Türkiye’miz bir çetin belâ ile boğuşuyor.
Fethullah Gülen Grubu’nun umulmadık, on yıllardır saklı tutabildiği(!) çirkin suratıyla yüzleşmek, ülkede muazzam bir travma yarattı.
Bu “yüz”ü neden göremediğimizi tartışıyor aydınlarımız.
Esasen o “yüz” seneler evvelinden beri tekrar tekrar anlattığımız meselelerdendi. “Türk Müslümanlığı” tezimizin 1998’de yayınlanmasıyla ülkemizde ortaya çıkan vâveylâyı unutmak mümkün değildir. Sızıntı dergisinde hayvan resimlerinin başını keserek (bir çizgiyle başı gövdeden ayrı gösterme çabasından söz ediyoruz) “put” olmaktan çıkardıklarına inanan bir cemaat, musiki haramdır fikrindeki bir cemaat! Mevlânâ’ya, Yunus’a reddiyeler yazan bir Cemaat!
Peki o kanaatlerin altındaki düşünce neydi ki, o hükümlere rağmen toplumdan karşılık bulabiliyordu?
*
Esasen problemi Fethullah Gülen ile sınırlandırmak, onunla başladığı kanaatini pompalamak da bir “KARARTMA”dır!
Problem Said-i Nursî’den geliyor! Said-i Nursî’ye ise İmam-ı Rabbanî Müceddidiyesi’nden gelmişti! Ona da Eş’arî kelamından uzanıyordu…
Aynı kaynaktan türemiş diğer Nurcu grupların tabiatını farklı zannetmek aldanışına toplumu angaje edenler, ilerde aynı felaketin tekrarına çanak tutuyorlar. Hattâ Müceddidiye kaynaklı Nakşilik, Süleymancılık, Işıkçılık ve aralarındaki farklı fraksiyonlar da aynı hastalıkla mâluldürler. Dahası Selefî modern İslamcılıklar’ın ülkemizde taban bulduğu sosyolojik kesimlere dikkatle bakılırsa, onları da aynı “ocak”tan ateş alanlar arasında kolaylıkla görebilirler.
Bu grupların itikadî karakteri, yani ontolojileri aynıdır! Örtülü bir düalist varlık anlayışından gelirler. O ontolojiyle felsefe veya en geniş anlamda tefekkür faaliyeti bağdaşmadığı için de “TAKLİT” kavramı meşrulaştırılmaktadır. Taklidî îman anlayışı(!) düşünce önünde en mühim engel olageldi. Bizim tarihimizdeki Kadızadeliler hareketi o anlayışın ilk “KALKIŞMASI” dır. Yani 15-16 Temmuz kalkışması ilk değil!
*
İktidar’ın ana çekirdeğindeki ontoloji de aslında bu!
Cemaatle aralarındaki kavga, benzemezliklerinden değil, bilakis benzerliklerinden doğmuştur. Cemaat’in dış bağlantılarla güçlenme stratejisi, dış istihbarat servislerince tahkim edilmiş liderlik avantajı kimseyi aldatmasın. Sanki onların daha müsamalı oldukları vehmine kapılmak ciddî hatâ!..
Yarın şartlar oluşunca Menzil, İskender Paşa, Çarşamba, Erenköy, Yeni Asya, Yeni Nesil… grupları arasında, belki çok daha şiddette mücadeleler olacağı öngörümüzü kimse hafife almasın.
*
Peki bunların bu derece inatla iktidar istemelerinin sebebi ne?
Bendenize göre sebep, Kemalist zulüm yıllarının yarattığı öfkedir!
O öfke milletin neredeyse çoğunda hakim. O öfkeyle de millet Kemalist ihtilallerden kurtulma çaresi olarak bu “örgütlü” grupların kazandığı güce iktidarı verdi.
*
Şimdi sual şudur:
Milletimizin ana omurgasını teşkil eden kitle, bütün sakaletine rağmen bunlara meylederken asıl “GELENEĞİNİ” nerede bıraktı? O “Gelenek” neden bir temsilci bulamadı, bulamıyor?
Bulamadı, çünki, “Kemalist Devlet” “İRTİCA” kampanyalarıyla, o “Birlikçi” yönelişe asla izin vermedi. “Mevlana Yılları, Yunus Yılları”yla bir yandan takdir eder göründüğü o Geleneğin okulları kapısındaki kilitleri katiyen açmadı, açtırmadı! İrticaın kaynağını göremedi! Müceddidî iktidarlar da (Özal dahil) o geleneğin kilit altında oluşunu menfaatlerine uygun bulup, açmaya yanaşmadılar. Oy kitlesi çantada keklikken neden açsınlardı ki?
Göstermelik, dişleri sökülmüş birkaç kontrol altında gerçek dergah temsilcisinin ekranlardan boy göstermesine izin vererek de onlar üzerinden oyları kendi sandıklarına akıttılar.
Asıl Geleneğimizin da kusurları vardı tabii. Halen var!
Babadan oğula irşad makamı aktarımı, etraflarındaki toplulukları Nakşî yöntemleriyle menfaat kaynağı addediş, Vahdet-i Vücud ontolojisine güncel açıklama arayışlarına girmeme tembellikleri… gibi mevzular, tahlile muhtaç meseleler olarak duruyor. Gerçekten yol açma kabiliyeti taşıyan istisnaî isimlere ise dünyayı dar etti bu dergah(!) mensupları…
Kemalist baskı, o baskının üzerine oturan Müceddidî “mahalle baskısı”, onu tamamlayan “küçük dünyalı” geleneksel Türk tasavvufu okulları, milletin seçenek olarak yönelebileceği bir sahici kapı bulamamasına sebep oldu.
*
CHP’nin Alevî kitleyi pozitivizme sevk eden stratejisine ayrıca dikkat etmek lazım.
Bu materyalist ontoloji ise “millet” olma niteliğimizi hızla aşındırıyor, masonik örgütlerin boşlukları doldurmasına yol açıyor!
Her şeye rağmen Alevîliğimizle geleneksel Sünnîliğimiz (geleneksel demem, Eş’arî-Müceddidî etkisi dışındaki Hz. Ali ve Ehl-i Beyt muhibbi ana gövdeyi kasdediştendir)in ontolojisi aynıdır! Burada yapılacak şey o örtüşmenin sarahatle anlatılmasıdır.
Şimdilik geçici çâre, gene lâik-demokratik yapının, hukukun üstünlüğü ve serbest seçimli bir siyasi yapının ikamesidir.
Asıl çâre ise bizce TÖRE, Mâturidî-Yesevî- Mevlânâ-Yunus-Konevî- Mısrî-Kuşadalı- Ken’an Rifâî çizgisinin büyük bir ciddiyetle güncellenmesidir.
Çâre Yahyâ Kemal- Ayverdi- Tanpınar çizgisindedir.
Sait Başer