Nehrin Batı Yakasından

Ali ÇakırI.
Kuyruğunu bağladığım al atımın elma gözlerinden, telaşlı gözlerinden, hazır gözlerinden, kızıl gözlerinden öptüm. Başımı al atımın alnına yasladım. Şakaklarını avuçlarımın arasına alıp gülümsedim: Ben senin yükün değil, yoldaşınım. Bütün varlığını, bütün dikkatini, bütün “hazır”lığını ve bütün maceramızı kulaklarında topladıktan sonra gözlerinden bana aktardı. Kararlı ayakları ve mağrur bakışılarıyla beni tasdik etti.
“Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!”
Değil.
“Seni hatırlamamak mümkün mü?”
Değil.
Nisan. Otuz bilmem kaç. Boyun bağı, ince ve kuru elleriylr boğazıma çöküyor. Gevşetemiyorum. O ince ve kuru ellerle tutuştuğum bütün bilek güreşlerini kaybediyorum.
Gökyüzü, diyorum, bu kadar uzak olamaz. Bulutlu havada nefes almak bu kadar zor olamaz.
Günde bir dideral, bir aspirin ve belki bir apranaks. Savaş meydanından cesetleri kaldır. Bir. İki. Üç.
Üç cenaze bu kadar ağır olur mu?
Olur.
Ben bir melek rica edebilir miyim? Hayır, kanatları olması şart değil. Biraz daha balçık, çamur ve güneş mi demek istiyorsunuz?

II.
İçinde can yığınıyla göklerin davetine icabet eden bir nesne yığını… İnsan ve nesne yığını… Rüzgarın eli mi kaldırıp gökyüzüne ve sonra yeryüzüne teslim edecek bu yığın içinde yığını? İnsan kendi küstahlığından niçin ve nasıl vazgeçsin? Tabiata kendimizi dahil ederek kısa ve mutlu zamanlar geçirdik. Bu mutlu zamanların asıl başarısı(!) tabiatla savaşmak ve meydandan galip ayrılmak oldu.
Batı’ya doğru! Haydi, batıya doğru! Atsız, heyecansız, hakansız, tuğsuz…

III.
Yarı aralık pencereden düzensiz aralıklarla otomobil gürültüleri geliyor. Cadde gürültüsü… Doğup büyüdüğüm evdeki yaz geceleri gibi. Peşimde en az bir kırık kalp bıraktığımı hatırladım. Hatırladım? Hayır, hep farkındayım. Sarışın, heyecanlı, mavi bir kalp…
Ama ben kara gözlerinden öperim. Büyük gözlerinden de. Hatta büyüleyici gözlerinden. Yani elimde olsa.

IV.
Birkaç kat zırha büründüm, hayaller ve hayranlıklar işlemesin için. Çünkü “Bir genç göğsüme bir ad işledi.” Alımlı bir şehirde, kusurlu ve alımlı bir şehirde zırhsız gezilmez. Kendisine hayran kalmak karşılığında altın anahtarlar teklif ediyordu, tılsımlı mutluluk bahçelerinin kapılarını açan altın anahtarlar. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sakinleştiremedikçe sinirleniyor fakat kızgınlığını nezaketle örtüyordu. Dişlerini sıkarak konuşmasından anladım. Anahtarlarını kabul etmezsem nezaketi, kızgınlığını örtmeye yetmeyecek ve neticesini kestiremeyeceğimiz yollara, maceralara sürüklenecektik. Bırak. “Bir genç göğsüme bir ad işledi.”

V.
Vacibu’l-vücud, sinirlerinizi bozuyor bayım! Ağaçlarınızın bile kendi tabiatları içinde yaşamasına izin vermiyor, istediğiniz forma sokuyorsunuz. Zenginleştirdiğiniz(!) sularınız bayım, çay demleyemiyor; ihtimal, ayran da yapamaz! Bize hep kurallarını belirlediğiniz oyunları, kendi sahanızda oynatmak istiyorsunuz. Sizinki gibi büyük ve küstah kaç caddemiz olursa muasır sayılacağız? Kudretli, asi, ihtişamlı binalarınız günahlarınız örtebiliyor mu? Sahi bir yağlı boya tablo, kaç köle bağı baklasını çözebilir? Yapılarınızın temellerinde, heykellerinizin kaidelerinde, tablolarınızın boyalarında ve her şeyinizde, her yerinizde zifiri kan, zifiri ter, zifiri ölüm var. Ressamınız “Bu eserinde sırf siyah, güçlü ve saf olduğu için mala çevrilip kullanılan insanların bilmem nesini…” resmetsin. Bize söylediğiniz gibi: Aynaya bakın bayım, geçmişinizle de yüzleşin!

VI.
Ambalaj ve vitrin dünyası. Muhteva? Ayrıntı.
“Pazar ve müşteri bul ama nasıl bulursan bul.”
“Sat ama nasıl olursa olsun sat.”
“Oyunu kazan ama nasıl kazanırsan kazan.”
-Sizce de fazla hızlı gitmiyor muyuz?-
Maske ne gün yırtılacak?
Bir İstiklal Marşı ve bir Çanakkale Şehitlerine kafi değil mi?

VII.
Bu makas kapanır mı?
Asırlar süren bir uyanış macerası ve asırlar süren bu makası açma çabasının neticesinde birkaç dünya yutabilecek bu uçurumlar vadisi doldurulabilir mi?
Her türlü ahlak ve adalet hissinden uzak ve bigane yarışta İslamlığımızdan, Türklüğümüzden, Töre’mizden taviz vermeden bu makası nasıl kapatır, bu uçurumlar vadisini nasıl doldururuz?
Teşhis. Kabul. Tespit. Hareket. Sebat.
Ne kutsal kelimelersiniz! Daha kaç neslimizin hülyası olacaksınız?
“Senin ilini ve Töre’ni kim bozabilir?”
Sen bozabilirsin.

VIII.
İçindeki cami avlularında telaşlı, uman, sevinçli çocuklar ve güvercinler olduğunu biliyorum. Biliyorum, onlara asık suratlı bir bekçi gibi göründüğümü. De ki onlara, korkmasınlar.

IX.
Biraz daha ölebilirim henüz.

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.