Bir şeyin ne olduğu ile ne anlama geldiği arasında hep bir fark vardır. Ne olduğu üzerine odaklanmak için anlayış gerekirken ne anlama geldiği üzerine odaklanmak, zihnin inşa süreci içinde öğrenilenler, ezberler üzerinden gerçekleşmektedir.
Diyelim ki bir ağaca bakıyorsunuz. Ağacın ne olduğu üzerine odaklandıysanız onun üzerini örten anlamlar silsilesinden kurtulmanız ve tabiri caizse anlamlardan ağacı soymanız gerekmektedir ki ağacı tüm çıplaklığı ile görebilesiniz. Genellikle görme işlemi anlamlar üzerinden gerçekleşmektedir, bu anlamlar da sosyalizasyon süreci içerisinde kazanılmakta, gerçek çoğunlukla anlamlar tarafından örtülmektedir.
Tam da bu yüzden örneğin çocuklarla konuşurken çok dikkatli olmak gerekir çünkü onların hiç şakası yoktur. Siz neyi, nasıl gösteriyorsanız öyle kabul ederler ve bu konuda çok da ciddidirler. Gördüğünüz her ne ise onlara anlatırken sadece anlamlar üzerinden ve aslında görüleni değil, anlamını anlatırsınız.
Anlamlar anılara, anılar duygulara bağlıdır. Baktığımızda gördüğümüz aslında bir anı, ona bağlı duygu ve oluşan anlamlardır. Anlamlar üzerinden düşündüğünüzü, konuştuğunuzu fark etmenin yolu; kendinize tam şu anda olan nedir sorusunu sormanızdır. Zihniniz konsantre olduğu durumdan çıkıp olana bakacaktır.
Bu, okyanusun en derinlerinde yaşayan bir varlığın, yavaş yavaş yukarıya ışığa doğru yükselmesi gibidir; dünyaya bağlı olan duyguları ve ona bağlı oluşan düşünceleri fark ettikçe bunlardan da azat olmaya başlar, yükleri azaldıkça özgürleşen varlık, kendi fermanını yazdığını da görmeye başlar. Dünyanın kendisi kölenin özgürleşebileceği tek adrestir. Mavi dünyanın baştan çıkarıcılığı içinde kaybettiği hakikati (üzeri anlamlarla örtülmüş olan gerçeği) yine aynı baştan çıkarıcı mavi içinde bulma çabasında oluşun ödülü de bireyin sırrı elde edebileceği tek yerin, dünya denen bu rüya olduğunu görmesidir.
Bu yolculuk, nesneleşen öznenin yeniden özneleşmesi yolculuğudur. “Öz ne?” sadece arayanlar içindir, aramakla bulunmaz ancak bulanlar da arayanlardır sırr-ı hakikatine ulaşmaktır.