“Algı yönetimi” tamlaması son zamanlarda moda tabirlerin başında gelir oldu.
Nedir algı yönetimi?
Muhatap kitlelerin anlamalarını, bir “merkez”in dilediği çerçeve ve sürece hapsetme!
Fıtratın her an farklı, her an yeni olduğu şu âlemde daima pörsümüş çerçevelere mahpus, tabiatı totaliter ve zaaflarımızı kullanarak elde edilen hükümranlıklar…
İtaate şartlanmış, standartlaştırılmış kafalar…
Esasen bu, politikanın en eski oyunuydu.
Bu işlem pazarlamacı-reklamcılar tarafından da çok zamandır kullanılmaktaydı.
Hele eğitim sistemleri!
“Müfredat” kavramı, tam da bir algı operasyonuydu.
Ülkemizin “Tevhid-i Tedrisat” dediği şey, halkın “başıboş” bırakılmayacak kadar “tehlikeli” olabileceği kabulü üzerinden meşrulaşmıyor muydu? Peki, o “tehlike” kime karşıydı? Burada düşman güçlere karşı bir kitlesel karşı duruş elde etme gayesine azcık hak verilebilse de yapılan işlemlerin bütünüyle bir “milli savunma” maksadı taşıdığına kim inanır?
Algının kitleselleştirilmesi, muhataplarınıza “kendisi olma hakkını vermemek” değil midir?
Anlamanın öznel bir işlem olduğu bir vakıa iken hala “kimlikçi algı yönetimi”nde ısrar edenler, bir de döner utanmadan “ezberci eğitim”den şikâyet ederler.
Elbette ezber olacak.
Başka türlü sürülerin elde tutulması mümkün mü?
Bu “karşıt güç odaklarının mutabık olduğu” ortak yalana herkes dikkat kesilmelidir!
Hele medya, hele medya!
Medyada “tiraj” demek, algı yönetimindeki kitlesel zaferin ölçüsü demek! Seyircinin “haber alma hakkı” diye bir pankartın arkasında işlenen sayısız sosyal hipnoz örneği bile “uyanma”ya yetmiyor.
Hey insanlar… Heeyyy insanlar…
Bu bir toplu katliâm türüdür. Muhakemelerimiz esir alınmakta ve topluca imha edilmektedir!
Siyasetten dine, pazarlamadan sinemaya, medyadan eğitim sistemlerine… kadar bir algı seansının bitip diğerinin başladığı hayatımıza ilk defa görüyormuşçasına bir bakmaya ne dersiniz?
Gerçeğin bir kısmıyla söylenen yalanları tanıma cehdine!
Gösterilene değil, resmin tamamını görmeye!
Kendi gözümüzle!
Eğer kaldıysa…