Aynanız Pas Tutmasın

17909509_10212220205604366_224787284_nEdebiyatımızın temel anlatım özelliklerinden en önemlisi, şüphesiz mesafe hassasiyetidir; ne anlaşılamayacak kadar uzak ne de körlüğe sebep olacak bir hadsizlik cüreti benimsenmiştir. Müziğimiz de doğal olarak beslendiği en önemli kaynağın yani varlık edebiyatımızın, içinden seslendiği ontolojik estetiğin (burada tam olarak “güzellik” anlamında) temel düsturu olan edep sınırlarını ses dizelerinde de koruma kaygısını terk etmez. Bir yandan “kırık kalplerin” yok sayıldığı duygusu veren, sesler arasında mekanik geçişleri çoğu kez “içimizin almadığı” ve neredeyse yüz yılı aşkın süredir devam eden maddi desteğe rağmen gönlümüzde yer açamadığımız çok sesli anlayış, diğer yandan nevzuhur arabesk gürültünün sahte duygusallık maskesiyle ses aralıklarındaki uyum sınırlarının ağdalanmış perdesizliği. Bu, klasik Türk müziği ile beslenmiş kulaklar için bir kakofoniye yol açar. Değerlendirmemiz her iki müzik akımını aşağılamak amacını taşımıyor. Özellikle belirtmek gerekir ki Türk müziği bunların arasında veya dışında değil, tam olarak “kendinde”dir. Türk kültürüne Doğu-Batı sentezi gibi uyduruk şehir efsaneleri üzerinden yapılan zorlama tanımları, müziğimiz bağlamında da kabul etmemiz mümkün değil. Türk müziğinin ruhunda içkin olarak bulunan güzellik tavrı yani itikadı üslubun kendi içinden seyri, ses uyumluluğu konusunda da kendi özgün karakterine sahiptir. Tabii ki bu, kelimenin tam anlamıyla üslup farkıdır. İşte bu farkın dışına çıkan sesli anlatımlar, bahse konu güzellik algımızın içinde seyrettiği inanma-anlama dünyasının ahenginde sinsi tezatların yerleşmesi manasına gelmektedir. Bu sebeple müzik üzerinden yapılan tercihler, kişinin varoluşa nasıl anlam yüklediğinin ipuçlarını bünyesinde taşır. Türk müziği, bir gönül itikadının iç sesi olması hasebiyle mesafe duyarlılığına titizlik gösteren matematiksel bir dizgeye sahip. Müzik ıstılahımızdaki Türk makam müziği tanımlaması aynı zamanda bu estetik anlayışın bir ifadesi olarak görülmelidir. Konunun ilmi boyutuyla ve daha iyi anlaşılabilmesi için Dr. Fatma Adile Başer’in inanç köklerimizle müziğimiz arasındaki bağı bir ilim erbabı gözüyle çözümlediği ‘Türk Kültür Sistemindeki Paradigma Bağlamında “Kök” ün “Makam” a Evrilme Süreci’ (1) başlıklı yazısının önemin vurgulamakta fayda mülahaza ediyorum. Kadim kültürümüzde güzellik algısının musikimiz üzerinden nasıl bir seyir takip ederek günümüze ulaşabildiğini kavrayabilmek açısından Dr. Fatma Adile Başer’in konuya ışık tutacak diğer araştırma yazılarının da Türk müzik kültürü için büyük bir kazanım olduğunu ayrıca ifade etmek isterim.

Bizim dünyamız gönül dünyası. İçimizde birikip kabına sığmayan duygularımızı müzik yoluyla anlatmak kimi zaman haykırış, sitem ya da sitayiş olarak görülse de kültürümüzde müzik, her şeyden çok bir dertleşme olarak görülür. Dermanı derdine sırlanmış gönlümüz için müziğimize “mirat-ı mücella”mız diyebiliriz. Yesi’den Bosna’ya kadar gönül erbabının seslerin uyumuna gösterdiği titizliğin adı Türk müziği olmuştur. Bu kadar şarkı, türkü, ayin, ağıt… bilumum çırpınış ve emek, aynamız pas tutmasın hassasiyetidir.

“Sen bana bu asıldan gelmiş mücellâ bir aynasın, ben bu aynada kendimi görür ve gördüğümü gene kendime söylerim” (2) bu enfes ifadenin Türk müziğini de tarif ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Anlatmaya çalıştığımız güzellik kavrayışının en çarpıcı örneklerinden biri de gül kurutulan türkünün melodisinde kendisini gösterir. Bu türkümüzde A. Hamdi Tanpınar yazılarının üzerine oturduğu o kadife dokunun Türkçe üzerinden yakaladığı temkinli akıcılığına çok içli bir sesli anlatım eşlik ediyor. Güzelliğin can yakıcılığına atfedildiği hissedilen sözsüz seyir, sesin duyguyu kulaktan kalbe indirmede ne kadar mahir olduğuna işaret eder. Terennüm mahcubiyetle ve sidret’ü-l müntehayı ar sayan bir üslupla ilerlerken her seferinde edep hattına girip bir kuytuya aheste aheste iniveriyor. Sinede sakladığını çıplak sözle ifade etmekten utanan kalbin ritmini, ezgisiyle gönüllere aktaran “Gül Kuruttum” ses ve söz ahengi bakımından bir şaheser niteliğinde. Bu türkünün (isterseniz şarkının) en belirgin özelliği, melodisindeki zarafet sebebiyle nefsine yenik düşebilecek yorumcuların ses gösterisi yapmasına izin vermemesidir. Dinleyebildiğim birçok yorumunda çok güçlü seslerin bile yüksek perdelere çıkmalarının mümkün olamadığını memnuniyetle gözlemledim. Müziğimiz için özellikle üzerinde durduğum acizane görüşüm o dur ki çok güçlü sesler olduğu varsayılan bazı yorumcuların, Türk müziğinin hem sözlü hem de sesli anlatımının içeriğindeki anlam örgüsünden bihaber davranarak kendi seslerinin gücünü kanıtlamak için eserleri bir araç olarak kullanma eğilimlerinin, musiki adabına uygun olmamasıdır. Müziğimize gönül dünyamızdaki yerini ifade edebilmek amacıyla mirat-ı mücella demiştik. İşbu sebeple ayna karşısında bağırıp çağırmak, ne kadar beyhude bir çabadır!

Gül kuruttum türküsünün bestesi Nimet Hanım’a ait Altın Tasta Gül Kuruttum Aman Ali’m olarak bilinen şarkı formundaki bir başka sürümünün güzel yorumlarından birini de Türk müziğinde yeni sayılabilecek Kalenderi Grubu seslendirmiş teşekkür ediyoruz.

Aynanız pas tutmasın efendim.

 

 

https://www.youtube.com/watch?v=_CkaOVL2kNY

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.