“Huzur-u İlahi”den bahsedildiği zaman o an sanki başka bir huzurdaymışız algısıyla söyleniyor bu söz.
Halbuki yaptığımız her iş, söylediğimiz her söz, düşündüğümüz her an kararlarının doğruluğu şaşmaz bir mahkeme tarafından yargılandığımız hakikatini unutuyoruz sanki.
Efendim “Seninle hesap günü görüşüz!’ diyor muhataplar.
Bilmiyoruz ki her anımız o yüce mahkeme tarafından muhakeme edilmekte, anbean huzurda bulunmaktayız ve hüküm o anda verilmektedir
Her an o mahkemenin karşısındayız;
kimi zaman mağdur, kimi zaman zanlı yahut müşteki ya da şahit olarak!
Ve kaçınılmaz olarak bulunmaktayız.
Hatta ferasetli gözler ve kulaklar, an itibarıyla yüzlerine okunan kararları ve müeyyidelerini apaçık görüp duymakta ve akıbetlerine teslim olmaktan başka bir şey yapamamaktadır.
Gıybet melanetinin vuku bulduğu anlar içinde bu mekanizma kusursuz bir şekilde işlemektedir;
o ki kişi “hakim” ile ve bütün mevcudiyetiyle alakasını idame ettirebiliyor olsun.
Hatta bu hal, bir alakanın da ötesindedir.
Orada “hakim” de savcı da avukat da zanlı, sanık, müşteki de velhasıl olabilecek bütün muhataplar da bizzat kişini kendisidir.
Hiç şaşmaz, o an huzurdadır ve o an hakkındaki üstelik kendi verdiği hükmü şeksiz şüphesiz görür ve duyar.
İşte biz o mahkemeye vicdan diyoruz.
Orada terazi zerre-i miktar şaşmaz, adaletin şaşmaz makamıdır bulunduğunuz yer.
Vicdan mahkemesi “adl” makamının hükümran olduğu mülkiyettir.
O halde yaptıklarımızı mazur gösterecek ucuz bahaneler aramakla kimi aldatmış olabiliriz ki!
…
“Dünyâ diyerek geçme sakın, burdadır her şey
Mîzân ü sırât’ı mutlaka orda mı sandın”
Hazret-i Ken’ân Rifâi