Medeniyetleri Kişilik Sahipleri Kurar ve Taşır

Sait BaşerAnlamanın en belirgin tayin edici temeli, öznedeki “varlık tasavvuru”dur. Kendini bilişi, ontik algısı bağlamında vücut bulmaktadır. Ontolojik kabullerimiz ise “kimlik inşaaları”nın vazgeçilmez kurucu malzemeleri. Kimliklerin yarattığı algıdan da grup kimlikleri veya homojen toplum projeleri yapılageldi. Kimlikler, mensublarından bir anlamadan daha çok bağlanma, angajman beklerler.

Anlama, ancak “kişilik”te cereyan eden tecrübe ve ondaki kültürel birikimle tahakkuk ediyor. Ecdadın “fark” ve “cem” dediği algı biçimlerinden “cem” kimlik algısının, “fark” ise kişiliklerin cevheri.

Kişilik teessüs etmeyen sürüleştirilmiş topluluklarda değerler ancak toplumsal uygulamalar halinde meşrulaşıyor ve katılım elde ediyorlar. “Elle gelen düğün bayram” sözü, aslında anlamayı gereksiz kılan bir işlev de yüklenmiyor mu?

Vefâ gibi, kadirşinaslık gibi, feragat ve sadakat… gibi “değer”ler, sadece öznede gerçekleşebilen anlama temelli kazanımlarsa devam garantisi taşıyabiliyorlar. Temelinde anlama olmadan kabullenilmiş ezberler, daha cazip sloganlar piyasaya sürüldüğü an buharlaşıp gidiyorlar. Buna vatan gibi, bayrak gibi değerleri de katabiliriz! Bu son örnekler, dikkat edilirse kimlik değerleridir. Yani gerçekten bir “toplumsal ortak payda” meydana getirici kavramlar bile esasen anlama olmadan sahici plana yükselemiyorlar.

Bizim hem cem hem de farkı birlikte ve dengeli bir şekilde yürütmek mecburiyetimiz var. Lakin kimlikçiliğin idarecilere itaat ve sömürüyü kolaylaştıran niteliği bir çok “önder”e cazip geldiği için onlar, sözlerini dinleyen kitlelere şahsiyet veya kimlik kazandırıcı özel eğitime pek iltifat etmiyorlar.

En “özel eğitim” gerektiren tasavvufta bile grup kimliklerinin “fark tecellisine itibara” galip geldiğine şahid olmuyor muyuz? “Bağlılık” esaslı tasavvuf eğitimi, sâlikteki anlamayı bir muhabbet eşliğinde ve orijinal imkanların (yani kişisel farkın) devreye sokulmasıyla elde edilecek “yeni anlamaya” mı hizmet ediyor, o insancıkların sürüleştirilmelerine mi? Tevhid’e vurguyu çok öne çıkardığımız zaman, takdis psikolojisinin menfi tesiriyle, insanlar apriori (verili fark) olarak kendilerindeki “tecelliye saygı”yı görebiliyorlar mı? Cem yöntemiyle eğitim yapan cemaatler kişilik zaafını giderebilmek için tasavvufa meyletmeye çabalarken tasavvuf mekteblerinde de cemaatleşme eğilimleri görmüyor muyuz? Adam mensub olduğu tarikat kimliğinin gösterişli kostümünü giydikten sonra kendi kişiliğinin inşaa zahmetine neden katlansın? Burada görev “önde duranlar”ındır.

Kişilikleri, önde duranların hassaten alıp büyütmeleri, terbiye etmeleri gerekmiyor muydu? Ama bu iş için gerçekten o “fark”ı teşhis kabiliyetine ihtiyaç var. Teşhisten sonra da gereğince işlemeyi göze alacak bir yüreğe! Hasta toplumsal ortamlardan sökülüp alınan insanların tedavi sürecinde nice risk olması kaçınılmaz! O riski kim alacak? Hazır yününü kırkıp sütünü sağmak, etini yemek dururken!

Amma işte manzara da ortada: Kimliklerin cafcaflı kostümlerini giyinmiş zayıf omuzlar üzerinde medeniyet inşaası imkansız! Hazırdan yemek iyi de hazıra da dağ dayanmıyor… Kaldı ki güçlü kimliklerin kişilikli bireylerden oluştuğu da ayrı bir can yakıcı vakıa!

Anlamak ve davranmak zorundayız. Kişiliğin temel değeri olan o şahsî farkların hayatî değerini görmek ve onları hayata çekmekten, yani insanımızı yeniden ve tek tek düşünür ve anlar hale getirmekten başka şansımız yoktur.

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.