Hollanda Kendi Ayağına Sıkıyor

Haldun SönmezerBiz, milli varlığımıza yönelen düşmanca hamleleri geri püskürtüp hamle sahibinin aleyhine çevirmesini bilen bir milletiz. Bunun için gerilere gitmeye de gerek yok. Çoğumuzun içinde yaşadığı, daha dün denebilecek kadar yakın devirler bile bunun örnekleriyle dolu.

Todor Jivkov, bir despottu. 1984’ten sonra Bulgaristan’daki soydaşlarımıza dönük asimilasyon politikasının mimarıydı. Zorla isim değiştirmekten ibadet yasağına varıncaya kadar temel insan haklarına aykırı en adi yöntemleri uyguladı. Beş yıl boyunca Türk azınlığa kan kusturdu. Sürecin sonlarına doğru dönemin başbakanı Özal’la Jivkov arasında uzun süren bir söz düellosu yaşandı. Sonunda Turgut Özal rakibinin restine restle karşılık verdi ve kendisi açısından da sonuçları ağır olabilecek büyük bir siyasi riske girerek; “Kapıları açtık, gönderin Türkleri.” dedi. Yüz binler bir anda sınır kapılarına yığıldı ve insan selleri Türkiye’ye doğru akmaya başladı. 1989 senesinin ortalarından sonlarına kadar Kapıkule’de büyük bir hercümerç ve insanlık dramı yaşandı.

Gerçekte her iki taraf açısından da son derece riskli olan bu hamle, Özal’ın değil de Jivkov’un siyaseten sonunu getirdi. Asimilasyon siyaseti, kendisi için sonun başlangıcı oldu. Bulgar diktatör, Özal’ın Çankaya’ya çıktığı günlerde iktidardan düştü ve iki ay sonra da gözaltına alınarak yargılandı. Nereden nereye…

Evet, o günün şartlarında bu, Türkiye için kaldırılması ağır bir yüktü. Göçen nüfusu sosyoekonomik açıdan sindirebilmek zordu. Fakat aynı zorluk bir başka açıdan Bulgaristan için de geçerliydi.

Dokuz milyonluk bir ülkede bir anda yedi sekiz yüz bin kişinin ülkeyi terk etmek üzere harekete geçmesi, sosyal ve ekonomik dengeleri hiç şüphesiz kökünden sarsardı. Elli beş milyonluk Türkiye, gelen yarım milyonluk nüfusa zor da olsa kucak açardı ama giden nüfus Bulgaristan için tam bir yıkım olurdu. Gidenler arkada bir yığın çözümsüz sorun bırakırdı. Bu, her şeyden evvel Türklerin patronajı altındaki Bulgar tarımının çökmesi demekti.

Aynı şeyi bir de Türkiye için düşünelim: Ülkenin belli bir bölgesindeki üç milyonluk bir kitlenin bir yıl içinde ülkeyi terk ettiğini ya da ülkenin doğusundan batısına göçmek için nüfusun % 5’inin bir anda yollara döküldüğünü farz edelim. Bu olağanüstü hareketliliğin Türkiye’nin dengelerini sarsmaması mümkün müdür? Aynı durum Bulgaristan için de geçerliydi. Jivkov, Türklere kapıyı açarak kendi ipini kendi elleriyle çekmiş oldu.

İlk başta Turgut Özal’ı kusurlu bulanlar, politikasından dolayı onu eleştirenler yanıldılar. Ameliyatı göze almadan bu yaranın kapanması zordu zira. Evet, bir takım sıkıntılar yaşanmıştı ama bedeli karşı taraf için daha ağır olmuştu. Gelen nüfusun önemli bir kısmı sular durulduktan sonra yeniden Bulgaristan’a döndü. Komşu, yaptıklarından bir şey kazanmadığı gibi çok ağır bir maliyetle kapattı asimilasyon defterini.

Hollanda’da siyasetçilerimize karşı girişilen ve hiçbir surette siyasi akılla bağdaşmayan seviyesiz ve hasmane tutum, aklıma yıllar önce komşumuz Bulgaristan’la yaşadığımız o kara günleri getirdi. O günlerde bu işin müsebbipleri farkında bile olmadan kendi ayaklarına sıkmıştı.

Bugünse aynı şeyi Hollandalı ve Alman siyasetçiler yapıyor. Kendi ayaklarına nişan alıyorlar. Öylesine hesapsız ve günübirlik bir politika takip ediyorlar ki bize doğru çevirdikleri silahın namlusunun gerçekte kendilerine dönük olduğunun farkında değiller. Hiç şüphesiz silah geri tepecek ve yakında büyük bir pişkinlikle özür dileyecekler.

Korkunun ecele faydası yok! Avrupa çöküşün sinyallerini veriyor. Hollanda yönetiminin hazımsızlık ve homurtusu, siyasi basiret ve feraset yoksunluğu buna işaret. Berlusconi, Sarkozy gibi liderlerde görülen paçozlaşma, Hollandalı siyasetçilere de bulaşmış durumda. Acziyet ve ufuksuzluk siyasetlerine hâkim vaziyette.

Bakanlarımızı kapıda bekletmek dışında, Türkiye’ye karşı uygulayabilecekleri bir ekonomik ya da siyasal yaptırım yok. Bu çok açık. Batı’nın Türkiye’ye ambargo koyduğu günler, tarih oldu artık. Bugün o tür yaptırımlara yöneldikleri takdirde, faturanın en başta kendilerine çıkacağının farkındalar. O yüzden de güçlükle ayakta tutmaya çalıştıkları ekonomilerinin hayrı için böyle bir şeyi gündemlerine bile almıyorlar. Hatta geçtiğimiz günlerde AB, Türkiye ile Gümrük Birliği Antlaşması’nın güncelleştirilmesinden yana tavır koydu.

Bir diplomatik skandalla karşı karşıyayız. Gezi parkı eylemleriyle başlayan ve ülkemizi hedef alan saldırının en zayıf halkalarından biri bu. Bugünün dünyasında böyle bir girişimin, sahibine olumlu anlamda bir geri dönüşü olmaz. Ama kendisine ciddi anlamda zarar verir. Gerçekte hiç inanmamasına rağmen yıllardan beri reklamını yapıp Batı değerleri olarak bize yutturduğu ilkeleri bir bir çiğniyor zavallı Avrupa. Sadece ekonomisiyle, siyasetiyle, cemiyet hayatıyla değil, felsefesiyle de çöküyor yaşlı kıta! İnandığını(!) iddia ettiği değerleri helva yapıp yemekle meşgul şu an. Onun bugünkü hali, cahiliye Arabistan’ına benziyor. Bir zamanlar putunun reklamını yapan müflis mirasyedi şimdi onu hoyratça yiyor.

Almanya ve Hollanda’nın bize karşı olan son zamanlardaki tutumu hiç de rasyonel değil. Hollanda siyasi akılla bağdaşmayan böyle bir yanlışa niçin düşer? Hadi, bir nebze olsun Almanya’yı anlamak mümkün. Ama denizden çalarak vatanını inşâ etmiş bu ülke, Almanya gibi Avrupa’nın liderliğine oynayıp Türkiye’yi kendisi için rakip görecek mevkide de değil. Ne böyle bir iddiası ne de güç ve potansiyeli var. Hollanda yalnızca bir taşeron. Kendi milli çıkarlarını koruyamayacak ölçüde küresel sermayenin oyuncağı. Hollandalı politikacılarsa kendi siyasetlerinin sözcüsü değil, o gücün acentaları.

Tek atımlık mermileri var. O da kurusıkı. Bu tavır, gözümüzü korkutmak için(!) karanlık gökyüzüne fırlatılmış kestane fişeğinden başka bir şey değil. Bununla Türkiye yolundan mı döner hiç!

Zavallı Hollanda! Zavallı Almanya! Perişan Avrupa! Nefretini kusarken acziyetini itiraf ediyor gerçekte. Böyle bir tavır ancak güçlü ve muktedirseniz hedefine ulaşır. Hâlbuki şu an, bütün enerjisini tüketmiş, atalet içinde yüzen, küme düşmeye hazır yaşlı bir kıta var karşımızda.

Asırlar boyunca Dîvân-ı Hümâyun ya da Arz Odasına kabul edilen Avrupalı elçilere ecdadımız tarafından önce eşik öptürülür ancak ondan sonra sözleri dinlenirdi. Bunu yapmak istemeyenlerse ya karga tulumba yere yatırılıp seremoniyi icraya mecbur edilirler ya da sille tokat huzurdan kovulurlardı.

Fakat Avrupalılar, şamar oğlanına dönen elçilerine rağmen özür beklemezler, Osmanlı’ya yeni elçiler göndermekten de geri durmazlardı. Çünkü o tavrın içi boş, kof bir tavır olmadığını bilirlerdi. Büyük ve güçlüydü Osmanlı. Ve hepsinden evvel de tehdidini îkaya muktedirdi.

Bugünkü Hollanda ise namlusundaki tek atımlık kurşunla itibar suikastı yapmaya uğraşıyor. İllüzyonla, göz bağcılığıyla algı oluşturmaya çalışıyor.

Türkiye için Hollanda’yı ciddiye almak, yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot’un tavrını benimsemek gibi bir şey. Neticede Hollanda bir kukladır. Bizim işimiz kuklayla değil kuklacıyla olmalı. Don Kişot yel değirmenlerini dev sanıyordu. Karşımızda ise ne bir dev var ne de bir devlet. Tabancasındaki tek kurşunu karanlık gökyüzüne sıkan sahte bir kabadayı var yalnızca.

Jivkov bugünkü Hollanda yönetiminden daha aptal değildi. Ülkesinin gerçeklerine vakıftı. Bir Bulgar milliyetçisi olarak Türk azınlığın hızla artan nüfusunun birkaç on yıl sonra siyasi ve sosyal dengeleri değiştireceğini daha o günden görüyor, kendince önlem almaya çalışıyordu. Yani Jivkov, yanlış politika takip etse de ülkesinin milli çıkarlarını ve siyasi istikbâlini düşünüyordu. Bunu yaparken de fazla seçeneği yoktu. Ne onlar ne de Alman meslektaşları Şansölye Merkel, Jivkov’dan daha akıllılar. Jivkov’un politikası sürecin sonunda nasıl kendi aleyhine döndüyse Hollandalı ve Alman siyasetçilerin öngörüden mahrum tutumları da bumerang etkisi yaparak kendilerini vuracak.

Bazıları günlük güneşlik bir siyasi ortamın hayalini kuruyor. Ortaya çıkan bütün olumsuzlukların vebalini de hemen iktidara yüklüyor. Günümüz dünyasında kendi bağımsız politikasını gütmeye kararlı bir Türkiye için fırtınasız denizde yol almanın mümkün olmadığını görmüyor. Hâlbuki Türkiye safralarını atıp daha bağımsız bir siyaset takip etmeye yöneldikçe kendisine yönelik düşmanca hamlelerin sayısı artsa da etkisi ve tesir sahası zayıflayacaktır.

Yaşanan son hadiseler, Avrupa siyasetinin ve siyasi elitlerinin çürümüşlüğünü gösterdi bize. Her konuda büyük bir düşüş içinde olan Avrupa, siyaset olarak da çöküyor. Az kaldı, bu tür numaralarla Türkiye’ye ayar çekmenin mümkün olmadığını onlar da anlayacak yakın bir zamanda. Ve o eski alışkanlıklarını terk edecekler.

Çünkü bu ülke artık eskisi değil. Köprünün altından çok sular geçti. Artık öksürdükleri zaman, nezle olan bir Türkiye yok karşılarında.

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.