zaman neyi geri verecekti?
ıskalanmış bir hayatın külleriyle meşgul ardından bakanlar
gözler daima nemli, bakışlar donuk
yürünmeyen yolların yolcuları
istasyonları doldurmuş
soruyorlar
geçer mi filan yerden
bilmiyorlar
sen gittiğinden beri her adres yanlış
eksik tüm tarifler
her zerresinde ayrılığı müşahede edenler biliyor
dönmeyecek olanı
firâkların sebebini bilenler ise bırakmışlar esbâbı
geriye bakmıyorlar
yürüyorlar sulu sepken, yağmurlu, karlı, güneşli demeden
yürüyorlar yalnızca
yolun olmamasına da aldırış etmeksizin
yol yürütmüyorsa diyorlar
yoldan çıkmayı da yürüme adabından bileceksin!
sonra rüzgârlar esiyor
saçları savruluyor ağaçların
çiçekler güneşe küsüyor zaman zaman
güneş her zamankinden daha gamlı
hükmünü icra etmek istemeyen bahar yola koyulmuş
mevsimlerse ne firâktan teselli buluyor ne de vuslattan
özlemse görevini ifada sektirmiyor
mutad olduğu üzere diye söze başlayıp
cânın ateşine körük olmaktan onur duyarım demekte
zaman geçiyor
rüzgârlar esiyor
yapraklar rüzgâra esir düşmüş
bir o yanda bir bu yanda
ağaç şikayetçi değil bu vaziyetten
kökünden alıyor gücünü besbelli
yapraklar ise pek kederli
âkıbetinden endişe duyuyor olacaklar
soruyorlar mevsime
huyunu suyunu bilmek yetmiyor senin
bizi bu dalda barındırman için yapmadık iş kalmadı
nabzına şerbet de kâr etmiyor
ne istersin ömr ü hayatımızdan
mevsimler de kederin sesiyle sus pus
herkes günahını yaftalamanın peşinde
sorular soruları teşvikte pek maharetli
cevaplar pek bir memnuniyetsiz
kendilerine işaret etmeyen her işarete öfkeli
hülâsâ-i kelâm
her şey ve herkes şikayet makamında
özleyişler sarmış cihânı
ufuklar ufuksuz, gözler perdeli
gönüller hep aynı sevdaya teşne
gidişine tasalanmayı bırakmış nefesler
sonra zaman geçmiş sahneye
tüm gücüyle sarsmış cihânı
gençler ihtiyar etmese de ihtiyarlamış
firâklar vuslat olmuş vuslatlar firâk
uzaklar yakına gelmiş
yakın bundan bî-pervâ
olmuşla olmamış birbirleriyle pek geçimli
üstelik nefeslerin adedini sayan da kalmamış
özlemse aynı yerde beklemiş asırlarca
ne ateşi sönmüş ne külleri dağılmış
uzatmış tutulmayan ellerini
sen kadar yalnız ben kadar gamlı
malumu beyan etmekten rahatsız
ama yine de konuşacak kadar da cüretkar
kemâlât demiş ısrarla kemâlât
nezdinde bir olan şeylerin kesreti artmış birden bire
ve bir değer kaybına uğramamış bunca birle
mahlûkun eşrefi seni de bire katmış böylece
senle giden sen de, bendeki ben de
hepsi bir’e bende!