Bu fotoğrafın tamamını gördüm ben. Talihin seyrine muhalif sarı saçlar… Irmağın meyline asi kıvırcık saçlar… Kan ter içinde uyandırıyorsun çocuğu. Nefes nefese koşuyor çeşmeye. Parmaklarının ucunda uzanıyor çeşmeye ama lüleyi çevirecek kudreti yok. Göklerin çatısını omuzlarıma yükleyebilirsin yine, diyor. Küstah. Cesur. Yatışmıyor. İşte sırtını bir kapıya yaslamış, elleri dizlerinde, hızlı nefesler alıp veriyor. Perçemleri terli alnına, şakaklarına yapışmış. Düştü düşecek.
Böyle gelmek olur mu?
Sarışın toz ile sürmele gözlerini. Çocuk dedimse kaygılardan, sanmalardan ibaret bir zaman yığını. Biraz tereddüt. Çokça çelişki. Bilincin yükü altında bir Atlas. Çiçeklerin gün gün nasıl öldüğünü de gördü. Benzi soldu.
̶ Firavun yüzlerce çocuk öldürdü. Aradığıysa evinin içindeydi.
̶ Bir Musa ve bir firavun varsa içimde dışarıda ne kalır?
̶ Harfler tertip ederim. İşte burada kaynayan bir deniz var.
̶ Kaynasın.
̶ Acı bir şifa bu. Onu yuttuktan sonra yutkunamıyorum. Acı. Öyle acı. Sonsuz gibi acı.
̶ Olsun.
̶ Ama gönlümü geniş tutmaya çalıştım. Şu laciverte çalan gökyüzü ve deniz ve gökyüzündeki ayın denize yansıyan ışığı gibi geniş ve bu bahar gecesi gibi serin. Kapılardı vardı. Sayısını benim de bilmediğim kadar kapıları. Hiçbirini açmadım. Geldiler. Açtılar. Yoruldular. Bıktılar. Kapattılar. Gittiler. Sövdüler.
Güzel bir ölüydü. Ölülerden korkardım. Ama dedim ya, o güzel bir ölüydü. Yerde kıpırdamadan yatıyordu. Sırt üstü. Ben de yanında yatıyordum. Elimi yüzüne koydum. Ağladım. Uyudum. Uyandım. Ağladım. Uyudum. Ağladım. Uyandım. Uyudum. Avlu, çınar, çukur. O güzel bir ölüydü. Siyah saçları beline kadar uzanan, güzel bir ölü. Saçlarında beyazları olsa da güzel bir ölü. Yüzünde mor lekeler vardı, soğuktu ama güzel bir ölüydü.
Bu fotoğrafın tamamını gördüm ben.