Saçmak, bir başka tabirle ifşa etmek; “mahremiyetin ihlali” neticesinde oluşan eylemin adı.
Bu fiil, zihnimizde çoğu zaman olumsuz bir çağrışımla karşılık bulur. Olumlu gibi görünen ifşa eylemeleri dahi bilinçaltında yazılan muhalefet şerhiyle gizli bir veto yer. Sırrın açığa çıkarılması, her halükârda rahatsızlık vericidir.
Çünkü sır kendi süreç ve şartlarına bağlı olarak oluşmuş ve nihai kurgusunu yaparken hayatiyetini devam ettirebilmeyi gizlenmeye bağlamıştır. Bir ifşa hareketi sonucu mahremin açık edilmesi, ona bağlı yaşayan birçok “şey” için ölüm olmanın çok çok ötesinde olumsuz sonuçlar içerir. Üstelik bu sonuçların nereye varacağının kestirilebilmesi mümkün olmadığı gibi dallanıp budaklanmasıyla afişe eden için de dolaylı ya da dolaysız yollardan telafisi imkânsız zararları da beraberinde getirir.
Kamu güvenliğini ilgilendiren konu ve olaylar dışında kişisel mahremiyetin, ihlalinin insan hakları bağlamında değerlendirildiğini biliyoruz. Bu sebeple meselenin bu boyutunu mevzunun dışında tutarak kişisel mahremiyetin ihlalinin, gerek şahsi gerekse toplumsal zararları üzerinde düşünmek gerekiyor.
İhlal kelimesi bilindiği üzere “bozma, halel getirme” anlamına geliyor. Yani helâlin harama dönüşmesi durumu. “Mahremiyetin ihlali” tabiri ise ilginç bir şekilde haramın haram olması çağrışımı yapıyor ki tam da bu anlama geliyor zaten.
Bilinçli bir ifşa hareketi, yanlış olması ve makul karşılanmamasına rağmen çoğu zaman suç sayılabilecek bu eylem için hafifletici sebepleri bünyesinde taşıyabilir. Bu tür fiiller genellikle kişinin iç dünyasına yönelik sırların, yine kişinin kendisi tarafından faş edilmesi hasebiyle birçok ruhsal bozukluğun alameti sayılır. Dolayısıyla konu, bu yönüyle uzman hekimlerin söz sahibi olabileceği bir ihtisas alanıdır.
En az iki kişi arasında vuku bulan, bu haliyle özel bir mekân ve kendi özgün koşulları içindeki bir zamanda yaşanmış bir eylem ya da sarf edilen sözün, taraflardan herhangi birisinin kastı ile konu, olay ve paylaşım sahiplerinin herhangi birinin, ne kadar yakını olursa olsun, üçüncü şahıslara aktarılmasına ya da anlatıcının dâhil olmadığı bir başka şahsın eylem ve sözlerinin yine üçüncü şahıslara aktarımı da mahremiyetin ihlaline girer. Bu türden hareketler de kültürümüzde gıybet olarak adlandırılmaktadır.
Gıybet, hemen anlaşılacağı gibi gayb hakkında konuşma manasına gelir. Gerek yukardaki gibi iki ve daha çok kişiyi ilgilendirsin gerekse tek kişilik bir eylemin failini ilgilendirsin kişi, esasen bilmediği bir şeyi söylemektedir. Gıyabında konuşulan kişi, bahse konu olan her ne ise tamamen kendinde mündemiç bir anlam yüklemesiyle sözü edilen fiili yerine getirmiştir ya da konuşmuştur. O halde gıybet eden kişi, sözünden ya da eyleminden bahsettiği “sırdaş”ını ne kadar iyi tanıyor olursa olsun, bilmediği ve tam olarak vakıf olmadığı hatta hiçbir zaman künhüne varamayacağı bir şeyi aktarıyor demektir. Çünkü her fiil ve söz, tıpkı kâinattaki diğer “şeyler” gibi biriciktir. Bu haliyle biricik olmak, Cenâb-ı Hakk’tan kaynaklanan ve “o”nun teminatındaki bir “hak”tır. Dolayısıyla gıybet; kelimenin tam anlamıyla bir hak ihlali, üstelik failin kendi hakkının kendisi tarafından ihlaliyle neticelenmiştir.
Kişinin yalan söylemesinin imkânsızlığını göz önüne alarak düşündüğümüzde gıybet edenin hangi hakikati şuursuz olarak beyan ediyor olduğunu düşünelim. Başkası hakkında konuşan kişinin, başkasının gerçekliğini bilme konusundaki acziyeti malum olduğuna göre rıza hilafına ortaya saçtığı bilginin kaynağı nedir? Esasen başkasının gerçekliği dahi bir başkası tarafından kanıtlanamayacak bir durum olduğuna göre ortaya saçılıp ayağa düşürülen, bizzat kişinin kendi bünyesine ait vehimleri değil midir? Kendisine bahşedilmiş hakikate cemal olmak yerine nefsinde biriktirdiği kan ve irini, sahte bir celal maskesiyle etrafa kusmak! Asıl hak ihlali bu değil midir? Oysa hakikat tertemiz nefslere misk-i amberlere sarılarak emanet edilmiştir.
Meseleye bu açıdan bakıldığında her gıybet fiili, aynı zamanda fütursuz bir ifşa hareketi anlamına gelir. Kendi hakikatinden başka elinde hiçbir şeyi olmayan insanoğlu, konuştuğunda etrafa yayılan kokunun öz benliğinin kokusu olduğunu maalesef unutabilmektedir. Bir başkasına yükleyerek müspet ya da menfi olsun, maddi bir ispata dayansın ya da dayanmasın; mahremiyeti ifşa eden kişi, esasen zavallı bir çaresizlik içinde kendi bünyesindeki marazı, günahsız bir muhatabına ya da muhataplarına açarak o kötü kokunun etrafa yayılmasına sebep olmaktadır. Bu yönüyle gıybet, gıybet edenin halet-i ruhiyesinin açığa çıkması sonucunu doğurur. Eğer bu “ruhsal hastalık” intani bir vaka ise rahatsızlığın yaşadığı çevreye de sirayet edebileceğini gösterir. Gıybet en büyük zararını öncelikle failine vermektedir, takiben yakın çevre bu şeni eylemden payına düşen almak mecburiyetinde kalır.
Libasında dar yen isen hata kusur görmeyesin
Yok ferahlık sever isen geniş gönül giyinesin
Üslubun ne menemdir eteğinden çirkef akar
Söyle bilelim zahid serapa çürük meşrep misin
“ Ey Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen şüphesiz hüsrana düşenlerden oluruz. “