Ayıpsanacak Bir Yazı: Bir Hissin Dışsallığı!

Adnan OvencBazen Vicdân’ın yani Vücûd’un veya Varlık’ın tazyıkine dayanamaz “His”ler;
Fırlatılır dışarı doğru…
Tabiat, yenilgiyi burada da kabul etmez.
Varlık, aklı aşar. Hislerin ipini zor bela elinde tutmaya çalışan aklı aşar…

Tuhaftır!
Vicdân’lı İnsan/lık bu durum karşısında kendisini a y ı p s a r. Elbette, insanın kendinde temsil edebileceği Bir Vicdân’ı hala yitirilmemişse. Vicdân’ın tazyıkine boyun eğemeyen “His”, görünüş ve dışsallığı sığ olarak gördüğü için a y ı p s a r kendini. Utanır.

Burada, hiçbir nesnelliği/ evrenselliği olmayan bir bakış açısından bahsedildiği vurgulanmalı!
Varlığı Nazar Eyleme ile ilgili; fıtri varlığın ilkesini basitlik ve dürüstlük olarak gören/ görmek isteyen bir Nazar’dan… Görünüşü, dolayısıyla dışsallığı ve şatafatı ve elbette gücü ürkütücü gören bir bakış açısından bahsedilmek isteniyor.

Bu bakış açısı, belki de anlamsız bir katılıkla, aşikarane/ zahirane ifade edilen şeylerin, varlığı incittiğini düşünüyor ve hissediyor. (Varlığı incitmeyi zahire atfederek zahiri de incitmiş oluyoruz.) Bu yüzden ayıpsıyor kendini. Daha doğrusu utanıyor.

Düpedüz çelişip, gerilecek: Kendimle çelişip kendimde gerileceğim!

Vicdân’ın tazyıkine dayanamayan hisler, Vicdân tarafından dışarı doğru fırlatılıyor. Ve Vicdân’lı insan bu durum karşısında kendisini a y ı p s ı y o r.

Burada, kendi düşen kendinde ağlıyor!

Bir tarafta durdurmaya/ tutmaya çalışan bir şey (Akıl Sahibi Gönül); diğer tarafta durduramayıp fırlatan/ fışkırtan bir şey (Tabiat).

İnsan.
***
Bu ara-lar…
Nerede patlatılmayan espiri; atılmayan kahkaha!

Hâl bu ki;
Hayat böyle hep nâzenin hep mahzûn idi zaten!

Yer-altında ve yer-üstünde…

Günde 13 saatin üzerinde karın tokluğuna çalışan onlarca insan tanıyorum. Yakinen. 1 Mayıs işçi bayramı dâhil resmi hiçbir izin günü tatil yaptıklarına şahit olmadığım onlarcanın onlarcası insan… Evlâd u ıyâli için ter döken fakat evlâd u ıyâline ayıracak vakti olmayan onlarcanın onlarcası makineleştirilen insan! Hiçbirinin sosyal güvence hizmeti doğru-dürüst işlemiyor. İş akdinin feshi söz konusu olursa işçinin alacağı tazminata göz diken azgın para babaları tarafından her sene mutlaka çıkış verilip tekrar işe alınan onlarcanın onlarcası insan… Aynı işyerinde onlarca yıl çalışıp tazminat alamamış onlarcanın onlarcası… Aynı işyerinde on yıl çalışıp, bu süre zarfında aynı işyerine on kere girmiş on kere çıkmış onlarcanın onlarcası… Güya insanımız!

Asla unutamam!
Bir gün, onlarcanın onlarcasından bir işçi ağabeyime okuması için bir kitap; okuduklarından notlar alsın diye de bir not defteri vermiştim. Günler sonra konuştuğumuzda, benimle paylaştıkları insanlığımdan utanmama neden olmuştu. Aşağı yukarı şu minvalde bir şeyler mırıldanmıştı:

“Kardeşim, okumayalı yazmayalı uzun yıllar oldu. Okurken zorlandığımı; yazarken elimin titrediğini gördüm. Yapamıyorum!”

Bu cümlede bir dirhem abartı yok. Zira daha sonraları o işçinin basit bir adresi kağıda yazarken ne kadar zorlandığını, ellerindeki titrekliği ve gözlerindeki mahcubiyeti gözlerim gördü gönlüm incindi; kendimden utandım!

Hâl bu ki;
Hayat böyle hep nâzenin hep mahzûn idi zaten!

Yer-altında ve yer-üstünde…

Birkaç hafta evvel meşhur bir edebiyatçı-gazeteci, bir mülakatında şunu demişti:

“Gazeteciliğin en büyük alçaklığı ve sahtekarlığı belki de yayınladıklarından çok ‘yayınlamadıkları’ haberlerde saklıdır.”

Aynı tespit, en azından “tercih ediş” yeteneğine sahip tüm insanlar için geçerli değil mi?

İnsan iradesinin ne tür ahlaksızlıklar yaptığını anlayabilmek için sadece gündemine neleri aldığına bakmakla yetinemeyiz; aynı zamanda gündemine neleri almadığına da bakmamız gerekir.

Elbette, gündemine aldığı ya da almadığı şeyleri nasıl ve hangi yöntemle aldığı ya da almadığı çok önemli.

Yakınlarda izlediğim Nostalghia (1983) filminde Bagno Vignoni köyünün delisi Domenico şunları haykırmıştı:

“Deli bir adam size, kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası!”

Bu deli His’li adamın söylediklerini duyunca “hiçbir şey normal seyrinde akmıyor sanki” demiştim kendi kendime. Daha doğrusu, artık bir akışa bile müsaade edilmiyor. Süreç ve seyrin olmadığı akışsızlıklarda akılsızlaşıyoruz. Ellerimiz kalem tutmaz oluyor. Hissizleştiğimizi; hissizleştiğimiz ölçüde düşüncesizleştiğimizi düşünüyorum. Şimdilerde dur-maya yer yok! Kimsenin kendisine bakmaya DURACAK vakti yok! Bu, aynı zamanda herkesin kendi intiharı.
***
Bu ara-lar…
Acılarımız bile endüstriyel bir ürüne dönüşmüşse ne biçim yerdir burası!

Bu ara-lar…
Acılarımız, kinleri dini olmuşların kinlerini biledikleri bir üründen ibaretse ne biçim yerdir burası!

Bu ara-lar…
Hislerimiz, şımarıkça atılan kahkahalardan ve patlatılan espirilerden ibaretse ne biçim yerdir burası!
***
Daha bugün* bir lise talebesi ile gerçekleşen diyalog:

– Yaşananlarla (SOMA’da yaşananlarla) alakalı ne hissediyorsun?
– Samimi olmam gerekirse pek bir şey hissetmiyorum galiba…
– Nerden anlıyorsun bunu?
– Ağlamıyorum/ ağlayamıyorum hocam! Bir damla bile gözyaşı dökmedim. Dökemedim.
– Galiba seni anlıyorum!
– Fakat birazdan okul bahçesine çıkacağım ve arkadaşlarla sıralanıp facianın yaşandığı yerin adını yazma GÖRÜNÜŞüne/ ETKİNLİĞİne katılacağım.
– Galiba seni anlıyorum!

“YENİ” bir ürün kaçınılmaz olarak yeni bir “trend/ trendy” demek. Âhh! bizi bir türlü yalnız bırakmayan, durmamıza; durup düşünmemize; düşünüp hissetmemize imkân vermeyen o lanet trendler/ trendyler…

Yazının girişinde His, görünüşü ve dışsallığı sığ olarak değerlendirmiş; görünüşe ve dışsallığa fırlatıldığı zaman kendi kendisini ayıpsamıştı.

Gösterişli olduğu için SIĞ olan görünüşlerin/ etkinliklerin HİS BULANDIRICILIĞINA karşın; His’se hürmeten, ve elbette kendimi ayıpsayarak, fırlatmam gerekiyor. Zira Varlık, aklı aşar.

Her zaman konuşmak ve göstermek zorunda değiliz!
Bazen gerekli ve yeterli olan susmaktır.
Yer-altında ve yer-üstünde, hayatın böyle hep nâzenin hep mahzûn olduğunu işiterek, şımarmadan, kahkahalar atmadan, espiriler patlatmadan susmayı becerebilmeli insan/ lık.

Bazen susmak!
Fakat daima susarak konuşmak!
Daima hissederek!
Daima hürmet ederek…

Aksi halde nasıl koruyabilirim bütünlüğümü!?

 
*(15.05.2014 – Perşembe)

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.