Teslim Abdal İle Gönül Seyri

17909509_10212220205604366_224787284_nRivayet muhtelif olsa da Teslim Abdal, gönül atlasımızın her köşesinde ebedi konuğumuz olarak seyrine devam etmektedir. Erdebil’den Gence’ye, oradan Sivas ve Çorum’a, Ankara’ya, Denizli’ye, nihayet Keşan’a, Üsküp’e değin geniş bir coğrafyada edep kapısından vicdanlara seslenir.
Kalbimizin konakladığı her yerde; mesela Horasan’da ya da Üsküp’te, Medine’de veya Kurtuba’da, kışlada yahut tekkede hava şartları ne olursa olsun iklim, hep gönül iklimidir. Gönül kalesi öyle muhkemdir ki üstünden nice Haçlı seferi geçmiştir de surda küçük bir gedik dahi açamamıştır. Fakat çilingiri tatlı dil olan gönül, öyle bir düşmandan yılmaktadır ki bu düşman tevazu maskesi ile kapıyı aralar da haneyi kibr ile tarumar eyler.
Can’ımız Teslim Abdal düşmanı iyi tanımaktadır:

bir yandan;

“Övmüş de yaratmış kendi nurundan
Padişah eylemiş ilin üstüne
Cemalini gördüm salâvat verdim
Çıkılar sokunmuş serin üstüne”

derken

diğer yandan;

“Gel ha gönül havalanma
Engin ol gönül engin ol
Dünya malına güvenme
Engin ol gönül engin ol”

demekten kendini alamamış ve “Sevda harmanında çiğ başak, kalbe ziyan.” demeye getirmiştir.

Anadolu çocuklarında -en azından fakirin doğup büyüdüğü memleketin kalbindeki illerde- bütün çocuklar hiçbir propagandaya maruz kalmadan içlerinde Azerbaycan sevgisini tabii olarak bulurlar. Bakü, Nahcıvan, Mahaçkale, Erdebil, Gence ve diğerleri gibi Türk illerinin Kütahya, Kayseri, Manisa gibi diğer illerden farkı yoktur. Tarifi olmayan bu gizemli duygu; benim de çocukluğumdan itibaren ezeli olarak hissettiğim ve her yadıma düşende içimde sevinç ve hüznü bir arada bulmama sebep olur ve hala öyledir. Bu tabura bilâhare kuzeyden Üsküp, Selanik ve Budin ile güneyden olmazsa olmazımız Kerkük katılı verir ki kervan tamam olsun.
Bu toprakların çocuklarını hüzünlendirmek için bir Kerkük türküsü, üstüne bir Gence mahnısı dinletiver; ola ki senin de gözlerin dolmaz ise bir kardiyoloğa görünmen iktiza eder. Bir başka alışkanlıkları da içinde “gönül” geçen her nağmeye gayriihtiyari kulak kabartmalarıdır. Yurttan Sesler Korosu, Türk müziğini katlederken bile hiç anlaşılmayan koronun sesine sırf “gönül” dediği için meylederler.

İnsanımız için bütün dertler gelir geçer; savaş, kıtlık ve dahi ölüm hep geçicidir; savaşı cehd ile, kıtlığı hamd ile, ölümü teslimiyetle karşılar. Gel gör ki bitmeyen bir derdi vardır, dermanını içinde taşıyan. Hiç tükenmez; her zaman bir evladı çıkar, okur, yazar, mürekkepleri yalar; Üsküplerden yola çıkar, Parisleri, Barselonaları en “medeni” diyarları dolaşır da gelir, Üsküdar’da gönül derdine müptela olur. Bu çocuklar için kader olan coğrafya değil, gönüldür vesselam. Ve sular akar, mecrasını bulur.
İtikadımız gönül itikadı ve musikimiz de alamet-i farikasıdır. Dobruca’da dert ne ise Erdebil’de de aynı idi, halen de öyledir. Dolayısıyla sazlar başka ağaçtan olsa da sesler hep neva perdesiyle sükûn bulurlar.

Milli birlik ve bütünlük arayan siyasilere tavsiyem; başka yerde aramak, beyhude çabadır. İlköğretim müfredatına Türk müziği eğitimini zorunlu ders olarak koysunlar; on beş yıl sonra Siirt’ten Sadettin Kaynak, Amasya’dan Itri çıkarsa şahsen ben hayret etmeyeceğim.

Efendim gönül dedik, türkü dedik, işte bu kutlu dergahın hadimlerinden rahmetli Nida Tüfekçi’nin yurdumuzun münbit diyarlarından, Sivas’ın Şarkışla’sından derlediği Teslim Abdal’ın dizelerinin “kök-ses”le buluştuğu “Gel Ha Gönül Havalanma” feryadıyla başlayan ve “engin”lerde seyrine devam eden enfes türkümüz, aradan geçen yüzlerce yıla meydan okurcasına en ince telimizi titretmeyi sürdürüyor. Dil hanesini viraneye çeviren tekebbüre ısrarla dikkat çeken Abdal’ımızın irfanı önünde hürmetle eğilmemek mümkün mü?
Türkü, “Gel ha gönül havalanma” dedikten sonra bağlamadan çıkan o muhteşem mahcubiyet tınısına özellikle dikkat çekmek istiyorum; dönüp dolaşıp aynı notalara vurgu yapan türkünün seyri, ancak kalbin en kara noktasının anlayacağı bir dilin titreşimini yakalıyor. Değerli ozanımız Cengiz Özkan’ın, tercih ettiğimiz yorumunda takındığı üslup ve bağlamının tellerine bir güvercin hassasiyetiyle dokunması; Taklamakan’da toz koparan kısrağın, Sarı Saltuk’un dizginiyle nasılda sakinleştiğini anlatır gibidir. Bir daha anladık ki Hakk söylemek, gönül enginliği ile mümkün iken türkümüz de ibadetimiz imiş. “Ne bilsin eller?”

https://www.youtube.com/watch?v=8r8OqFmy8rg

Cengiz Özkan’ın eline, diline sağlık.
Nida Tüfekçi’ya Tanrı’dan rahmet diliyorum, pürnur olasın Teslim Abdal!

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.