Mekânsal ve Kültürel Siteleşme – Yaşam Alanlarının Vietnamlaşması

Nilüfer Özcan DemirGeçen ay kaybettiğimiz küçük Pamir’in anısına…

Şehirde mahalleleri yok ettiğinde, mahallede yaşayanların, komşuların yerini güvenlik kameraları aldığında uzaklaşırsın kendinden. Komşu teyzenin, amcanın gözüdür mahallede kamera ve yaşama duyarlıdır o gözler. Uzun ve geniş duvarlarla, güvenlik kameralarıyla korunan evlerdeki insanlar yalnızlaşırlar hiç bilmeden.

Mekânsal ve kültürel siteleşme, şehirde atomize hayat alanlarının yaratılma çabasının sonucudur. Bu görünen maddi sonuç; ardında biz ve onlar, biz ve öteki ayrımının giderek kuvvetlenmesi durumunu da yaratmaktadır.

Alışveriş merkezi, spor alanları ile içinde küçük ormanları ile gezinme alanları bulunan siteler, hemen diplerindeki gecekondulardan büyük duvarlar  ile ayrılmakta, aynı gökyüzüne bakan aynı havayı soluyan bu bireyler birbirinden giderek kopmaktadır. Bu yaşam alanlarının en temel sorunu, güvenlik ihtiyacının karşılanmasıdır. Yine bir başka gözlenen sonuç, bu evlerin temizlik ihtiyacıdır. İşin ironik kısmı da kendilerini koruyacak güvenlikçiler ve adına “kadın” denilerek ötekileştirilen temizlik işçileri, şehrin daha alt sosyo-ekonomik sınıfından gelen, çoğunlukla gecekondu mahallerinde yaşayan ve aslında “ötekiler” olarak tanımlanan bireylerdir. 

Umberto Eco buna; “Yaşam alanlarının Vietnamlaşması” adını vermektedir. Bu küresel kentlerin beslediği toplumsal ayrışma yanında; çağdaşlaşma, apartman altına otopark yapılması, ekolojik çevrecilik, balkona bahçe kurulması… Doğal hayat da bir metre kare alanlarda tavşan yetiştirme olarak sunulmaktadır.

Varsıl ile yoksulu birbirinden giderek uzaklaştıran politikaların sonucu oluşan bu küresel kentlerde kendi mahallende mülteci haline gelmek öylesine risklidir ki hem etnik hem de dini çatışmaların bizatihi sebebidir. Ayrıştırma, kutuplaştırma ve ötekileştirme; güvensizleştirmeyi, ardından da şehirde sosyal hareketleri beraberinde getirmektedir.

Bunun yanı sıra kırsal aktörlerin sermaye artırımı için yeni mekan arayışları sonucu gerçekleşen yoğun ve düzensiz göçler, kente tutunamayanların istismara açık şekilde şiddet ve suç eylemlerine katılmalarına neden olabilmektedir. Göç edenlerin istekleri, arzuları, beklentileri karşılanamamakta, kent bu göç edenlere hizmet vermekte yetersiz kalmaktadır. Alt yapı sorunları, hizmetlerin yetersizliği, işsizlik, uyum problemleri, güvenlik sorunları, aktörleri hemşehri/akraba dayanışması yanında başka başvuracakları yeni örgütlenmelere yöneltmektedir.

Kentte rehberlik hizmetlerinin olmayışı, göç edenin hayatını kolaylaştıracak uyum hizmetlerinin bulunmayışı ile bu örgütlü yapı giderek daha fazla güç kazanmaktadır.

Bu çerçevede sokak mafyası (park yerlerinin parsellenmesi)

Terör mafyası (anarşik olayların aynı anda farklı yerlerde örgütlenmesi)

Gecekondu mafyası ( yeni gelenlere ev için arsanın bulunması, ikinci el inşaat malzemelerinin satılması)

Bürokrasi mafyası (iş bulma, işe atama, ihaleler)

Gasp mafyası, rüşvet/sahtecilik, tehdit adam kaçırma mafyaları gibi daha pek çok mafya çeşidi kendine gelişme alanı bulmaktadır.

Oysa kent herkesin bir arada yaşamının mümkün kılan bir yaşam merkezidir. Bir ülkede toplumsal gelişmenin ölçüsü, gelirin nasıl dağıtıldığıdır. Yoksa yaratılan bu mekânsal siteleşmeler ve küresel kentler değildir. Kentlerin özellikle sınıfsal olarak mekânsal olarak ayrıştırılması, ekolojik hayatın prensibinin mutlaka çalışacağı uyarısını görmezden gelmektir. O uyarı, doğa ve kültürel çevreye yapılanlar mutlaka geri döner. Unutulmaması gereken; mekanları insanlar yaratır, sonra o dönüşen/dönüştürülen mekanlar insanları yaratır. Burada sorulması gereken en temel soru; öyleyse nasıl yaratım yapmalı, sorusudur.

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.