Karşı Kıyıya Bakıp Beklerken V
İftar sonrası balkondayız. “Burası Ramazanda bir başka güzel” dedi Güneş abla. Gülümseyerek başımı salladım. Söyleyecek bir şey yoktu, sessizce tasdik ettim. Yazdığım yazıdan da haberi yok. Biz her zaman balkonda oturup karşı sahile doğru bakarken aynı sohbeti yaparız. Karşımıza serilmiş güzelliği seyrederken benzer duygular içerisinde, şükürle “ne şahane manzara, Allahım ne güzel bir yerdeyiz, ömrümüzün bu deminde burası bize nasip oldu” deriz. Bunu bir ibadet gibi her seferinde tekrarlar, sonra o güzelliğin eşliğinde başka konulara geçeriz. Üsküdar’dan tarihi yarımadaya bakmanın hûşû dolu hissiyatı ile İstanbul’un belki de en anlamlı güzelliğinin sarmaladığı bir ruh iklimini her zaman teneffüs ederiz.
Hasret ve sabırla beklemenin kıyısından karşı sahile bakarken o çok tekrarlanan sözcük dilimde, seninle konuşuyormuşçasına yazıyorum yine Safiye Hanım. “Kendini bil” diyor insanlığın bilgeleri. İnsan kendini aşan bir soru soramıyor, kendini aşan bir cevabı da anlayamıyor. Belki tâ “ezeldeki bizden” kalan tek cevap, kendimiziz. Belki tâ ezelden âşinâ olduğumuz mükemmelliğe bir özlemdir sorularımız. “Kendini bil” deki sır, “ezeldeki biz”i hatırlatacak her şeye gönülden bir bakıştır belki. Gönlüne alacak, gönlünde harmanlayıp şu anda kendine katacak, yeniden idrâk edip, yeniden yeniden kendine yol bulduracak özleyiştir, derttir, elemdir, sabırdır belki.
Beklemek bir kısır döngü gafilde,
Hüsran dâim, her dünyevî mahfilde.
Uyan mâhım! Öz’ü özlemde bil de,
Bekleyende saklı beklenen Leylâ!
“Bekleme”nin gözlemek, durup kollamak, bekçilik etmek, korumak, muhâfaza etmek, herhangi bir harekette bulunmadan ne olacağını kollamak, hemen harekete geçmemek, ümit etmek gibi anlamları var. [Oğuzca] bekle-mek “korumak; sıkıca bağlamak, kapısını kapatmak”; bek < berk “muhkem, sağlam” demek diyor lügât.
Özlemek; görmek istenen kimse, şey veya yeri görememenin verdiği eksikliği içinde hissetmek, görme isteği duymak, göreceği gelmek, hasret duymak, şiddetle arzu etmek, elde etme isteği imiş.
Özleyen özümüz, özlemek öze ait. “Öz”e, yani insanı oluşturan asıl güce, ilâhi kaynağa. Bütün özlemlerimiz o Rabbânî öze imiş. İnsan, O’nu özlerken kendi özünü özlermiş. Kendi özünü özlermiş; özünün sözünü, şehadetini özlermiş. İnsan “bekleyene” hasret çekermiş. Öz-le-yen, öz-lemle bekleyen; muhafaza ettiğimiz kendi öz-ümüz, sözümüz, şehadetimiz… Kendimizde sağlamca duran, korunan öz-ümüz, kendi zâtımız…. O halde insan kendine emanet, insan Yaradandan emanet. O halde insan; evini, ocağını, bayrağını, vatanın sınırlarını bekler gibi beklemeli kendini. Kendinden, nefsinin emarelerinden koruyarak beklemeli.
Beklemek mahpusluk, feryâd, âh ü zâr!
Çölde, Mecnûn âhında çağrılan yâr!
Yanmaktan güç, ölümden öte diyâr!
Bekleyende saklı beklenen Leylâ!
“Bekleyen” diyorum, Kâlu Belâ’da verilmiş söz! Bekleyen, Kâlu Belâ’daki şahitliğimiz! İnsan sözüne hasret, şehadetine hasret. İnsan, “Evet, şahit olduk sen bizim Rabbimizsin” diyen özüne hasret. Söz sahibini beklerken, hayat şehadeti tekrarlarmış gözünü gönlünden ayırmayanlara her an. Çünkü akıl bunları sezermiş, ruh ise özlermiş. Kendi özünü bilen yani yabancılaşmadan kurtularak aslına ulaşanikilikten kurtulurmuş ve tevhidi bulurmuş. Bu durumda O hem bilen hemde bilinen olurmuş. Bilen ve bilinen ikiliği kalkar, zâti tevhid elde edilirmiş Hacı Bayram Veli’nin dediği gibi:
Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi efalini,
Ol bildi sıfatını.
Anda gördü zatını,
Sen seni bil, sen seni.
Görünen sıfatındır,
Anı gören zatındır.
Gayrı ne hacetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Kim ki hayrete vardı,
Nura müstağrak oldu.
Tevhidi zatı buldu,
Sen seni bil, sen seni.
BAYRAM özünü bildi,
Bileni anda buldu.
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.
Fakat ruh ancak beden hapishanesinden kurtulduğu oranda aslına döner, özlediklerini seyredermiş ya! Beden hakimiyetinden uzaklaşmak ise, bedenin ihtiyaçlarından uzaklaşmayla mümkünmüş. Bunun için “az ye, az uyu, az konuş” der atalar. Oruç beden ihtiyaçlarını en az seviyede tutup onlara hâkim olmak ise, insanı maddî âlemden uzaklaştırıp mânevî alanımıza yakınlaştırma gibi bir hususiyeti de olmalı. Oruç deyince sabır devreye giriveriyor yine.
Sabır; katlanılması zor olan durumlarda umutsuzluğa kapılmayıp şikâyet etmeden, sızlanmadan dayanma, tahammül gösterme, telâşsız bekleme, acelecilik etmeme, rûha ve bedene zarar veren şeylerden uzak durma, nefsin aşırı istek ve arzularına karşı koyma, her olanı Cenâbıhak’tan bilip hoşnut ve râzı olma, sızlanma ve îtirazdan vazgeçme, hâlinden şikâyet etmeme.
Sahurdan iftara yasaklanmış her şeyden uzak durma diye biliriz ya Ramazanı. Aç suzsuz geçen saatlerimizde sabırla beklemek vardır ya hani. Şikâyetsiz ve rıza ile geçen zamanda bir de gözü, dili, gönlü kötü şeylerden korumalıyız ya!. Bakmak, söylemek bir yana; içimizden bile geçirmemeliyiz ya!! Sabır… Rıza ile, ümit ile, şikâyetsiz sabır…
Bekleyen gâh Bey yolunda bir muhtaç,
Gâh bir zâkir derviş, hakîkate aç.
Açlıkta defîne, özlemde Mi’râç!
Bekleyende saklı beklenen Leylâ
Bu gün seninle karşı sahile bakarken, yaşadığım müddetçe özlediğim her şeyi, bana hatırlattıkları için özlediğimi ve hatırlattıklarının da aslında kendim, kendi hakikatime yol olduğu için özlediğimi bir kez daha anlıyorum Safiye Hanım. Yaşanmış yıllarım arttıkça, geçmişte kalan sevmediğim bir şeyin kalmadığını farkediyorum. Çünkü hepsi sadece bana ait. Özlüyorum, çünkü hepsi özümden. Özlediklerim belki biraz da eksikliklerim, tamamlanacak tarafım. Anlıyorum… İnsan bütün özlediklerinde aslında kendi hakikatini özlüyor.
Bekleyen bekleneni neyle tanır?
Özlediği mâşuk hâriçte sanır!
Sevdiğini özleminden yaratır!..
Bekleyende saklı beklenen Leylâ…
Seninle hasbihal etmeye başladığımız ilk gün, seçtiğim üç kelimeyi düşünürken birden dilime hocamın şiiri geldi kondu. Sait Başer Hoca’mın “Beklemedeki Canlara!” şiirini hafızam ilk günden seçti Safiye Hanım… Ne tuhaf şu insan bilinci. Lâzım olanı zamanı geldiğinde bulup yerine oturtuyor. Ne diyeyim, acaba bu gönülden dinleyip, duyduğunu kendinle buluşturmanın sonunda mı oluyor?
“Verilmiş söz”ün beklentisine hürmet… “Şâhitlik tecrübesi”nin hasretine hürmet… Ruhun / özün sabrına hürmet.