özenli bir üslupla bir araya getirilmesi gerekmektedir. Bu titizlik gösterilmediği takdirde yanılsamalarla oluşan kaos algısı, beraberinde içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürüklenecek, devamında kanserli bir hücrenin yol açtığı gibi kendi hayat alanını kendisinin harap etmesine sebep olacaktır.

Bütün insanlık tarihi yukarda sözünü ettiğimiz arayış üslubunun, bir diğer ifade ile varlık karşısındaki takındığımız tavrın örnekleriyle doludur. Mitoloji tarihlerini, dinler tarihini hangi pencereden incelerseniz inceleyin hep bir güzellik arayışına şahit olursunuz. Çok ilahlı dinlerin bıraktığı izlerde, gerek Aztek ve Mayalar gerekse Roma, Antik Yunan ve en ilkel olduğu varsayılan diğer pagan toplulukların günümüze ulaşan sanat eserlerinde güzellik arayışındaki üslubun, başka bir deyişle estetiğin bin bir türlü örneklerini görürüz.

Yunus Emre’de Güzellik Anlayışı ve Gerçeküstü Tavır

Anlaşılıyor ki insanlık, gerek bilinçaltı düzeyde gerekse şuurlu olarak içkin bir farkındalık sadedinde varlığıyla uyumlu olmanın çarelerini aramaktadır. Bu bir varoluş meselesidir. Her şeyin bir kargaşadan ibaret olduğunu düşünenler bile uyum aramaktan kendilerini alamamaktadırlar. Uzun yanılsamaların getirdiği çıkmaz sokaklarda istemeyerek de olsa aynı yolda yürümek zorundadırlar. Böylesi bir kargaşa algısında ısrar edilmesinin, savaş yolunda yani nefsine zulmetme çizgisinde yürümek anlamına geldiğini görüyoruz.

Kant, bilginin iki ana kaynağından bahsederken izlenimler yoluyla tasarımların alınması ve kendiliğindelik yoluyla nesnenin bilinmesi yani tasarımlı düşünmeyi, saf anlama ulaşma yetisi olarak tanımlamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Kant olan-biten uyumluluğunu, tecrübeden önceki bir safhada aramıştır. Duyu ve anlama yetisinin eşgüdümlü dinamiği ile uyumu yakalamayı amaçladığı anlaşılan Kant; onlar olmaksızın görüşün, kör düşüncenin boş olduğu sonucuna varır. Kant’ın bu yaklaşımını kendi bütünlüğü içerisinde anlamlı bularak uyum konusu içerisinde ayrı bir başlıkta daha geniş bir açıyla değerlendirmeye tabi tutmaya çalışacağımızı söyleyerek asıl konumuza girelim.

Yunus Emre Muamma’sında varlıkta uyum arama çabasını Kant’tan daha yüksek bir çıtada ele almıştır. Yunus, Muamma’da varlığın uyumuna tuttuğu mizah aynasıyla gördüklerini sürrealist bir dille çözümlemeyi amaçlamıştır. Gerçeküstü yaklaşımını ilk bakışta akıldışı gibi görünen bir üslupla bezeyerek Dali’den ve Picasso’dan çok çok önce resmederken esasen “yazılıresim”  diye adlandırabileceğimiz özgün bir sanat kavrayışı-anlayışı geliştirmiştir. Freud’un çocukluğa dönüş ile bilinçaltı çözümlemeleri ve bilinçaltında bulduğu “çılgınca mizah” düşünüldüğünde Muamma üzerinden bakarsak sanki Yunus’un Freud’dan sonra yaşadığı ve psikanalizin güzellik (estetik) açmazlarını da alaya aldığı kanısına varmamak elde değil. Her ne kadar Niyazi Mısri Muamma analizinde zahir-batın, şeriat-tarikat farkları üzerinde bir okuma gerçekleştirmiş olsa da bize göre Yunus; bu farkları yok sayarak, adeta yok ederek nesne ile olguyu iç içe geçirmiş ve çekirdeğe nüfuz ederek estetik uyum anlayışını adeta Higgs bozonunun gözlemlenemezliği üzerinden anlatmaya çalışmıştır.

Bir sinek kartalı kaldırdı urdu yere
Yalan değil gerçektir bende gördüm tozunu

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Anı da basamadım göyündürdü özümü

 Yunus burada güzelliğin nesnel izafiyetini güç değişimi üzerinden izah ederek aslında görünen ile gören ilişkisinin bütünlüğüne estetik bir atıf yapmakla kalmamış güzellik karşısındaki duruşumuzun anlık açmazlarını da göz önüne sererek varlık içindeki tavrımızın aynı zamanda bir ahlak meselesi olduğunu görmüştür. Yunus’la aynı ontolojik tavır üzerinde seyreden Dede Korkut da Boğaç Han ve Tepegöz’de varoluş çelişkileri gibi görünen, insan-doğa-güç ilişkilerini birlikçi ve bütünlükçü estetikle çözümlerken somut ahlaki öneriler de geliştirebilmiştir.

Muamma şiirinde güzellikte uyum arayışını aralıksız bir süreç ve nihayetsiz bir güzergâh olarak tarif eden Yunus Emre, insan bilincinin görünen ile görünmeyeni aynı anda sezebilme yetisini aynadaki ters yüz edilmiş görüntüyle özünde birleyerek bir üst şuura taşımasını amacına uygun olarak şaşırtıcı bir üslupla anlatmayı tercih etmiştir.

Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana bandım verdim özünü

Araç ile olguların ters yüz edilmesi karşısında şaşkınlığa uğramanın anlamsızlığını ve fizik-metafizik ayrımının tutarsızlığını vurgulayan Yunus, “öz”deki birliğe izafi çelişkiler yumağı içinden ayna tutarak bütün lezzetlerin kaynağının aynı topraktan olduğunu gösterir ve şaşkınları şahit olmaya davet eder.

Yunus Emre’nin Muamma’da eriştiği itikadi tavrın derinliği çıplak gözle sözde adalet ve zulüm ikilemi çıkmazına vurgu yapar ve böylelikle Ku’ran’daki Hızır kıssasının tefsiri niteliğini de barındırır. Hikmet kaygısından yoksun bir estetik duruşun, kendisini anlayamayacağının farkında olan Yunus;

Yunus bir söz söyledi hiçbir söze benzemez
Münafıklar elinden örter mana yüzünü

diyerek acı acı gülümsemiş ve salt karmaşa merakıyla malul zihinlerin asimetriden bile anlamayacak kadar dar bir ufukta parça parça olmaktan kurtulmalarının zorluğunu açık bir dille izah etmiştir.

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.