Nereye baksan, ne işitsen, ne görsen “o” nefestir nesneye can veren ruh.
Müziğimizin üzerinde seyrettiği güzergâh muhabbetten ibarettir. Her ne söylerse söylesin döner dolaşır sohbeti dosta bağlar. Gönül derdinin dermanı yine bu dostlukta gizlidir.
Türk müziği edebiyatı dostun sonsuz yüzünü konu edinegelmiştir. Dolayısıyla musikimiz baştan ayağa aşk edebiyatıdır. Sevgiliye hicabından hep dolaylı anlatımı tercih etmiştir ki bu üslup, Türk müziğinin sözlü eserlerde temel karakteri olarak temayüz eder. Sevgili her zaman bir başka “dost”u perde edinmiştir. Perdenin arkasında perde ve yine her tülün örttüğü her yerde, her anda “o” vardır.
Gönüldaşlık dönüp dönüp sığındığımız asude bir limandır, musikimiz bu iskelede yaşanmış aşk hikayeleri ile doludur. Psikanalizin karanlık dehlizlerinde dolaşan libido uydularının anlayamadığı ve bin bir bühtan ile lekelemeye çalıştığı dostluğun sırrını anlamalarını tabii ki beklemiyoruz.
Bu güzide dost hikayelerinden biri de Hazret-i Mevlana’nın gönüldaşına hitaben yazdığı, Feyzi Halıcı’nın Türkçeye çevirip Çinuçen Tanrıkorur’un bestesiyle musikimize kazandırılan Tutarak kalbimin üstünde cefakâr elini adlı ferahfeza makamındaki eseridir.
“Ustaların elinde yoğrulmuş” bu nadide esere paha biçmek için yeni bir nota bulmak bile kifayet etmeyecektir. Aşk deryasında ebedi seyrini sürdüren, gönül denizimizin en muhabbetli yelkenlilerinden sevgili Mevlana’nın nice fırtınaları, nice dalgaları aşan dizeleri “kökses”e bürünmüştür ve musiki dünyamızın ufkunda gözlerimizi kamaştırmaya, kalbimizi titretmeye devam etmektedir.
Dostluk, arkadaşlık, vefa ve sadakat; kültürümüzün en kadim değerlerinin başında gelir. İnsanı insan yapan bu değerleri dünyamızdan çekerseniz geriye bizden bir eser kalamayacaktır.
Bu harikulade eserin keyfiyetini anlatmak, tabii ki küçücük bir yazının karı değildir fakat kişioğlu en çok kendine konuşurmuş, derler. En azından bu minvalde kabul buyrulur, diye ümit etmekteyim.
Şarkının en çok beğendiğim icrasında ud yerine tamburun tercih edilmesi, bu fakiri ayrıca sevindirmiştir. Çünkü eserin yaratıldığı zaman dilimi itibarıyla anlam dünyamıza en uygun düşen ses aralıklarının daha ziyade tambur vasıtası ile elde edilebileceğini düşünüyorum.
Kalbinde dostun eli, gözü dosttan gayrısına ağyar, asumanı onun gönlüyle bezeli ve kainat o nurdan ibaret… Dörtlüğün ilk iki mısraı dostun eliyle kalbin nasılda teskin edildiğini en zarif duyguyla anlatır. Değerli neyzen, hanende ve gazelhan Ahmet Şahin beyefendinin muhteva ile adeta hemhal olan, gösterişten uzak o doyumsuz icrası da Hazret-i Mevlana’nın hissiyatını olanca içtenliğiyle duyabilirsiniz:
Semadan yeryüzüne inilen dizelerin bütünlüğü serapa tevhide boyanmış ruhun mahcubiyetinin birkaç kelimeye sığdırılamayacak mucizevi halini terennüm eder. Bu samimiyeti notalara dökmek de nihayet Çinuçen Tanrıkorur gibi ustadan beklenirdi. Huzur veren bir nağmeyle ilerleyen eserin seyir hali Çinuçen Hoca’nın kalbinde ritmini bulmuş “kökses”i duymak için bize bir fırsat daha veriyor.
Bu kutlu dizelerin bestecisi Çinuçen Tanrıkorur’u rahmetle yad ediyorum.
Hazret-i Mevlana’yı ve Tebriz’li Dost’u sevgi ve hürmetle selamlıyorum. Nur olsunlar.