Seyir Defterine Giriş

15284816_10211003322343045_1113156173336649045_nİnsanoğlunun şu kısacık dünya hayatında en büyük uğraşı, kaçınılmaz olarak varlığını anlamlandırma arayışıdır. Aslında bu arayış, ezelden ebede uzanan bir süreçte bitmeyeceğe benzemektedir çünkü sürecin bitmesi yokluk manasına gelir ki bu bahis bir başka serüvenin başlangıcıdır. …“inna lillahi ve inna ileyhi raciun (O’ndan geldik O’na döneceğiz)” ayeti bu seyrüseferin nihayetsiz olduğunu bütün çıplaklığıyla izah etmektedir. Onun “Diri, Baki, Evvel ve Ahir” olması seyrimizin ebediyetinin göstergesidir. “Bizden kim usanası” seyr-i sülûk derken anlaşılanın “cennet” ile hitam bulan teknik bir macera olduğu algısı maalesef yine ikilik yanılgısının eseridir. Oysa ayet-i kerime, başlangıcı ve sonu olmayan bir sevda hikâyesinin hayranlık verici başlıklarından biridir.

Ne yapıyorsun erenler, diye soranlara içimden hep “Seyrediyorum.” demek gelmiştir. Fakat öyle bir seyran ki güzergâh üzerindeki bütün levhalar bir aynadan ibaret. Aynaya bakıp menzili görmek… O halde varılan menzilin, ulaşılan makamın bir ehemmiyeti kalmamaktadır. Aslolan, seyir halinde olmak ve gidişatın, hakikat derdiyle yüklü olmasıdır.

Rahmetli Çinuçen Tanrıkorur* Makam Kavramının Müzikal Analizi başlığı altındaki seyir izahında “Bizim tarifimizde geçen ‘seyir’ kelimesi, makam kavramı için hayati bir önem taşımaktadır ve makamı gelişi güzel bir dizi olmaktan kurtaran yegâne özelliktir. Nitekim Türk müziğinde öyle makamlar vardır ki dizileri (aralıkların düzeni) tamamen aynı olduğu halde  seyirleri farklı olduğu için ayrı makamlardır.” yorumuyla seyrin misallerini, tür ve unsurlarıyla tafsilatlı bir şekilde izah etmiştir.

Kendi kaynaklarından beslenmenin ne kadar verimli sonuçlar içerdiğini, makam-seyir ilişkisini çözen bu alıntıda en bariz şekilde görüyoruz.  Tanrıkorur bu özelliği ile aynı zamanda ihtiyacımız olan Türk aydını karakterinin özgün kaynaklara bağlılığıyla nasıl bir derinlik yakalayabileceğini yukardaki yorumu ile bize göstermiştir.

Tanrıkorur’un değerlendirmesine bütün kalbimle katılıyorum. Sanatın, özellikle musikî sanatının ontolojimizin karakterini en ince ayrıntısına kadar bünyesinde taşıdığını göz önünde bulunduracak olursak makamın, seyir olmadan kuru bir dize olmaktan öteye geçemeyeceğini görürüz. Müziğimizin referansı itikadımız olduğu gibi inancımızdaki “biz”i bütün içtenliğiyle anlatan ilahi bir sanattır Türk musikısi.

Yine müzik üzerinden devam edersek… Müziğimizi bilhassa çok sesli Batı müziğinden ayıran en belirgin özelliğinin makam olduğu söylenir fakat Çinuçen Hoca’nın bu izahatı, bilinen bu teknik yorumun ötesinde bir derinliğin olması gerektiğini bize göstermiştir. Hoca adeta yolumuza ışık tutarcasına melodiye anlamlandıran ve muhteviyatın özünü yüklenen yegâne unsurun seyir olduğunu; seyrin makamın damarlarında dolaşan, ona hayat veren kan gibi olduğunu izaha çalışmıştır. Yani işin içinde gönül vardır, seyir gönlün içinde bulunduğu duygusal yoğunluğun ifadesi olarak tebarüz etmektedir. Bizim Müslümanlığımız bu haliyle bir gönül itikadıdır. Bizi biz yapan “şey” bu seyir duygusunun kutlu vecdidir.  “Bana seni gerek” çığlığı bu seyir zevkinin şuurlu bir ifadesi değil de nedir?

Musiki okyanusumuzda yüzen gemilerde kaptanın seyir defteri, gönül kalemiyle yazılan notalardan oluşur. Türk’e duygusal demekle bir eksiklik izafe ettiğini zannedenlerin kendi gönül sallarındaki deliği mekanik notalarla kapatma ısrarları, şeytan üçgeninden kurtulmalarına çare olur mu, bilemem.

Bizden ilk çalınan şeyin müzik olması manidardır, daha doğrusu müziğimiz aracılığıyla duygularımız çalınmıştır çünkü Türk, hissiyatıyla vardır ve musikisi de onu besleyen-ondan beslenen en hayati enstrümanların başında gelir.

Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi

Kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni

dizeleri kendi terennümünü en yüksek perdeden çığıran bir hakikat yolcusunun safiyane izlenimlerinin ifadesidir. Bu dizelerin fonetiği saza dahi ihtiyaç duymayacak kadar deruni bir melodiyi içinde barındırır. Seyrüseferimizin kesintisizliği müziğimizin ruhudur. İşte Türk müziği dendiğinde ifade edilen fikir, bu içeriğin tam da kendisidir. Bu sebeple müziğimiz anlamdan yoksun bir çalgı oyunu değil, aksine muhteviyatının gücüyle melodiyi belirleyen zengin bir seyran iklimidir.

Efendim, her makam kendi seyri ile anlam kazanmak zorundadır zira makamlar geçicidir. Bestekâr birçok ayrı makamda kendi seyrinin özgünlüğünü dile getirir. Aslolan, hayatın nasıl bir seyir takip ettiğidir.

Hakikat yolculuğuna seyir denmesi ne kadar ince ve derin bir anlam yüklemesidir. Bu anlam dünyasında özgürlüğe verilen değer, her seyrin kendi özgün uslûbuyla oluşumunu devam ettirmesiyle belirginleşir. İş bu sebeple, usûl asıldan önemlidir, derken sadece bir hukuk prensibini değil, aynı zaman bir anlam dünyasının estetik tercihini sanatında olduğu gibi hayatın her alanında nasıl içselleştirdiğini de anlarız.

“N’ideyim sahn-ı çemen seyrini cânânım yok.” diyen âşık, seyrin hedefinde maşukun olduğunu dile getirmektedir. Seyir cananla zevk ise gurbet de eziyettir zira manadan uzaktır. Literatürümüzde siyer terimi hassaten Efendimizin dünyayı şereflendirdiği sürecin bütününe verilen ad olarak kullanılmaktadır. Ayrıca onun yolunu takip eden, iz bırakmış yolcuların hayat hikâyeleri de siyer başlığı altında edebi yerini almıştır.

Seyir kavramı sadece tasavvuf veya müziğimize değil, milli kültürümüzün birçok alanına öylesine nüfuz etmiştir ki örneğin askeri denizcilik komutları özellikle seyir halindeyken ontolojiye bağlı olarak kendini gösterir. Neresinden baksanız yüzyıldır Batı tesirinin en yoğun hissedildiği deniz kuvvetlerimizin donanmasında seyir halinde verilen emirlerin büyük çoğunluğu hala Bismillah ile başlamaktadır. Bismillah köprü üstü müsaade, Bismillah salvo ateş, Bismillah vira bu terminolojinin günümüzde uygulanmaya devam edilen birkaç örneğidir. Derinlerde hayatiyetini sürdüren şuur, özlenen nitelikten kısmen uzak olsa da seyrini itikadına bağlamayı devam ettirmektedir. Her seferin başlangıcında seyrin kazasız belasız devam etmesi için “Allah selamet versin.” temennisi literatürdeki yerini korumaktadır.

Kavramlarımızın bir kısmının başına gelen, maalesef seyir kelimesinin de başına gelmiştir. Seyirden mülhem seyircilik kelimesinin popüler kullanımdaki sığlaşmış edilgen çağrışımı mana dünyamızda küçümsenemeyecek bir gedik açmış gibi görünüyor. Hatta bununla kalmayıp seyircinin yerini izleyiciye bırakması işi daha zorlu hale getirmiş gibidir. Her ne kadar seyretmek ve izlemek eşanlamlı ise de izlemek bir kelime olarak seyrin yüklendiği kavramsal çağrışımdan şimdilik uzak görünüyor. Dil şüphesiz yaşayan bir organizmadır, gelişmesi sağlıklı bir değişime muhtaçtır. Ne var ki kökünden kopmuş bir dalın kuruması kaçınılmazdır. Bize düşen, mümkünse kavramı asli mecrasına çekmek için mücadele etmektir çünkü yeni kavramlar üretmekteki zafiyetimizi telafi etmek, kadim kavramlara sahip çıkmakla daha kolay olacaktır.

 

 

*Çinuçen TANRIKORUR (2011), Osmanlı Dönemi Türk mûsikîsi, Dergah Yayınları.

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.