Kavramların Yapısı ve Zımnî Anlamları Üzerine Derin Düşünme

Nilüfer Özcan Demir“Bir durumun yanlış tanımlanması, yanlışı doğru hale getiren yeni bir davranışa yol açar.” der Sosyolog Merton.

 

Tefekkür, bir olayın/durumun/kavramın üzerinde derin düşünmektir. Bilim için bu olmazsa olmaz bir durum iken tasavvufta da bu bilinç ibadet olarak kabul edilir ve o yüzden de ibadetler arasında en kıymetli olanlarındandır. Bu yüzden derin düşünmek insan olmanın  temellerinden biridir.

 

Gelin kavramlar üzerinde derin düşünelim. Yaşamda kavramlar iletişim araçlarıdır. Herhangi bir kavramın içinin boşaltılması,  tanımlaması gereken durumun haricinde başka bir şekilde kullanılması, onun anlamını kaybetmesine, kavramla ilgili belleğin kaybolmasına, çok fazla tekrar edilmesi de sıradanlaşmasına ve normalleşmesine neden olur.

 

Sözlerin bilinçaltına büyük etkisi vardır. Dil kavramlar üzerinden çalışır ve her ifade edilen kavram,  zihinde onunla ilgili bir inanç kapasitesi ve bir hikaye yaratır. Örneğin “Barış istiyoruz.” sözü ile ifade olunan kalıp, bilinçaltında “Savaş var.” algısını ve ona bağlı olarak korkuya bağlı yeni davranış kapasiteleri yaratır. Bilinmelidir ki korku tehdit eder. Oysa yaşanan durum; savaş değil, terördür. Kavramların anlamlarına bakıldığında durumu doğru tanımlamak için hangisinin kullanılması gerektiğini daha iyi anlayabiliriz. Terör; Fransızcadan dilimize girmiş bir sözcük. Yıldırma, korkutma anlamını taşıyor ve günlük kullanımdaki karşılığı yılgı. Savaş ise ülkeler, bloklar ya da bir ülke içerisindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen topyekun silahlı mücadeledir.

 

Kitle ikna sanatı; siyasette propaganda, ekonomide reklam, bireyler arası etkileşimde iletişim adını alır. Hepsinde süreklilik esastır.Güncel olan durum her kanaldan bilinçaltına pompalanır ve bir inanç kapasitesi yaratılır ve tabi ona bağlı olarak da gelişen yeni davranışlar. Kanaatlerin düşüncelere, düşüncelerin inanç kalıplarına ve davranışlara dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz tüm dünyada. “Yeterince anlayış yok, çok fazla şiddet var, birbirimizi sevmeliyiz, barış istemeliyiz, dost olmalıyız.” gibi ifadeleri ve ona bağlı hikayeleri çevrenizde ne kadar sıklıkla duyduğunuzu, dinlemeye başladığınızda fark edersiniz. Bu merhamet, şefkat gibi duygularla ilgili inanç kalıplarını yaratır ve bu düşüncelere inanmanın aslında ne kadar stres yarattığını, içsel barışı nasıl tehdit ettiğini de kendinizde deneyimlersiniz. Bu inanışların ardından zihin yeni hikayeler yazmaya başlar. Oysa hakikat söz konusu olduğunda “olmalı” diye bir durum yoktur. Çünkü hakikat hikayelerin önünde gider.Bu sebeple bir duygudurumunun yarattığı inanç kalıbı ona bağlı gelişen hikayeler bizi hakikati görmekten alıkoyar.

 

Hayatta bende, düşünce olarak belirmemiş hiçbir şey yoktur ki siz bana onu söyleyesiniz. Duyduğum aslında bende olandır.Ben size düşmanca yaklaştığımda hem sizden hem de kendimden uzaklaşırım. Kendimle ve düşüncelerimle olan savaşımın sonu ise sizinle olan kavgamın sonudur. Bilmeliyiz ki bir düşünceye bağlandığımızda o bizim için kutsal hale gelir ve onu kanıtlamak için uğraşır dururuz. Çünkü her düşüncenin kavramsal ve olgusal kanıtlara ihtiyacı vardır. Düşünceyi sonlu zannediş, onun maddeye dönüşümüdür, bir açıdan davranışa. Manâ ise sonsuz olarak kabul edilir. Oysa hakikatte her ikisi de sonsuzdur.Tohum, çekirdek, kök, gövde, dal, yaprak, ağaç, kağıt, defter, masa, kütük, kül, toprak…Her düşüncenin ve ona bağlı oluşan kavramın sonsuz kapasitesi vardır, sadece uyanık olanlar görür.

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.