Dünya Bir Hakikatler Mektebi

Kelimeler, anlam deryasında tutulması pek müşkil olan mâhîler misali…  Oltamız, aralarında pervasızca dolanıp dururken kelimeleri seyirden başka bir meziyet gösteremiyor. Hoş; bu, oltanın değil; onu tutan elin marifetsizliği…  Oysa suç isnat etmek ne de kolay değil mi? Bulacağımızın aradığımız olmamasından çok korkmak, elimizdeki “ben”i her koşulda müdafaa ettiriyorken bu yolda harcadıklarımızın ahvalini düşünmek de iktiza etmez mi?

Doğru kelime için dahi bu derece tökezlerken sahiden insan dakikalarca nasıl konuşabiliyordu? Belki de konuştuklarımız da ömrün hovardaca harcanan günleri gibi rastgele seçilmiş kelime yığınlarından ibaretti. Kelimeler yalnızca bir misal… Hatta ömrün ziyan edilen günleri daha kayda değer bir mevzu. Nasıl, nerede, niçin, ne zaman sorularının ehemmiyeti üzerine kafa yormak lazım. Çağımızda neyin değerli olduğunun tayine ihtiyacı var şüphesiz. İhsan Fazlıoğlu bu tayine yardımcı olacak bir soruyu dahi sormuştu, bu satırların kaleme alınmasından evvel:

“İnsan, yaşamında bir kez de olsa kendine şu soruyu sorup yanıtlamalıdır: Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde beni ayakta tutacak olan nedir?”

Sahiden sahip olduğumuzu sandıklarımız, hakikaten bizi ayakta tutmaya muktedir midir? Gücün maddiyatla eşdeğer tutulduğu bir devri müşahede etsek de bunun böyle olmadığı bizce malum. Güç, biriktirdiklerimizin muhtevasında mahfuz. Biriktirdikleri altın ve gümüşten ibaret olanlar, bunların eksikliği ile yerle yeksan olurken sermayesi samimiyet ve halis bir inanç olanı yıkmaya gücü yetecek ne vardır şu âlemde? Kişi, en yüce olanı kendisine dost bilirse sırtı yere gelir mi dersiniz?

Fuzûlî; “Sahip olduğun malı sarf edersen zamanının mükemmel bir insanı olursun; azalması, senin tamamlanmanı temin eden şeyi mal bil!” diyerek bile güzel yaşamak adına ne çok ipucu veriyordu. Dünyalık olanın azalması şayet kişinin tekâmülüne hizmet ediyorsa orada bir kaybın aksine bir kazanımın olduğu şüphesiz kesinlik arz ediyordu.

“Künc-i istiğna (gönül tokluğu) gibi rahatlık mı var?” Şeyhülislam Yahya da hırsın elinde oyuncak olmak istemeyenlere bu soruyu sorarak adeta reçeteyi işaret ediyordu. Zaten ummana ulaşmak da bir katre ile kanaat etmeyi becerebilenlerin marifeti değil miydi?

“Kişinin, bu dünyaya kul köle olmanın ne demek olduğunu kendisine apaçık gösteren bir kalbi olmalı.” En arı ve duru sûfîliğin temsilcilerinden olarak takdim edilen Muhâsibî de bu sözleriyle dünyaya rağbet etmeyecek olanı tarife yeltenmişti. Ancak onun burada bahsetti kalp, günümüzdeki anlamından çok daha genişti. Zira Muhasibi, aklı da kalbe yerleştirilen nurlar olarak tarif ediyordu. Bu tarife göre kalp, akıl ile müşterek çalışan ve Allah’ın lutf u ihsanıyla hakikati görme yetisine dahi sahip bir sistemdi. Oysa bizler daima kalp ile aklı birbirinden ayırmış ve hatta sorumsuzluklarımızdan sıyrılmak namına organlarımıza dahi suçlar isnat etmiştik. Nefse uyup yapılan, uygun olmayan davranışları “sevmek” adı altında kalbe, koltuk sevdası için göz yumulan usulsüzlükleri “kariyer basamaklarını tırmanmak” adı altında akla ithaf etmiştik. Böylece kalp ve akıl birbirinden ayrılmakla kalınmamış; infaz emri de verilmişti, sorgusuz sualsiz…

Cennetin nimetlerinin ve cehennemin gazaplarının bir kısmını bu dünyada yaşayan insana davranışlarının karşılığı olarak vaat edilen beka, bu dünyada mevcut değildi.  Burada ne acılar bakiydi ne de sevinçler… Fena âleminde neyin aranması gerektiği ise bakılan her zerrede dahi zuhur ediyordu. Zira insan hayatının ana gayesi, tevhidi bilmek üzerine atılan adımlardır. Yürünecek yolların uzunluğu ise hakikatin izlerini taşıması hasebiyle şükre vesile olabilecek nitelikte idi. Unutulmamalıdır ki hakikat, izini ayak basılmamış yollara bıraksaydı hakikati tanımlamak için mukayese edebileceğimiz adımlarımız olmayabilirdi. Yolun uzunluğu, adımların yavaşlığı, önümüze çıkan tüm badireler, mâniler, hâiller… yaşadığımız her an bu idrak ile tezyin edildiğinde pek kıymetli olabilmekte.

Muallim Nâcî’nin yazıyı nihayete erdirecek olan şu beyti ise tüm bu söylenilenleri pekiştirecek mahiyetteydi:

“Dersi bitmez bir debistân-ı hakâyıktır cıhân

Onda en kâmil muallimler sebak-hândır bütün.”

(Dünya, dersi bitmeyen bir hakikatler mektebidir.

Bu mektepte en kâmil öğretmenler dahi talebedir.)

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.