Mûsikimiz, maddî manevî yönleriyle bizi saran sarmalayan, her türlü toplumsal veya şahsî tecrübelerimizi, düşünce ve duygularımızı, ideallerimizi, kahırlarımızı, korkularımızı, ümitlerimizi… temsil ve ifâde eden ezgi kodları, ses sembolleri olarak medeniyetimizin en tabiî bir parçasıdır. Duyguları duyuşlara, duyuşları düşünceye yükselten olgunlaşma çemberini ses malzemesiyle inşâ eden mûsiki, tecrübesini kullandığı toplumun hikâyesini, terennüm eder durur. Kendi hikâyemizin bu “sese kalbolmuş metinleri” musiki perdeleri, aralıklar, makamlar, usuller gibi unsurlarına, çok çeşitli ses imkânlarına bağlanarak insan gırtlağı veya çalgı tınıları aracılığı ile kulağımıza ulaşır, bünyemizle bütünleşir.
Musikimiz, tarihimize eşlik eden, asırlar boyunca geçirdiği çeşitli evrelerin, zaman içindeki değişme ve gelişmeleri yüklenmiş bir sanattır. Bu sebeple musikimize kulak vermek, tarih boyunca yaşadığımız büyük hikâyemizin seslere kazınmış metinleriyle “buluşmak” diğer taraftan onu “okumak” ve çözümleyebilmek için duygusal yönden hazır ve açık hale gelmenin de bir yolu demek oluyor.
Medeniyetimizin güzellik anlayışını en iyi şekilde temsil eden, makam ve usul kullanımındaki nispetlerle güncel, duygusal pozisyonlarımızın kazandığı kıvam ve derinliğin, ruh ve beden sağlığımızdaki olumlu etkilerini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Nitekim sağlıklı, huzurlu, selim düşünebilen, işine odaklanabilen, başarılı ve mutlu bir toplum isteniyorsa bize göre bu hedefe ulaşmanın en kolay ve tabii yolu; insanımızın kendi mûsikisi ile olan irtibatını arttırmak hatta mümkünse kişisel kararlarıyla sağlık için kendi mûsikilerinden başka bir sese kulak vermeyecek derecede bir odaklanmayla mûsikilerini dinlemeye ikna edilmelerinden geçiyor.
Son yıllarda mümkün olduğunca organik ve katkısız yiyeceklere yönelme, ekolojik sağlıklı ortamlarda, uygun koşullarda yaşamakla ilgili bilgimizi arttırarak çoluk çocuğumuzu esirgemek ihtiyacıyla dikkat kesiliyoruz.
Ya kulaklarımız yoluyla maruz kaldığımız, tabiatımızı, ruh halimizi bozan, çirkinleştiren, elektrik yüklü, gergin seslere eşlik eden, yeknesak, ruh ve kafa uyuşturan gürültülü bateri ritmleri!?..
Pop müziği ve envai çeşitlerinin dinletildiğinde çiçeklerin solduğu, hayvanların aptallaşıp dengesini yitirdiği veya saldırganlaştığı, yer yer yayınlanan deney sonuçlarıyla kamuoyuna yansımıyor değil. Fakat pekala erbabınca bilinen tahribatına rağmen ülkemizde yıllardır medya aracılığı ile “gençlik müziği” adıyla bu tarz ısrarla empoze edildi.
Uyandırılan “yabancı dil tapınmacılığına” paralel olarak bu tarzın adı “yabancı müziğe (Pop)” dönüştü ve hatta gençler arasında bir statü haline de getirildi.
“Yabancı”! Yani bünyemizin yapısındaki ana elemanlarla uyumsuz! Vahşî, yaban!..
Şimdi akıllı telefonların sunduğu yüksek teknoloji eşliğinde kulaklıklarla sabahtan akşama kadar bunları dinleyen gencecik zihinler, müzik kılıklı bu gürültülerle aslında durmadan uyuşuyor ve aptallaşıyor. Odaklanamayan, kendi deruni anlamasına yönelemeyen dolayısıyla anlamayan, anlayamayan çünkü “kendini verme” denilen zihni deneyimi, dinlediği yanlış müzikler yüzünden engellenmiş, dumura uğramış, derin kavrayıştan yoksunluk sebebiyle yer yer başarılı görünse bile aslında başarısız, mutsuz, huzursuz bir gençlik ve insan tipiyle gün geçtikçe daha fazla karşılaşıyoruz.
Halbuki ağzımızdan girenlere gösterdiğimiz özeni, aynı derecede kulaklarımızdan girenlere de göstermemiz gerekmiyor mu?
İnsanlar bile bile aptallığı, zihin tahribatını seçer mi?
Bu konuda devletin, halk sağlığı ile ilgili mercilerin, eğitim ve medya kurumlarının göreve çağrılması gerekir. Evde pişen en sağlıklı yemeklerimiz gibi en tabii ve ekolojik mûsiki olan kendi türkülerimiz, şarkılarımız, saz eserlerimiz… gibi çeşitli yapıcı, onarıcı, yükseltici bin bir ürünüyle “bizim” olanla yakınlık kurdurmak, ailelerin ve eğitici yetiştirici kurumlarımızın önde gelen görevleri arasına alınmalıdır.
Bize göre bu konu da artık bir vatan savunması derecesinde önem ve aciliyet kazanmıştır… Vatan nedir ki zaten? O değerlerin yurdu değil mi? Kutsallığını oradan almıyor mu?