“Diplomasi” deyip geçmeyin. Beşerin en kıvrak zekâlı çocuklarının faaliyetinden söz ediyoruz. En üstteki bu tabakanın iştigal alanı, insanlığın kaderine hükmetme alanıdır.
Devletler bunların kontrolünde, insanlığın bütün imkanları bunlar tarafından kullanılmaktadır.
Son iki yüz yıldır bunların dillerinden düşürmedikleri, iki cümlede bir: “Devletlerin ilkeleri değil, çıkarları vardır!”, “Devletlerin dostları değil, çıkarları olur!” vb terâneleri hepimiz ezbere biliriz.
Hipnoz o derece yaygınlaştı ki, artık bu yüksek(!) ilke yeryüzünün kader cümlesi halini aldı… Gerçekten de tarihin hiçbir devrinde görülmeyen ahlaksızlıklar, acımasızlıklar bu ilkenin ürünü olarak peydahlandı, bir sefalet bataklığı yarattı, arşivler dolusu rezalet üretti.
“Hukûkun üstünlüğü”, “Temel insan hakları”, “Demokrasi” gibi yüceltilmiş sloganlarla; “Çıkarların üstünlüğü” ilkesinin bir arada olamayacağını, aynı anda aynı zeminde yaşayamayacaklarını bir Allah’ın kulu görmedi, yüksek sesle haykırmadı.
Çıkarcılık ile yüce değerler birlikte olamazlar çünkü.
Yüce değerlerin devamı için birilerinin feragati şarttır.
Çıkarcılık, egonun emrinde olmayı; yüce değerler ise, muhatapların hukukunu öne almayı şart kılar çünkü!
Eğer gerçekte “çıkar” temelli bir siyasete bağlıysanız, o “yüce değerler”e dair ne diyorsanız deyin, aslında siz yalancısınızdır, bilakis o değerlerin düşmanısınızdır!
…
Devlet kavramının meşrûiyeti sebebi, çıkış noktası itibarıyle topluma hizmet, insanlığın saadetini temin tezidir.
Türk devletlerinde bu tezin kristalleşmiş sayısız icra örneğini bulursunuz.
Cumhuriyet’te bile böyledir! “Bile” deyişim, çağın modasına uyup, çıkarcılık söylemlerini bizimkilerin de kullanışlarından ötürüdür. Yoksa gerek “BM idealleri” denilen yanılsamayı gerçekmiş gibi alışı, gerek yukarda andığımız “yüce değerleri” hakikat sanışında, geleneğindeki “Nizâm-ı Âlem” mefkûresinin yarattığı algı vardır. Biz inancıyla gerçeklik algısı arasındaki mesafeyi kapatmış bir toplumuz.
“Hakikat” kavramımız dahî “Hakk” kavramından teşkil edilmiştir!
…
Çıkarcılığı en entelektüel tabaka ana değer halinde kullanırken, alt seviyelerdeki daha zayıf ve daha kontrol altındaki kitlelere gerçekten hayatî değer taşıyan “ahlak” ve gerçek hukuktan söz edebilir misiniz?
Baş nereye kuyruk oraya!
İşte masonik medyada dahi önümüze çıkan iki günlük çıkar âfeti haberleri ortadadır.
Bu tutum insanlığın kıyametini hazırlıyor.
Batı bu “evrensel çıkarcılık” cinnetiyle sadece kendisini tüketmiyor…
Çıkarcılık, ego merkezli bir kaostan başka ne üretebilir? Nasıl bir beşerin hayrına sonuç beklenir çıkara ayarlı siyasetten?
Aslında varoluş gerekçesi olan öz değerini yükseltme idealinin yeniden işletilebilmesi için bütün insanlığın böyle bir hakîmâne ve emin bir “ses”e ihtiyâcı ortadadır.
…
Burada şimdi uzun uzun “Türk Devlet Geleneği”nin dayandığı değerler sistemini anlatmaya kalkarsak okuyucuyu yormuş oluruz. Ancak bakın, Türk Devleti güç kaybetmeye başladığı, halkın inancındaki temel ontoloji suikaste uğradığı zamanlardan beri insanlık, başta Afrika olmak üzere, asırlardır bir “küresel sömürü ve küresel kölelik âfeti” yaşıyor.
…
Düşüncem odur ki, Türk diplomasisi, artık “millî çıkar” edebiyatını derhal terk etmeli, “insanlığın huzur ve saadeti için küresel adâlet” teziyle konuşmalıdır. Geleneğimizin ve “Devlet-i Ebed Müddet” tezimizin meşrûiyet temeli budur.
“Millî Çıkar” demekte ısrar etmek, eşkiyalık gerekçesine dönen “çıkar” kavramını benimsemek; işte “güçlünün çıkarı”nı da baştan kabul etmek demektir ve o zaman, elindeki silah ve güçle cinnet haline düşmüş dünya süperleri karşısında sesiniz kısılmaktadır. Çünkü o da çıkarı adına asıp kesmektedir!
Bugün, devletimizin yeniden ve yüksek sesle “Nizâm-ı Âlem” idealini dile getirmesi için, ürkütüp uyandırmaktan korkulacak bir mihrak hâlâ kalmış mıdır?
O halde HAK ve O’na tâbî GERÇEK HUKUK adına konuşmanın zamanı da gelmiştir.
Oca 16 2018