Mevlânâsız Şems, Taptuk Emresiz Yunus düşünülebilir mi? Zahirde birbirini seçmek nedir? Kim kimi beğenip de seçiyor? Kendinde olmayanı seçmek, onunla ünsiyet; ne kadar mümkün?
“Olanlar” gösteriyor ki “kişi” olma yolundaki herkes kendi kemâlini arıyor/görüyor? Her şeyde kendinden bir parça gördüğü gerçeği, bütüne tâlip insanı tatmin edemiyor hattâ insan o parçaların her birinde yeniden bölünme imkânıyla dehşete düşüyor. Âleme saçılmış bölümlerini ayrı ayrı tanımaya teşne de olsa onları toplayıp birleştirmedikten sonra saçılanlarla beraber ve her biriyle yeniden dağılıyor insanoğlu.
Oysa aradığı, ezelde ve ebeddeki kendi bütünlüğü. Getirirken gizlenen(!) bulunmayı hem de buluşmayı özleyen hem de özlenen… Hem “o”ndan ama hem de kendindenmiş zannedilen, içerideyken dışarıda da görülen, şimdide kayıp, aradığı, giderken götüreceği hakikati…
Belki mürid mürşidde kendi özlediğini, kendindeki hakikati görüyor, ona tutuluyor; kendindekine kavuşuyor.
Belki mürşit de “kâmil mürşid” olmaya ancak o beklediği müridi ile adım atıyor. Belki müridin kendisinde kemal buluyor mürşid. O buluşma, müridin kendini tanımlayabileceği nokta oluyor. Onun için mürşid müridini bilerek arıyor, mürid ise henüz tanımlayamadığı tamlığına meftun oluyor. Yani seyr-i süluk “birlik”te oluyor. Veya mürşid-i kâmil, ancak kendinde saklı İnsan-ı Kâmil’i uyandırmaya hevesli olan için bir anlam ifade edebiliyor.