TDK, metodoloji kelimesini yöntembilim olarak çevirir. Özellikle felsefe ve bilim alanında yöntem araştırmak ve yeni yöntemler yaratmak için ilkeler geliştiren bilim dalına, yöntembilim diyoruz. Fransızca methode kelimesi Eski Yunanca methodos “öteye giden yol” sözcüğünden alıntıdır. Yöntem kelimesi de yön- kökü itibarıyla konumuz bağlamında aynı anlama gelecektir.
Metin okumaları açısından bakarsak yöntembilimi “anlama usulü” olarak düşünebiliriz. Metnin zorunlu durağan yapısı, görünenin ötesine yönelmeyi gerekli kılmaktadır. Herhangi bir metinden etkin olması beklenemez çünkü metin, durgun fiziki yapısıyla edilgendir. Metnin etkin bir özne olarak ele alınması, düşünce hayatının yeterince üretken olamamasının başlıca nedenidir. Oysa bir metinde özne ancak sembol olarak bulunur. Asıl özne metne anlama etkinliğiyle yaklaşandır. Esasen metin tamamıyla sembolik bir kurgudur ve okunarak anlaşılmaya muhtaçtır. Burada Türkçe okumak sözünün kökündeki ok kelimesinin çağrı ve doğru anlamına gelmesi dikkate şayandır. Buna göre Türkçe okumak sözünün kastını doğru manayı çağırmak diye anlamalıyız. Fakat aynı metni her okuyan kendi dikkatleri üzerinde çağrıda bulunacaktır. Dolayısıyla aynı metin de olsa her okuyan öznel anlamanın eşsizliğiyle anlayacaktır.
Burada kaçınılmaz olarak doğru anlam için göreceli bir alan oluşur. Aslında anlamın yeniden yaratılmasına imkân sağlayan alan tam da burasıdır. Hakikatin zaman ve mekândan bağımsızlığı öznel dikkatler için özgür düşüncenin kaynağıdır. Fakat hakiki okuma eylemi de olsa görecelikten kaynaklanabilecek kargaşa, bir anlama yöntemini zorunlu kılmaktadır. Üzerinde durduğumuz metni anlama yöntemi, salt anlama ve düşünme yöntemleriyle eşgüdümlü sayılabilir. Metin açısından yöntembilim diğer alanlardaki yöntemlerin açılış kapısı niteliğindedir. Özellikle metni anlama konusunu ele alıyor olmamıza rağmen sözden ve yazıdan bağımsız “Anlama yaratmadır.”* deyişi, metni anlama konusunda da aynen geçerlidir.
Metinleri anlama konusunda gösterilen durağan tavır, düşüncenin karşısında ideolojik bir duvar olarak durur. Öteden beri özellikle “kutsal” metinleri “açıklama” çabası bir yöntem bilim yoksunluğu (anlama değil, özellikle açıklama diyoruz) nedeniyle malûldür. Hatta “kutsal açıklamalar” düşünce için bir yöntem geliştirmeyi neredeyse imkânsız kılar, diyebiliriz. (Kut sözünün üzerindeki tozların kalkmasıyla sıkça kullandığımız “kutsal” kelimesi yazılarda kastedilen mana ile yer yer ayrışır hale geldi. Belki “dinsel” demeliyiz ama bu sözde kastımızla tam olarak örtüşmemektedir. Yeni bir kelime bulana kadar “kutsal” demeye devam edeceğiz. Yazı bütünlüğünden kastedilen anlaşılacağını umuyorum). Zaten anlama ve anlamlandırma yerine tarihi nicelik üzerinden açıklama uğraşına girmek, sanal bir mevcut duruma yataklık eder. Böylelikle düşüncenin durağanlaştığı alanların oluşmasına önayak olur. Metinler konusundaki bu ideolojik edilgen yaklaşım, muhatabı varsayılan ütopyanın esaretine sokar. Sonunda ideolojiyle kutsanan alanlarda düşünmek ve anlamak yerini ezberlere bırakır.
İstisnasız her türden metinde dil, geçmişten aldığı mirası geleceği taşırken kaçınılmaz olarak kendi zamanının imkânlarıyla konuşur. Her türden metni anlamak için gereken koşullardan biri de tabii ki yaratıldığı imkânları bilmektir. Her şeye rağmen bu imkânlar geçmişe aittir. Hâlbuki dil yaşamaktadır ve geçmişin sınırlarını aşıp günümüze ulaşmıştır. Dil bu yönüyle kendine özgü bir güncellikle yaşar. Tabii buradaki güncellik yaşayanların yeniden anlamasına bağlıdır.
Metin çözümlemesi konusundaki terminolojik bir yanılgıyı da vurgulamadan geçemeyeceğiz. Bugün kullanımdan kalkmış sözcükler için arkaik tanımıyla karşılaşıyoruz. Arkaik sözü Batı edebiyatı için güzel sanatların klasik çağ öncesini tanımlayan bir kavramdır. Bu söz hiç sakınmadan eski Türk edebiyatı metinlerini çözümlemede de maalesef kullanılmaktadır. Arkaik tanımının Türk edebiyatı için doğru bir tasnif olmadığını düşünüyoruz. Özellikle Türkçe metin çözümlemeleri için tamamen anlamsız kalmaktadır. Kökten türeme özelliği, arkaik tanımını Türkçe için geçersiz kılar. Çünkü Türkçede kullanımdan kalkmış eski kelimelerle yeni kelimeler özdeş köklere bağlıdırlar. Sıradışı anlam kaymaları olsa da kelime kökenine bağlı ağırlıklı anlam örgüsü yaşamaya devam eder. Örneğin güncel ölçü ve üleşmek sözleri, artık kullanmadığımız ülüg, ülgü ve üle kelimeleri ile aynı köke dayanır. Dolayısıyla Türkçe sözcükler ekler ve ses güncellemeleriyle kök anlamlarını yitirmezler.
Evet, dilin taşıdığı deneyim tarihi değerlendirmeler için önemli bir imkân olarak karşımızda durmaktadır. Fakat asıl önemli olan, dilin her şeyden önce özgün bir dünya görüşü içeriyor olmasıdır. Sözünü ettiğimiz içerik sadece anlam dokusundan değil, aynı zamanda dilin düzenli yapısından da çıkarılabilir. Dil külliyatı, bütününden en küçük unsuruna kadar yerleşmiş olan bu çekirdek yapıyı taşır. Dil esasen düşünce ve anlama için bu yönüyle temel kaynaktır. Bu çekirdeğin her an yeniden filizlenebilme imkânını barındırması, dilin temel işlevi olarak öne çıkıyor. Türk medeniyeti açısından da kadim varlık anlayışı Türkçenin içinde akmaktadır. Yenilenme ve hayata kendi zamanından bakabilmenin sırları Türkçede bir çekirdek yapı olarak bulunmaktadır.
Ölçü
Düşüncenin dil aracılığıyla tutarlı olarak yürümesi de bir yöntemi gerekli kılar. Yöntem ise her hâlükârda bir ilkeler dizgesidir. Düşünce düzleminde her ilke bir ölçütler düzeneği üzerine oturur. Ölçütler bütüne bağlı değerlerin somutlaşmış göstergeleridir. Bu göstergeleri bir yönüyle salt bilgi olarak değerlendirebiliriz. Yani bilginin özgün niteliği ölçülü prensipler manzumesini oluşturur. Geliştirilen yöntemle düşünce tutarlı bir ilerleme seyrine kavuşabilmektedir. Doğal olarak bütün bunlar ancak köklü bir dil kullanımı ile mümkün olabilecektir.
Düşüncenin aktarım aracı olarak söz ve yazının tutarlılığının “ölçülü” olmayı gerektirdiği anlaşılıyor. Düşüncenin göreceliği ilk bakışta puslu alanları zorunlu kılıyor gibidir. Fakat dil düşüncenin dışarıya yansıması esnasında oluşabilecek puslu alanları olabildiğince netleştirme işlevini de görmektedir. Bu işlevin sağlığı dildeki ölçünün kavranmasıyla elde edilir. Ölçü ise dil külliyatı bütünlüğünde hem yordam hem de genel bir tavır olarak bulunur. Ne demek istediğimizi netleştirmek için ölçü tekniğiyle ilgili maddi bir örnekten yol çıkabiliriz.
“14.10.1971 tarihinde Paris’te yapılan “Ölçü ve ağırlık konferansında” bugün kullandığımız Metrik sistem yasallaşmıştır. Metrik ölçüler ve ağırlıklar aslında 1875 yılında imzalanan Metre anlaşmasına (Metre konvansiyonu) üye ülkeler tarafından zaten kullanılmaktaydı. 1971 yılında son halini alan metrik ölçü standardı 180 yıllık bir maceraya sahipti. Metre için daha önceleri farklı maddi ölçütler kullanılmaktaydı. Sistem son haline gelene kadar değişik aşamalarla geliştirilip hassaslaştırıldı. Temelde metre Paris’ten geçen meridyenin kırk milyonda birine tekabül eden ölçüydü. Bu ölçü için ilk referans örnekler platinyum ve iridyumdan yapılmıştı. Fakat zamanla madde üzerinde oluşan etkiler şekil ve boyut değişikliğine neden oluyordu. Daha sonra dalga uzunluğu mahiyetinde kuru havadaki Kadmiyum ışığının kırmızı çizgisinin boyu ile protip esas metre eşitliği kabul edildi. 1945 te izotopların ayrılmasıyla kadmiyumdan vazgeçildi. Onun yerine daha hassas olduğu varsayılan Kriptonun 86. İzotopunun dalga uzunluğu seçildi.
Buna göre Metre temel uzunluk ölçüsü biriminin tespit ve tanımı şöyle yapılır: Kripton 86. Atomunun 2P10 ve 5 dm seviyeleri arasındaki geçişine tekabül eden ışımanın boşluktaki dalga boyutunun 1650763,73 katına eşittir.”13
Görüldüğü gibi özellikle ticaret ve bilim için gerekli olan metrik ölçünün nicelik referansı her yeni bilgi ile kabuk değiştirebilmektedir. Burada değişen ölçü birimi değil, birimin niceliğini belirleyen değişken maddi kalıptır. Son tahlilde esas olan bir ölçüyle değerlendirme gerekliliğidir.
Türk düşüncesinde de özellikle hukuk, sosyal adalet ve eşitlik anlayışına dair bir ölçüden söze edebilmeliyiz. Öyleyse düşünce ölçeğine ait izleri yine Türkçe ölçü sözünün köklerinde ve kavram ekseninde arayacağız. Evet, Türk dili aracılığıyla ölçülü düşünmenin temelleri Türkçede akan varlık anlayışında yatmaktadır. Örneğin “Aynı var’dan var olmuşuz; sen gümüşsün, ben sac mıyım?” sözü, kadim Türk düşüncesindeki eşitlik anlayışının dayandığı ölçüyü açık bir şekilde dile getirir. İşte bu anlayış, konumuz bağlamında ölçünün niteliğini ele verir. Buradan yola çıkarak üretilecek her yeni düşünce, bu temel ölçüyü kaynak alarak tutarlı olabilecektir. Ölçünün niceliği, doğal değişkenlere bağlı olarak ölçümlenirken dahi kaynak ölçüye bağlılığıyla güvenilir olabilecektir. Yani değişkenlerin zamanla yarattığı göreceli alanlar, her halükarda temel anlayışa sadakatle itibar kazanabilecektir. Her fırsatta sözü edilen toplumsal barışı, toplumun kullandığı dilin anlam kaynağına kulak vererek sürdürebiliriz.
Kutadgu Bilig’de geçen ülgü sözü bugün kullandığımız ölçü kelimesinin kökenidir.
ukuşluğ işi barça ülgülüg ol; biligsiz işi barça telgülüg ol
Akıllının işi hep ölçüye göre biçilir; bilgisizin işi ise, hep gelişi güzel kesilir.
Günümüz Türkçesinde ölçü, ölçmek, ölçüm, ölçüt vb. sözcükler üleşmek kelimesiyle aynı kökten türemiştir. Bu sözcüklerde kök ül– sesidir.
TDK Türkçe sözlükte üleş sözcüğü pay olarak karşılanıyor. Aynı sözlük, üleşmek sözüne “bölüşmek, paylaşmak” açıklaması getirir. Sözlükte ayrıca sonradan türetildiği anlaşılan üleştirim sözü de geçer. En dikkat çekici olanı ise felsefi üleştirimli tüze adlandırmasıdır.
Sanskritçeden dilimize geçen pay sözünün bölüşme ile eşanlamlı olduğunu biliyoruz. Üleşmek ve bölüşmek kelimeleri arasındaki belirgin fark üzerine yoğunlaşacağız. Sözünü ettiğimiz fark, Türkçe bütünlüğünde hukuk, sosyal adalet ve eşitlik gibi kavramları da ilgilendirir.
Clauson, etimolojik sözlüğünde de ülüg sözünü pay kelimesiyle karşılamakla beraber parantez içinde “birkaç eşit pay veya bölümden biri anlamında” açıklamasını getirme gereği duymuştur. Bu izaha göre paylaşmak ve bölüşmek ile üleşmek sözlerinde çok temel bir fark ortaya çıkar. Bu fark eşitlik anlayışındaki ipuçlarını da beraberinde taşımaktadır. Böylesi bir ayrımın ipuçlarını, yine bu sözlerin üretildiği anlam dünyasında aramak gerekmektedir. Üleşme sözü ile ölçü kelimelerinin aynı köke yaslanması konunu açılmasına yardımcı olabilir. Ele aldığımız bu iki söz, kadim Türk düşüncesinde könilik (adalet) kavramını da gündemimize taşır. Çünkü üleş ve ölçü sözleri könilik içeriğini önemli ölçüde belirleyen çağrışımlarla yüklüdür.
Ülüg (kısmet, nasip)
Ülüg sözü Anadolu’da halâ kullanılmaktadır. Üllüg çocuk oyunlarda sermaye anlamında kullanılan enek-lik sözünü çağrıştırır. Fakat enek sermaye manasında geçerken üllüg sözü oyunda kendisine kısmet getirdiğine inanılan gözde elemana verilen addır. Çocuk, oyun esnasında enek dâhil olmak üzere bütün oyuncularını kaybedene kadar oynar. Ta ki elinde bir tek üllüğü kalsın. Oynamak için gereken şeylerini kaybeden çocuk üllüğünü kaybetmeyi hiçbir zaman göze alamaz ve oyundan çekilir. Ülüg sözünü yaklaşık bin iki yüz elli yıl önceye tarihlenen Orhun Yazıtlarında da görürüz. Söz 1250 yıl ve binlerce kilometre uzaklıkta Anadolu’da bir çocuk oyununda yaşamaya devam eder. Hem de ses ve anlam olarak neredeyse hiçbir değişime uğramadan. Bu bağlantıyı sonradan öğrenen bir Türk çocuğu için Bilge Kağan’la aynı dili konuşuyor olmanın yarattığı duyguyu tarif etmeye kalkışmayacağım.
Orhun Abideleri’nde KT D 29’da geçen ülüg sözü kut kavramıyla ilişkili olarak karşımıza çıkar.
“kesre teñri yarlıkazu kut’um bar üçün ülügüm bar üçün ölteçi bodunug tirgürü igittim yalang bodunug tonlug <kıltım> çıgang bodunug bay kıldım az bodunug üküş kıltım ıgar elligde r”
“sonra. Tanrı bağışlasın, devletim var olduğu için, kısmetim var olduıu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım..”3
Ülüg sözü her üç yazıtta dört yerde ve Köli Çor bengütaş doğu yüzü 11’de geçer. M. Ergin, T. Tekin ve E. Aydın ülüg sözünü günümüz Türkçesine kısmet, talih, nasip olarak aktarırlar. Tonyukuk dikiti batı yüzünde geçen ülüg-i sözü ise kısım olarak aktarılmış.
Muharrem Ergin yazıtların ilgili bölümlerindeki kut sözünü günümüz Türkçesine “devlet” kelimesiyle aktarır. Tanrı bağışı olan kut’un siyasete devlet ve kudret olarak yansıması beklenen sonuçlardan biridir. Dolayısıyla yazıtlarda ilgili bölümlerde kelimenin devlet olarak aktarılması anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Fakat İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü adlı eserinde kut kavramının kuramsal boyutuna Kutadgu Bilig beyitlerini toparlayarak ayrıca ışık tutar:
“Kutun tabiatı hizmet, şiarı adalettir…Fazilet ve kısmet kuttan doğar.. Beyliğe (Hükümdarlığa) yol ondan geçer… Her şey kutun eli altındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir… Tanrısal(lık)’dır… Dünyada tam bir iktidar kuşağı bağladı, kurt ile kuzu bir arada yaşadı… Bey, bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin, onu sana Tanrı verdi,. Hükümdarlar iktidarı Tanrı’dan alırlar..” (Kafesoğlu, 1984, s. 250).
Bu açıklamaya göre yazıtlarda ele aldığımız bölümdeki kut kavramı, hükümranlığa açılan yolun niteliğini vurgulamaktadır. Sonraki metinlerde de özellikle Kutadgu Bilig aktarımlarında kut sözü genellikle talih, baht, mutluluk olarak aktarılır. Oysa gerek devlet sözü gerekse diğer kavramlar kut kelimesinin karşılığı değil, kut kazanmanın doğurduğu sonuçlardır. Nitekim “…kut’um bar üçün ülügüm bar üçün…” ibaresinde kut her şeyden önce kısmetin sebebi olarak belirginleşmektedir. Dr. Sait Başer Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre adlı eserinde “Kut; kavramsal yönüyle soyut, ortaya çıkardığı belirmeler açısından ise somut bir karakter taşımaktadır. Asıl özü bakımından nomen nitelikli bir kavram, tecellileriyle zengin bir fenomen dünyası yaratmaktadır. Onun için kut’un içeriği, komşu kavramlarla ilişkileri ve tecellileri bağlamında belirlenmiş birtakım alt başlıklar etrafında incelenmiştir.” paragrafıyla kut kavramını çözümlemeye başlar. Biz de güncel üleş kavramını özdeş köklere bağlı ülüg sözünden yola çıkarak değerlendireceğiz. Bu nedenle kut ve ülüg sözlerinin kavramsal bağlantısı, denememizin güzergâhı açısından önem teşkil etmektedir.
Üleşmek ve ölçü kelimeleri ülüg sözünden türetildiğine göre kavramların doğduğu kaynağın referansları üzerinden güncel bir değerlendirmeye tabi tutmamamız en akılcı yaklaşım olacaktır.
Ülüg sözü Kutadgu Bilig’de 40 yerde nasip, hisse, kısmet, ihsan, fayda, himmet, hak, değerli, arzulanan şey,4 anlamlarında kullanılır. Bir beyitte ise akılsızlığın cezası olarak “kısmetsiz”5 sözcüğüyle aktarılır.
Ülüş sözüne ise 11 yerde rastlarız. Ülüş; hisseye düşen pay, kazanç anlamına gelmektedir. Ülüşlerde sözü ise “hisseli işler” yani ortaklık anlamında kullanılır.
biligsiz karağu-turur belgülüg; yorı ay biligsiz bilig al ülüg (KB 179)
Bilgisiz insan, şüphesiz, kördür; ey bilgisiz, yürü; bilgiden nasip al.
ülüşlerde turma ya tutma neñiñ; ökünçün sarığ bolğa kızğu eñiñ (KB 4544)
Hisseli işlere girişme ve böyle işe mal yatırma; al yanağın pişmanlıktan sararır.
Üle kelimesi ise (elindekini yakınlarına ve hayır yoluna) dağıt önerisi anlamında geçer.
Aynı metinde Ülgü sözü bugünkü ölçü kelimesinin tam da kendisidir. Bir başka yerde istisnai bir olumsuz biçimleme ile ülgi kelimesi menfaat ve taviz manasında aktarılır ki esasen ölçüsüzlük anlamına gelmektedir.
tilekinçe ıdma katığlan tiren et öz ülgi bérmez ukuşluğ eren (KB 3638)
Onu arzusuna bırakma, gayret et, mukavemet göster; akıllı insanlar vücûda tâviz vermezler
Çok ilginçtir. Ülgü kelimesi DLT’de “tedbir” olarak açıklanıyor. Sözlükte ülüg; pay, nasip. Ülüş; halk arasında payların dağıtılması. Üledi; Paylaştırdı. Üleşdi; Paylaştı. Ületti; Dağıtılmasını emretti, şeklinde açıklanıyor.
Ül- köküne bağlı kelimeler dikkate alındığında ülüg – ülgü – üleş (kısmet, ölçü, dağıtım) sıralamasıyla beliren bir denklemi görürüz. Gerek Orhun Yazıtları gerekse Kutadgu Bilig metinlerinin bütünlüğü çerçevesinde baktığımızda, sosyal adaleti ilgilendiren ölçütlerle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor.
Her şeyden önce özgün Türk düşüncesinde elde edilen kazanç ülüg (kısmet) olarak adlandırılıyor. Orhun Yazıtlarında kısmetin kut’a bağlanmasıyla, kısmetin cazibe merkezinin kut olduğu anlaşılmaktadır. Burada kutun özellikle hiçbir sınıfsal ayrıma bağlı olmayan Tanrı ihsanı olduğunu göz önüne almak gerekir. Diğer yandan kısmetin ölçülü dağıtımı da kut kazanmak için çekim merkezi oluşturmaktadır. Kısmetine düşenle “kanaat edip rıza göstermek”11 de kutun kemâle erdiğinin göstergesi sayılıyor.
Osmanlı dönemi Türkçesinde felsefi bir kavram olarak adaleti tevziye TDK sözlüğünde üleştirimli tüze olarak karşılık bulmuş. Bu kavram esasen Aristotales’e ait olup Fransızca justice distributive’nin Türkçe çevirisidir ve “kişisel değerlere göre gerçekleştirilen tüze (hukuk)” anlamına gelmektedir. Platon ve Aristotales’te ana erdem sayılan tüzeyi Aristotales ikiye ayırır: “Ödünlü tüze ile kişisel değerlere göre gerçekleştirilen tüzeyi dile getiren üleştirimli tüze. Örneğin bir insanı öldüren değerli kişiyle değersiz kişi aynı cezayı görür. Bir memuriyete ise değerli olan atanır. Bu işlemlerden birincisinde ödünlü, ikincisinde üleştirimli tüze uygulanır.”6 Tabii burada değerli kavramına Aristotales’in yaşadığı Yunan kültürünün sınıflı toplumsal yapısı içinden bakmak gerekir. Çünkü değerli kişi tanımlaması her ne kadar Aristotales’in “etik değerleri” bakımından ele alınmış olsa da bu değerlerin yaratıldığı dünya görüşü zemininde anlamlandırılabilecektir. Onun, içine doğduğu sınıflı yapıyı göz önüne aldığımızda kastının üleştirimli değil bölüştürümlü olduğu akla daha uygundur. Burada Türk düşüncesi ile Yunan felsefesi arasında derin bir uçurum oluşmaktadır.
Üleşmek ve aynı kökten türetilen üleştirim sözleri (TDK kurulunun çıkış noktası muhtemelen böyle olmasa da) Töre ekseninde değerlendirilecek ölçütlere bağlıdır. Çünkü bunlar her halükârda Töre’nin kavramlarıdır. Metinlere sadakatle güncelleme yapmamız gerekirse sınıfsız bir toplumun ürettiği ülüg, üleş, ölçü kavramları sosyal adaleti hedefleyen bir anlam örgüsüne sahiptir. Ayrıca –sız eki gelmeden kendiliğinden bir olumsuzlama içermezler. Çünkü –sız olumsuzlama eki esiz ‘ne yazık ki’, isiz ‘kötü, fena’ sözlerine dayanmaktadır. Klasik metinlerimizde daha çok –suz şeklinde geçer. (-sUz ekinin XIV. yüzyıldan XVII. yüzyıl sonlarına kadar çeşitli eserlerde vasıta hâli ekinin belirttiği kavramların olumsuz şekillerini ifade eden bir isim çekim eki göreviyle kullanıldığını söyleyebiliriz. Daha sonraki dönemlerde de ekin zamirlerden sonra aynı görevle kullanımı devam etmiştir.)10 Buna göre Üleşmek ve bölüşmek arasındaki farkın niteliği teknik olarak da çok belirgindir.
DLT bölük sözü için “herhangi bir hayvanın bir arada bulunduğu grup” bölükti sözü ise “qoy bölüktü: Koyunlar sürü sürü ayrıldı” diye izah edilir.
Belik; saç örgüsü. “<bölük (örülmüş) saç bölüğü’<:Bölmek. Yazı dilimizde ‘saç örgüsü’ olarak kullanılan bölük biçimi, belik’in bölmek’ten geldiğinin açık bir kanıtıdır.”8 Bütünün belli (imlenmiş) bir kesimine bölge denmektedir. “Bölmek; böl– kökünden (ayırma, kesme, üleştirme*, bir bütünü değişik nicelikte kesimleme bg. anlamlar içeren kök)den böl-mek/bölmek”.9
DLT’de günümüze kadar bütün sözlüklerde bölmek sözü özünde bir niceliği hedef almaktadır. Örneğin ülkemizin bir bölgesi veya dizinin bu bölümü derken bir bütünün niceliksel parçalarından söz etmiş oluruz. Türkçe düşünen anlayış bütünün parçalarını hedef alan cümlelerde böl– kökünden yola çıkma eğilimi gösterir. Biz burada günlük dilde oluşan anlam genişlemesi ve sapmalarını ayrı tutuyoruz. Çünkü denemelerimizin bir amacı da Türk dilinin derinliklerindeki felsefi kavram köklerini çözmeye yöneliktir.
Bilindiği gibi bölücülük sözü böl– kökünden türetilmiştir. Bölücülük sözünü bulan akıl, sözlüklerin açıkladığı gibi eşanlamlı kelimeler olsa idi aynı şeyi üleşmek üzerinden de yapabilirdi. Oysa bölücülük anlamına gelecek şekilde üleşmekten üleşçilik yaratılamamıştır. Kanımızca ülüg (kısmet, nasip) ve üleş sözünün kut yoluyla Töre değerlerine atıf yapan özgün yapısı, şuuraltı düzeyde bile olsa buna izin vermemektedir.
Üleşmek ve ölçü Türk düşüncesinde gelişecek özgün toplumcu kuramların anahtar kavramlarından ikisi olarak öne çıkıyor. Ele aldığımız kavram her şeyden önce üleşmenin adil paylaşım anlamına geldiğini gösteriyor. Tabii buradaki adalet anlayışı Türkçede yaşayan muvahhid görüşe bağlıdır. Bu bakımdan üleşme kavramı kendi özgün kaynağından bir tavsiye mektubu niteliği taşır. Ayrıca Arapça infak kelimesinin Kur’an-ı Kerim’deki kastıyla da örtüşür. Üleşme– kavramının dayandığı kök dikkate alındığında, kut aracılığıyla Töre eksenine oturduğu görülür. Kadim anlayışımızda kutlu yaşam tarzı kanaat ve rıza ile taçlanmaktadır. Yani bireyin ülügüne (kısmetine) razı olması ve yetinebilmesi, temel bir ahlaki tutum olarak önerilir. Bu da üleşme anlayışını toplumsal barışın hayati bir unsuru olarak öne çıkarır.
Farabi’nin, Medinet’ü-l Fazıla adlı eserinde; “…Ulu Tanrı’nın hayatın kendisi olduğu hakkında” başlığında “..Bir şeyin hakikati kendine mahsus varlığıdır. Varlığın en mükemmeli ise haktan payını alan varlıktır. Hak aynı zamanda, aklın varlığa intibak etmek maksadıyla rastladığı makule denir. …” açıklaması çok dikkat çekicidir. Farabi’ye göre “haktan kısmetini” alabilmek derin bir farkındalığa bağlanır ve varlığa uyum sağlama amacı güden akıl, makulü yani ölçüyü fark eder. Kadim Türk ontolojisine göre bu ölçünün farkındalığı ülüğüne (kısmetine) düşene kanaat etmek demektir. Bu düşünce maddi ya da metafizik ayrımı bağlı tutulmaz. Hayatın her alanında aynı ahlaki yaklaşımla rıza halini gözetir. İşte bu yetinme ahlakı, üleşme anlayışının doğduğu yerdir. Çünkü yetinmeksizin paylaşım ancak bir güç kullanımıyla mümkün olacaktır. Üleşmek ise bir kavram olarak yetinme ve adil paylaşım anlamlarını kendiliğinden içerir. Alt metindeyse üleşme sözündeki kısmet-nasip anlam kökü sanal mülkiyet anlayışına ünlem bırakır. Anlaşılıyor ki üleşmek kutlu bir eylemdir.
Üleşmek sözünü doğal olarak Türkçeyle ifadesini bulan varlık anlayışı çerçevesinde çözümlemeyi denedik. Sosyal adalet, ekonomi ve hukuk anlayışının içeriğine dair bir kavram olarak değerlendirilebileceği görülüyor. Bu yaklaşım sözünü ettiğimiz alanların gelişmesine katkı sağlayabilecektir.
Günümüzde hukuk anlayışı, sosyal adalet ve felsefe gibi başat alanlar yabancı dillerin etkisindedir. Öyle ki geldiğimiz noktada devraldığımız miras olmasa neredeyse dünya ölçeğinde bir Türk edebiyatından söz edemiyoruz. Türk aklının temayüz etmesi Türkçenin sırlarına odaklanarak mümkün olacaktır. Çoğu zaman kanıksadığımız ve eş anlamlı gibi görünen sözcüklerin alelade kullanımı aslında düşüncede kısırlaştığımızın göstergesidir. “Sokak” dilindeki nitelik kaybı da akademideki yabancılaşmanın bir uzantısıdır. Çünkü bilimden, felsefeden, hukuk metinlerine oradan ders kitaplarına kadar dil, akademi tarafından evirilmektedir. Hatta dini literatürdeki Arapça ve Farsça hâkimiyeti de medresenin (akademi) yüzyıllar boyunca Türkçenin önemini kavrayamamasının eseridir.
Türk dili külliyatı gerek bütün olarak gerekse en ince ayrıntısına kadar, kendine has bir dünya görüşüne sahiptir. Bu nedenle özellikle düşünce ölçeğinde dilin içeriğine şifrelenmiş anlamları çözmeden yol alınamaz. Türkçenin incelikleri ortaya çıktıkça akademiden siyasete, bilimden sanata kadar bütün bir sahada kısa zamanda büyük mesafeler kat edilebilir. Bu gelişme günlük konuşma dilende de her geçen gün niteliğin artmasına yol açacaktır.
boşuğ kul kılayın tése belgülüg; akı bol üle neñ kötürdüñ ülüg (KB 4556)
Hür insanın hizmet etmesini istiyorsan; cömert ol mal dağıt kısmetini görürsün.
1-Üleştirim. 1.Üleştirme işi. 2. Toplumsal ürünün ticari etkinlikler aracılığıyla tüketicilere dağıtılması. TDK Türkçe Sözlük
2- Üleştirimli tüze. Ödül ve cezanın hakkına göre üleştirilmesi temeline dayalı tüze. TDK Türkçe sözlük
3-Muharrem Ergin, Orhun Yazıtları Aktarımı, Sayfa 18
4-KB 179, 271, 832, 995, 1292, 1457, 1526, 1646, … vb beyitler
5-KB 296. Beyit
6- O. Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi cilt 7 sayfa 10
7-Mustafa Tatcı, Yunus Emre Divanı sayfa 284
8-Hasan Eren, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü sayfa 47
9-İ. Zeki Eyuboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü
10-Ahat Üstüner, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (2001) Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 177-184
11- Medinetü’l Fazıla, MEB yaynları, sayfa 22
12- Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre
13-http://www.yildiz.edu.tr/~inan/Uluslararasi_birim_sistemi.doc
* ”anlama yaratmadır” Sait Başer’in “anlama”ya getirdiği özgün tanımlardan biri.
**İ. Z. Eyuboğlu’nun “ayırma, kesme” açıklamasının yanına “üleştirme” sözünü eklemesi bu anlam köklerindeki özgün ayrımı dikkate almamasından kaynaklanıyor olabilir.
Kısaltmalar
KT D Köl Tegin yazıtı doğu yüzü
DLT Divanü Lügati-t Türk
KB Kutadgu Bilig
Kaynakça
Başer, Sait. Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre. İrfan Yayınevi, 2011.
Clauson, Sir Gerard. Etymological Dictionary of Prethirteenth Century Turkish. OXFORD UNIVERSITY PRESS, 1972.
Eren, Hasan. Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basımevi, 1999.
Ergin, Muharrem. Orhun Abideleri. Boğaziçi Yayınları, 1995.
Eyuboğlu, İsmet Zeki. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü. İstanbul: Say Yayınları, 2017.
Farabi. Medinetü’l Fazıla. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001.
Gülensoy, Tuncer. Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Kökeni Bilgisi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu, 2007.
Hacib, Yusuf Has. Kutadgu Bilig. Kültür Bakanlığı Yayınları.
Hançerlioğlu, Orhan. Felsefe Ansiklopedisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kafesoğlu, İbrahim. Türk Milli Kültürü. Ötüken Neşriyat, 1984.
Kurul, TDK. Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu, 2011.
Mahmud, Kaşgarlı. Divânü Lugâti’t-Türk. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2005.
Peters, Francis E. Antik Yunan Felsefi Terimler Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2004.
Üstüner, Ahat. «ESKİ TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE -sUz EKİ.» Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2001: Cilt 11, sayı 2, sayfa 177-184.