Bugün karşı kıyıya özlemle bakıp iftarı beklerken gün boyu sabrettiğimizi düşündüm. Oruçluyken özlediğimiz iftar vaktini nasıl beklediğimizi… Bazen sessiz sedasız, bazen canhıraş bir öfkeyle, bazen sızlanarak tuttuğumuz oruçları…
Ramazan bir sabır ayıydı. Ve sabır; tahammül gösterme, şikâyet etmeme, dayanma gücüydü.
Senin yazından seçtiğim üçüncü kelime “sabır”dı Safiye Hanım. Kelimeyi aynen kullanmış mıydın? Hatırlamıyorum! Yazından bu kelimeyi de seçmiştim. Belki senin hayatından seçmiştim o üç kelimeyi; hasret, beklemek ve sabrı. Ve ramazanla birleştirivermiştim işte! Böyledir; okuyan kendiyle beraber okur, yazarın mizacını kendi tanımlar ve yakıştırır kavramları, konuları, ideal ve soruları kendiyle beraber. Kendiyle beraber yeniden tanımlar, bazen kendince olması gerekeni düşler. Yazar ise okurun elinden tutar sessizce. Ama okuyan, topladıklarıyla yine de hep kendi yolundan gider. Herkesin sadece bir tek yolu vardır. Sadece kendinin seçip gittiği yolu vardır.
Şimdi yine durmuş, seninle aynı kıyıdan karşı sahile bakarken ne kadar sabırlı ve sabırsız olabildiğimi düşünüyorum. Ve oruç tutarken gösterdiğim sabrın başka şeylerde ne kadar eksik kalabildiğini…
Bir musibetle karşılaşıldığı anda gösterilen tepkiyi, sonrasındaki tahammül gücünü düşünüyorum. Sabırla beklemeyi; hastalıkta, yoksullukta, kırılmış kalbimize baktığımızda ya da kalbi çabucak kırılıverenlerle karşılaştığımızdaki davranış şeklimizi düşünüyorum. Aceleciliğimizi, şikâyetlerimizi, beklentilerimizi, öfke ve vurdumduymazlıklarımızı…
Ne çok şey var; bakıp göreceğimiz, görüp seçeceğimiz; seçip, kendimize katıp yürüyeceğimiz.
Çinliler bambu ağacının önce tohumunu ekerler, sular ve gübrelerlermiş. Birinci yıl tohum ekildiği haliyle kalır, yeniden sulanıp gübrelenirmiş. Ağaç ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermezmiş. Üçüncü ve dördüncü yıllarda aynı işlemler tekrar edilse de tohum yine filiz vermezmiş. Beşinci yılda da su ve gübre verilmeye devam edilirmiş. Ancak beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar, sonraki yaklaşık altı hafta içerisinde gerçek boyuna ulaşırmış.
İçinde güneşin ve yeryüzünün bilgisi saklı tohum, sabırla gün yüzüne çıkmayı bekliyor. İçinde bambu ağacının bilgisi olan insan da toprakta saklı tohuma sabırla su ve gübre veriyor. Yani anlıyorum ki insanın içinde sabrın sonucuna dair bilgi olmasa sabır yetisi de olmazmış. Atalar, “Sabrın sonu selâmet.” derken o bilgiden dem vururlarmış meğer.
İşte Safiye Hanım, seçtiğim üçüncü kavramın da sonuna geldim kendimce. Bundan sonraki ve son yazımızda yine seninle karşı sahile bakarak hepsini hülâsâ edeceğiz. Nereden nereye vardığımıza bakacağız.